Arşiv

  • Nisan 2024 (10)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Emmanuel Lasker ve T.C. Merkez Bankası

    Hasan Ersel, Dr.01 Mart 2012 - Okunma Sayısı: 1674

    Okuyucuyu merakta bırakmamak için baştan söyleyeyim. Emmanel Lasker yeni parlayan bir iktisatçı değil. İktisatla uzaktan yakından hiçbir ilgisi yok. Satrançta, gelmiş geçmiş, en önemli oyunculardan birisi. Lasker 24 Aralık 1868’de doğmuş ve 11 Ocak 1941’de vefat etmiş. Berlin, Göttingen ve Heidelberg’de  matematik ve felsefe öğrenimi görmüş. Ünlü matematikçi David Hilbert’in tavsiyesiyle gittiği Erlangen Üniversitesinden 1902 yılında “Über Reihen auf der Convergenzgrenze (Yakınsama Sınırlarındaki Diziler) başlıklı çalışmasıyla matematik alanında doktorasını almış. Modern cebir ve cebirsel geometride önemli bir yer tutan bir teorem kanıtlamış, “Lasker Halkası” ve “Lasker Modül”ünü bulmuş.

     

    Lasker ile ilgilenmemin nedeni onun matematikteki katkıları değil. Lasker ile ilişkilendirilen, ama doğruluğu kuşkulu, bir öykü nedeniyle ondan söz ediyorum. Bu öykünün doğruluğunun kuşkulu olmasının nedeni de sözü edilen olayın farklı satranççılar arasında, değişik zamanlarda geçtiğine ilişkin pek çok rivayetin ortalıkta olması. Ben bundan 40 yıl önce okuduğumu anlatacağım[1]:

     

     

    Emmanuel Lasker ile bir başka büyük satranççı olan Aaron Nizowitsch (1886-1935) arasındaki karşılaşmada, Lasker, cebinden kocaman bir siyah puro çıkarıp yakıyor. Puro dumanına alerjisi olan Nizowitsch hakemden, Lasker’i puro içmemesi için uyarmasını, istiyor. Hakem de onu haklı bulup, Lasker’i uyarıyor. Lasker özür diliyor ve purosunu söndürüyor ve ortadan kaldırıyor. Bir süre sonra Lasker tekrar bir puro çıkarıyor ve ağzına yerleştiriyor. Ama yakmıyor. Nizowitsch,  yine hakemi çağırıp Lasker’i uyarmasını istiyor. Hakem “ama puroyu yakmadı ki” diyor. Nizowitsch’en atfedilen ünlü yanıt ise şöyle “Siz de pekala bilirsiniz ki ‘yapacağım” diye tehdit etmek’ yapmaktan’ çok daha etkilidir. Lasker de oyun taktiği olarak hep tehdide başvurur. ”

    TCMB’nin “FAİZ KORİDORU” POLİTİKASI[2]


     

    Şimdi bu öykünün ışığında, TCMB’nin faiz koridoru uygulamasını ele alalım. TCMB, faizi geniş bir aralıkta (koridor) istediği biçimde oynatabileceğini söylüyor. Bu bankaların finansman maliyetini etkilediği ölçüde ciddi bir tehdit.[3] TCMB faizi oynatmasa da bankalar bunu yapabileceğini bildikleri için, koridor geniş olduğu sürece kendilerini bu tehdit altında hissediyorlar ve davranışlarını ona göre ayarlıyorlar. Başka bir değişle TCMB Lasker’in taktiğini uyguluyor, bankalar da bundan Nizowitsch gibi şikâyet ediyor. Aradaki önemli fark, Lasker-Nizowitsch oyununda hakem olmasına rağmen TCMB-Bankalar oyununda olmaması.

     

    Bu görüşümü biraz açayım.

     

    TCMB'nin “esneklik” olarak da değerlendirdiği yaklaşımı şöyle özetleyebiliriz:

     

    i) Bankalar, para piyasasında, TCMB'den kaynak kullanıyor. Dolayısıyla TCMB'nin önemli olan politika değişkeni bankalara kaynak kullandırmak için istediği faiz.

     

    ii) TCMB üç ayrı kanaldan TL kaynak kullandırıyor (döviz satın almayı bir tarafa bırakıyorum). Günlük satış, haftalık ve aylık ihale. Bunlarda faiz belirleme kuralları farklı. İlk ikisinde TCMB faizi belirliyor. Sonuncusu ise piyasada belirleniyor.

     

    iii) TCMB hangi kaynaktan ne kadar kullandıracağına kendisi karar veriyor. Dolayısıyla bankaların para piyasasından kaynak temin etmelerinin maliyetini etkiliyor. Burada iki nokta önemli. Bunlardan ilki TCMB’nin para piyasasındaki faiz düzeyini etkileyecek güç ve saygınlıkta olduğu varsayımı. Bu varsayımın bugünkü koşullarda geçerli olduğu rahatlıkla kabul edilebilir. İkincisi ise belirsizliğin "sıra dışı gün" kavramı yoluyla oyuna sokulması. “Sıra dışı” günlerde TCMB para piyasalarından bankalara verdiği kaynağın miktar ve maliyetini değiştirme özgürlüğüne sahip. Tabii, TCMB bunu canı istediği için yapmıyor. Edindiği bilgilere dayanarak değerlendirme yapıyor ve günleri “sıradan” ya da “sıra dışı” olarak nitelendiriyor; ona göre de hareket ediyor. Ama TCMB’nin bu kararının gerekçeleri önceden bankalar tarafından bilinemeyeceği için başlayan günün “sıradan” mı “sıra dışı” mı olduğunu kestiremiyorlar. Bu da, para piyasasından önemli sayılabilecek ölçüde kaynak temin eden bankalar için finansman maliyetlerinin "belirsiz" olmasına yol açıyor.

     

    iv) Bankalar da bundan şikayet ediyorlar[dı?].

     

    Peki bu politika amaca ulaşır mi? Karşılaşılabilecek sorunlar neler olabilir? Bu sorulara yanıt verebilmek için bankalara ilişkin iki temel varsayım yapalım:

     

    Varsayım 1: Bankalar “riskten kaçınıyor” (risk averse) olsunlar. İçinde bulunduğumuz küresel ortamda, Türkiye’de bunun tersine davranmaya kalkışacak bir “risk sever” banka olacağını sanmıyorum. Böyle bir banka çıksa bile, herhalde, BDDK onu dizginler.

     

    Varsayım 2: Bankalarda kredi/mevduat oranı yüksek olsun. Türkiye’deki veriler bu koşulun sağlandığını gösteriyor. Bankaların verdikleri kredileri tanımlarken “vadeye kadar elde tutulacak menkul kıymetler” kalemini, Hazine’ye açılan krediler olarak kabul etmek uygun olur. Bu durumda 2011 sonu itibariyle Türk bankacılık siteminde kredi/mevduat oranı % 110 çıkmaktadır.

     

    Bu durumda iktisat kuramından hareketle[4], bazı ek teknik varsayımlar yapıldığında, aşağıdaki sonuçlara ulaşılabilir:

     

    1) Bankalar, finansman tarafında bu tür bir belirsizlik artışı ile karşılaştıklarında kredi sunumlarını düşürme yönünde hareket ederler.

     

    2) Bankalar finansman kaynaklarının bileşimini  mevduat lehine döndürür, para piyasasından borçlanmalarını kısarlar.

     

    3) Bankalar hem kredi ve hem de mevduat faizlerini artırma eğilimi gösterirler.

     

    (1) ve (2) bir arada sağlandığında kredi/mevduat oranı düşer. (3)’ün de bu etkiyi güçlendirici yönde etki yapması beklenir. Bu sonuçlar, TCMB’nin önerdiği yaklaşımın kredi sunumundaki “aşırı” genişlemeyi dizginleme amacı ile tutarlı olduğunu göstermektedir. Ancak, herhangi bir politika önerisini değerlendirebilmek için onun maliyetlerini de hesaba katmak gerekir. Bu bağlamda ilk akla gelen maliyet, bankaların kârlarına ne olacağıdır:

     

    4) Yukarıda ana çizgileri verilen çerçeve içinde böyle bir politika, bankaların kârlarını olumsuz yönde etkileyebilir. Bankalar da bunu saptayarak kaygılarını ilettiler. Öte yandan, TCMB’nin bu noktanın farkında olmaması düşünülemez. Herhalde, TCMB bu nedenle kârlılıkta meydana gelecek düşüşün tehlikeli boyutta olmayacağı sonucuna vardı. Buna karşılık bankalar da, doğal olarak, kârlarında düşme olması olasılığından memnun kalmadılar.

     

    Ancak, maliyet olarak kabul edilmesi gereken bir nokta daha var:

     

    5) Finansman tarafındaki belirsizlik artınca, bankaların merkez bankasının faizine olan duyarlığının azalması beklenir ve dolayısıyla merkez bankasının kısa dönemli faizleri değiştirerek kredi hacmini etkilemesi zorlaşabilir.[5]

     

    Bu sonuç aslında şaşırtıcı değil. Kolaylık olması için uç durumu ele alalım: Bankalar para piyasasından hiç finansman temin etmesinler. Bu durumda merkez bankasının para piyasasındaki faiz oranını etkileyebilmek için politika faizini değiştirmesi bankalar için hiçbir anlam ifade etmeyecektir. Bu gözlemden hareketle, bankaların finansman tarafında belirsizlik artması durumunda para politikasının etkinliğinin azalacağı sonucuna ulaşabiliriz. Bu enflasyonla mücadele etmek isteyen bir merkez bankasını başarısızlık riskiyle karşı karşıya bırakabilecek bir maliyettir.

     

    Özetle, bankalara finansman sağlamada belirsizlik yaratma politikası, ilk aşamada (bir anlamda kısa dönemde) “aşırı” kredi genişlemesini engellemekte başarılı bir yol, ama ikinci aşamada (bir anlamda orta dönemde) para politikasının etkinliğinin düşmesine yol açma riski taşıyor.  Sanırım, TCMB bu riskin farkında olduğu için, fiili koridorun aslında, ilan ettiği sınırların çizdiğinden, daha dar olduğu [ve olacağı]  izlenimini vermek istiyor.

     

    SONUÇ

     

    İki noktayı vurgulamak istiyorum:

     

    I) Belirsizlik yaratmak görece kolay olduğu halde, yaratılan belirsizliği ortadan kaldırmak o kadar kolay değildir. Çünkü belirsizliğin olumsuz sonuçları karar alıcıların belleklerinde yer eder. Belirsizliği yaratanın bu yola devam etmeyeceğine inanmaları da uzun sürer. Burada ele alınan örnekte, TCMB’nin faiz koridorunu fiilen daraltması amacına ulaşmasını sağlamaya yetmeyebilir. Çünkü, bankalar, TCMB’nin  faiz koridorunu istediği zaman tekrar genişletebileceğini bildikleri için, “aşırı ihtiyatlı” davranmaya devam edebilirler. Dolayısıyla bu süreci kısaltmak için belirsizliği yaratanın (örneğimizde TCMB) yoğun ek çaba göstermesi gerekir.

     

    II)  İktisadi yaşam, çoğu kez, iktisadi karar birimlerinin tutumlarını değiştirmelerini beklemez. TCMB’nin kredi arzının “aşırı” kısıldığını saptayıp, bankaları bir an önce tekrar kredi açmasını sağlamaya çalıştığını düşünelim. Bu durumda, ilk maddede belirtilen nedenle, bankaların algıladıkları belirsizlik düzeyini hızla değiştirmeleri pek beklenemeyeceğinden, çare olarak geriye onların ileride karşılaşabilecekleri belirsizlikle baş edebilmek açısından kendilerini daha güvenli konuma gelmeleri kalmaktadır. Bunu sağlamanın yolu da bankaların sermayelerini artırmalarıdır, Ritz (2012, s. 15 Önerme 3). O zaman akla bir başka soru geliyor: Bankaları sermaye artırmaya kim ve nasıl ikna edecek?

     

     

     

    KAYNAKLAR:

     

    Başçı, E. ve H. Kara (2011). "Finansal istikrar ve para politikası”, İktisat İsletme ve Finans, 26 (302), s. 9-25.

     

    Ritz, R. (2012): How do Banks Responded to Increased Funding Uncertainty, Cambridge University, Basılmamış not, http://www.econ.cam.ac.uk/faculty/ritz/pubs/Ritz_RBFU_February2012.pdf

     

     


    [1] Ulaşabildiğim satranç kaynaklarında bu öykünün, aralarında Lasker ve Nizowitsch’in de olduğu, 9 satranççı ismini içeren 8 farklı biçimi olduğunu gördüm.

    [2] Fatih Özatay’ın Radikal gazetesinde 2011 ve 2012 yıllarını kapsayan döneme yayılan ve Türkiye’de para politikasını eleştirel çözümleyici bir yaklaşımla ve çok kolay okunabilir bir dille yazdığı yazılar beni bu konuya daha yakından bakmaya yöneltti. Fatih Özatay, ayrıca bu yazıyı okuyup görüşlerini iletti. Kendisine bu iki nedenle teşekkür borçluyum. Tabii, bu yazıdaki eksikliklerden ya da yanlışlardan sadece benim sorumlu olduğumun altını çizerek.

    [3] Yanlış anlaşılmaması için vurgulayayım. Burada “tehdit” kelimesiyle kastedilen para piyasasında faizlerin çok oynamasıdır. TCMB’nin , böyle bir oynamaya olanak sağlayacak geniş bir faiz koridorunu yaşama geçirmek dışında bankalara yönelik “tehdit” sayılabilecek bir eylemi söz konusu değildir.

    [4] Buradaki tartışma büyük ölçüde Ritz (2012)’deki bulgulara dayanmaktadır.

    [5] Bu sonucun ortaya çıkması için yeterli koşulların neler olduğu Ritz (2012, s.20-21) de verilmektedir.


    * Bu yazı İktisat ve Toplum Dergisi'nin 17. sayısında yayımlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır