Arşiv

  • Nisan 2024 (6)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Kentleşme politikası artık ekonomi politikasıdır

    Güven Sak, Dr.18 Mart 2014 - Okunma Sayısı: 2206

    Rakamlara baktıkça da, doğrusu ya, Anadolu'da sanayinin geleceği konusunda endişeleniyorum. Türkiye galiba artık bir karar aşamasında.

    Geçenlerde “Siz hiç Kanyon AVM’den, Zorlu Center’a doğru yürüdünüz mü?” diye sormuştum. Hatırlıyor musunuz? Gelen cevaplar arasında ben en çok “Yürümek mümkün değil, hayati tehlike olur, yaya geçidi yok” diyenini sevdim. Hakikaten öyle. İstanbul’un en mutena semtinde bir alışveriş merkezinden diğerine yaklaşık 1400 metre yürüyebilmek mümkün değildir. Kaldırım arada bir daralır ve sonra yok olur. Yaya geçidi her ne hikmetse düşünülmemiştir. Özensizdir. Şehrin her bir parselini tek tek düşünüp, yanındakine nasıl bağlanacağını kafanıza takmazsanız tam da böyle olur. Aynı durum, Ankara Söğütözü için de geçerlidir. Gelin mesela Armada AVM’den, Next Level’a bir yürüyün. Aynı yolun etrafında ikisi birbirlerine bakarlar, araları 1000 metre bile değildir ama ayrı dünyalara aittirler. Sıkıysa birinden diğerine yürümeye kalkın bakalım: Yolda kaybolma ihtimaliniz, sağ salim birinden diğerine varma ihtimalinizden daha yüksektir. O nedenle ben AVM’den AVM’ye otomobil ile gitmeyi tercih ediyorum. Herkes öyle yapınca yollar otomobilden geçilmiyor elbette. Nedir bu? Özensizliktir. Kent üzerine belediyelerimizin bir on dakika düşünmeden iş yaptıklarına kanıttır. Türkiye’nin kentleri kötüdür. Kötü kentler yenilikçiliği öldürür. Büyümeyi zedeler. Peki, bu işin ekonomi ile ne alakası vardır? 

    Ben Türkiye’de sanayileşmenin geleceği üzerine düşünürken, en önemli meselelerden birinin de şehirleşme politikalarımız olduğunu düşünüyorum. Son zamanlarda konuya takmam bununla alakalıdır. Türkiye 1980’deki fiyat reformları ile birlikte bir sanayi ülkesine dönüşmeye başladı. Turgut Özal dönemindeki serbestleşme ile birlikte, ihracatımız 1980’deki 3 milyar dolar seviyesinden, bugünkü 130 milyar seviyesine çıktı. Daha önemlisi, 1980’de ihracatın yüzde 10’u sanayi ürünlerinden oluşurken, şimdi o oran yüzde 90’a çıktı. Gümrük Birliği ile birlikte, Türkiye düşük teknolojili bir sanayi ülkesi iken, orta teknolojili bir sanayi ülkesine dönüştü. Dünyanın en zengin pazarlarından Avrupa Birliği pazarı yanı başımızda olmasa olmazdı. Ama aynı Avrupa pazarı, Türkiye’yi hala yüksek teknolojili bir sanayi üretim üssüne çeviremedi. Burada çuvaldızı kendimize batırmamızda fayda var diye düşünüyorum ben doğrusu. Öyle ha deyince kimse yüksek teknolojili sanayi üretim üssü haline dönüşmüyor. Önce ülkenin bu iş için yeter sayıda nitelikli personele sahip olması gerekiyor. Türkiye’nin iyi eğitimli mühendislere, temel bilimcilere sahip olmadan, onların dershane öğretmenliğinden ya da üretim mühendisliğinden katma değeri daha yüksek işler yapabilmesini sağlamadan yüksek teknolojili bir ülke olabilmesi mümkün görünmüyor. Ülkenin iyi eğitimli yenilikçi sınıfı ne kadar kalabalıksa, ekonomi o kadar güçlü oluyor. Türkiye kendi yenilikçi sınıfı ile Gezi hadisesi sırasında tanıştı. Gezi ile birlikte onlar ilk kez sokağa çıkıp, bir siyasi gösteriye katıldılar. Onları o sayede gördük: Şehirli, profesyonel, iyi eğitimli ve gençtiler. Yaşadıkları çevreyi önemsiyorlardı. Evlerinde çeşmeden temiz su akıyor olmasını bir lütuf gibi görmüyorlardı. Onun zaten bir hak olduğu kanaatindeydiler. Daha yaşanabilir kentler istiyorlardı. İşte o zamandan beri ben onların kimler olduğunu ve ülke sathına nasıl dağıldıklarını merak etmeye başladım. Rakamlara baktıkça da, doğrusu ya, Anadolu’da sanayinin geleceği konusunda endişeleniyorum. Türkiye galiba artık bir karar aşamasında. Ya Anadolu’da sanayinin bir üst aşamaya sıçrayabilmesi için daha yaşanabilir kentler yapacağız ya da Anadolu’da bu sanayi sevdasından vazgeçeceğiz. Kentleşme politikasının artık ekonomi politikasının ayrılmaz bir parçası olduğu yeni bir aşamaya girdik. 

    Yenilikçi sınıfın, tüm çalışanlar içindeki payının, Türkiye ortalamasının üzerinde olduğu üç yer, en büyükten en küçüğe sırasıyla: 
    Ankara, İzmir ve İstanbul. Yenilikçi sınıfın Türkiye ortalamasının altında olduğu üç yer, en düşükten başlayarak birkaç örnek: Gaziantep, Manisa ve Kayseri. Nitelikli işgücü Anadolu’nun yeni sanayi merkezlerinden uzak duruyor. Bütün şehirleşme problemlerine karşın, daha iyisi olmadığından, Ankara ve İstanbul’da kalıyor. Böyle giderse ne olur? Emek yoğun işlerde, Çin ile rekabet imkansız olduğuna göre, bu kentlerle biz Anadolu’da sanayi işinden sonunda vazgeçeriz. Ankara, İzmir ve İstanbul’a yığılmaya devam ederiz. İyi kentler yenilikçilikle büyürler, kötü kentler yenilikçiliği öldürerek, kendi büyüme potansiyellerini sınırlandırırlar. Sanayide Çin ile değil İtalya ile rekabet etmek istiyorsak, yeni seçilecek belediye başkanlarının İtalyan kentlerine bakmalarında fayda vardır. Acaba göreve başlayacak olanları birkaç aylığına İtalya’ya yaşamaya mı göndersek? Gitseler ve kargadan başka kuş olduğunu da görseler, bana hepimiz için iyi olurmuş gibi geliyor.

     

    Bu köşe yazısı 18.03.2014 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır