Arşiv

  • Nisan 2024 (12)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Eskiden olsa ben bundan daha çok korkardım

    Güven Sak, Dr.22 Nisan 2014 - Okunma Sayısı: 1375

    Bizim kuşağın Hazine garantisi lafından korkmasının nedeni, Almanların hala 1930'ların enflasyonunu hatırlayıp, enflasyondan korkması gibidir.

    Ben 1960’lı yılların başında doğdum. 1980’li yılların başlarında kamuda çalışmaya başladım. 1990’lı yılları yaşayarak öğrendim. Bizim kuşak “Hazine garantisi” lafını hiç sevmez. Birincisi, şarta bağlı yükümlülük kötüdür. Bir bakarsınız, kamu borç stokunu uçuruvermiş, siz bakakalmışsınız. Dün gördük. İkincisi ise tarihten gelen bir sebeptir, bugün anlatayım. Geçen hafta haberi hep birlikte duyduk. Kamu-özel sektör ortaklığı ile yapılacak büyük projelere kamu bundan böyle “Hazine garantisi” verebilecekmiş. Hazine garantisi vardı, şimdi sanki genişliyor gibi geldi bana. Bunların yıllık bir bütçe limiti olacakmış. Ayrıca toplam verilen garanti tutarı yıllık belli bir büyüklüğü aşamayacakmış. Ama 2014 yılında zaten başlatılan projeler farklı olacakmış. 3. köprü, 3. havaalanı gibi, Amerikan Merkez Bankası kararı ile dış finansman şartlarının değişmesine dayalı olarak, dış finansman bulma imkanı artık sıfırlanan projeler öyle limite mimite filan bakılmadan Hazine garantisi alabilecekmiş. Zaten adına da Hazine garantisi değil, artık borç yüklenimi diyormuşuz. Hazine özel sektörün projeden kaynaklanan borçlarını yüklenebilecekmiş. Doğrusu ya, eskiden olsa ben bundan çok korkardım. Ama şimdi o kadar da takmadım. Korkmadım değil, yine korkarım ama eskiden olsa daha çok korkardım. Nedenini anlatmak isterim. Müsaadenizle, önce bu hazine garantisi işini neden eskisi kadar korkunç bulmadığımı izah edeyim. Sonra da ne olursa olsun neden bu işten çekinmemiz gerektiğine geleyim. Bizim kuşağın Hazine garantisi lafından korkmasının nedeni, Almanların hala 1930’ların enflasyonunu hatırlayıp, enflasyonun yukarıya doğru hareketlenmesi olasılığından korkması gibidir. Ben devlet iç borçlanma senedi (DİBS) stokunun hiç dert olmadığı bir dönemde kamuda çalışmaya başladım. Sonra onun nasıl bir bela haline geldiğini yaşayarak hep gördük. Önce ömrümüzü, sonra da bankacılık sektörünü tüketti 2000 yılında. Ben size söyleyeyim: Borca alışmak eroine alışmak gibidir. Hazine garantisine alışıp maliyet düşürmenin, özel sektör için eroin kullanmaya başlamaktan farkı yoktur. Ne yaptığınızı ancak iş işten geçtikten sonra anlarsınız. Mutlaka çok geç olur. Peki, ben şimdi niye eskisi kadar çok korkmuyorum? Gayet basit bir nedenle.Her gün dünün kazanımlarından bir kaç adım geri atsak bile, bugün iç borç yönetimi 1990’larda atılan adımlar sayesinde bir nevi uzay çağına geçmiş gibidir. Dün öyle değildi. Bugünün şeffaflık düzeyi dünün hiçbir parametresi ile kıyaslanamaz bile. Ondan korkmam. 

    Kendi tarihimden anlatmak isterim. Ben 1980’li yılların başında, kamuda çalışmaya başladım. Sermaye Piyasası Kurulu daha yeni kurulmuştu. İstanbul Borsası daha hala Osmanlı Borsası halindeydi. 1985 yılında ilk işim, tahvil piyasası ile ilgiliydi. Bana tahvil piyasası nasıl işliyor bir bak demişlerdi. Ne yaparsınız? Hem özel kesim tahvillerine, hem de kamu kesimi DİBS’lerine bir bakarsınız değil mi? Kamuda ortada doğru dürüst bir DİBS stoku serisi olmadığını, borçların kişisel ajandalardan takip edildiğini ben o zaman öğrendim. O tarihten sonra uzunca bir süre bu Hazine garantilerinin de bir kütüğü filan yoktu. 1990’larda Dünya Bankası’nın iç borç yönetimi ile ilgili olarak sağladığı imkanlarla, Türkiye borç stoku serisini izlenebilir hale getirdi. Hazine garantilerini ise bir risk yönetimi anlayışı ile takip etmeye başladı. Sonuçta, bugün açıklamadığınız Hazine garantisi serisini yarın açıklayıverirsiniz. Herkes riski görür ve fiyatlar, piyasalarda büyük oynamalar olmaz. Olsa olsa Hazine’nin borçlanma maliyeti azıcık yukarıya fırlayıverir. Ama bakın, hiç değilse ortada gerekirse açıklanabilecek bir Hazine garantileri kütüğü zaten var. Ben bu rakamlara bakmaya başladığımda, yoktu. 

    Peki, neden hala korkarım? IMF’nin bu Nisan’da yayımladığı Küresel Finansal İstikrar Raporu’nda şirketler kesimi borçlarının büyüme hızı, cari işlemler açığının büyüklüğü, reel getirinin düşüklüğü, cari işlemler açığının finansman biçimi, memleketin döviz rezervlerinin borç ve cari işlemler ödemelerine yeterliliği konularında en kötü notları hep Türkiye alıyor. Hem ihtiyacımız çok, hem kenarda paramız yok, hem de banka bilançolarında risk daha yenilerde tavana vurmuş gibi duruyor. Ayrıca büyüme filan da beklemiyoruz. Peki, Türkiye nasıl oluyor da yoluna devam ediyor? Neden hala bir ödemeler dengesi krizi içinde değiliz? Gayet basit bir nedenle, karşılaştırıldığımız bütün o gelişmekte olan ülkelere göre Türkiye’de kamu borcunun milli gelir içindeki payı düşük. Ne demek bu? Gerekirse, özel sektör borcunu kamu borcu yapabiliriz demek. Merkez Bankası’nın politika alanı dar olabilir, ama kamu maliyesi alanında hareket kabiliyetimiz var. Şimdi işte bu tek avantajımızı da zora sokmak için bir adım atıyoruz gibi geliyor bana. İşte bakın bundan korkarım doğrusu.

     

    Bu köşe yazısı 22.04.2014 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır