Arşiv

  • Nisan 2024 (10)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Özel kesimin, kamu tasarrufuna tepkisi cari açığı artırıyor

    Hasan Ersel, Dr.28 Mayıs 2007 - Okunma Sayısı: 1848

     

    Özel tasarruf oranı, kamu tasarruf oranıyla ters yönde bir ilişki içinde. Kamu tasarruf oranını artırmaya çalıştığımızda, özel kesim buna tüketimini kısarak değil, tasarruf oranını düşürerek tepki veriyor.  Bu Tepki Türkiye'nin cari açığını büyütüyor.

    Türkiye'nin bugünkü ortamında iktisadi sorunlardan, hele uzun dönemli olanlardan söz etmenin okura pek anlamlı gelmeyeceğinin, hatta sevimsiz kaçabileceğinin farkındayım. Bugünlerin gündemini işgal eden terör konusunda benim söyleyebileceğim ilginç bir şey yok. Seçimlere gelince: Seçimlerin kasım ayı yerine daha erken bir tarihte yapılması, ülkenin sorunları konusunda derinlemesine tartışma geleneği olmayan ülkemiz siyasal yaşamına yoluna aynen devam etmek için kolay kullanabileceği bir gerekçe verdi. Bu nedenle de önümüzdeki siyasal propaganda döneminde, temel toplumsal ve iktisadi sorunlarımızın çözümüne yönelik farklı görüşler ve öneriler dinleyeceğimizi hiç sanmıyorum. Ama seçimin ertesi günü biz yine bu sorunlarla -umarım sadece onlarla- baş başa kalacağız. Nasıl olsa bu noktaya döneceğimize ve ben de başka bir şey bilmediğime göre bu konudan ayrılmayayım bari.

    Türkiye'nin tasarruf sorunundan söz etmek istiyorum. Ekonominin gelişebilmesi için, sermaye birikimi gerekiyor. Bu da yatırımlara bağlı. Yatırım yapabilmek için de elimize geçen gelirin bir kısmını tüketmeyip bu işe ayırmamız gerekiyor. Buna da tasarruf diyoruz. Ülke yatırımlarını da doğru dürüst yaparsa (getirisi yüksek projeler seçmek, çevreyi tahrip etmemek vs.), ülkede yaşayanların refahı o kadar artar. Bu gözle bakıldığında bir ülkenin milli gelirinin ne kadarını tasarruf ettiği önemli bir değişken olarak ortaya çıkıyor.

    Krizlerin etkisi

    Türkiye'de toplam (özel+ kamu) tasarrufların GSMH'a oranı, 1987-2006 dönemi ortalaması olarak hesaplandığında yüzde 20,5 çıkıyor. Doğu Asya ülkelerinden düşük, Latin Amerika ülkelerinden belki biraz daha iyi. Ama zaman içinde tasarruf/GSMH oranı düşme eğilimine girdiğini görüyoruz. Örneğin 1987-90 döneminde ortalama tasarruf/GSMH oranı yüzde 23,9 iken 2002-2006 döneminde yüzde 17,9'a düşmüş. Üstelik aradaki krizler, siyasal istikrarsızlıklarla dolu dönemde ortalama tasarruf/GSMH oranı yüzde 20,2 imiş.

    Çözmemiz gereken bazı bilmeceler var! İlki şu: 2002-2006 dönemi, ekonomimizin geçmişe oranla en istikrara kavuştuğunu iddia ettiğimiz dönem değil mi? Üstelik büyüme de sağladık. Peki neden tasarruf/GSMH oranımız düşüyor? Oysa mali sistemimin yeniden yapılandırılmasıyla ilgili pek çok önlemi alıp, bunun maliyetini de kamu kesiminin üstlenmesini sağlamamış mıydık? Gerçi, mali sistemin serbestleştirilmesinden yana olan aklı başında hiç kimse, bu yolla ülkenin tasarruf eğiliminin yükseleceğini iddia etmemiştir ama herhalde bu önlemlerin sonunda düşmesini de beklemiyordur!

    Kamu tasarrufları

    İkinci bilmecemiz ise  kamu kesimine ilişkin olarak alınan önlemlerle ilgili. Sermaye hareketlerinin serbest bırakılmasının Türkiye ekonomisinde etkisini fiilen gösterdiği 1991 yılı ile 2006 yılı arasındaki dönemin ortalaması alındığında kamu kesiminin tasarruf/GSMH Oranı yüzde 0,016! Yani bu dönem boyu kamu kesimi tasarruf yapamamış. O halde bütün bu dönemde Türkiye'de tasarruf eden özel kesimiymiş. Üstelik her hangi bir yılda kamu kesiminin tasarruf mu edeceği, yoksa kamu tüketiminin kamu harcanabilir gelirinden fazla mı olacağı da pek belli değilmiş. Bu oranın standart sapması, ortalamasının 20 katı! Tam bir keyfi davranış göstergesi. Durum 1991-2001 dönemini alınca daha da kötüleşiyor. Keyfilik daha da artıyor. Bir ilginç nokta daha var. Sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesinden önceki dönemde, yani 1987-1990 kamu tasarruflarının GSMH'a oranı, yüzde 6,4 imiş. Yani kamu kesimi hatırı sayılır ölçüde tasarruf ediyormuş. Hele bu dönemde kamu kesiminin harcanabilir gelirinin GSYH'nin sadece yüzde 15,4'ü olduğu düşünülürse, kamu kesiminin tasarruf eğilimi (kamu kesiminin tasarruflarının kamu harcanabilir gelirine oranı) yüzde 41,6 çıkıyor. Hiç de fena değil...

    Özel kesim tasarrufu

    Bilindiği üzere 2002 sonrasında kamu kesimine ilişkin ciddi önlemler alındı. Kamu harcamaları kısıldı, kamu gelirleri artırılmaya çalışıldı. Bunun sonucunda da kamu kesiminin tasarruflarının GSYH içindeki payı yüzde 0,6 oldu. Bu  kamu tasarruf eğiliminin yüzde 4,8 olması demek. 1991-2001 göre iyi, 1991 öncesine oranla ise çok mütevazı bir oran. Demek ki, henüz kamu kesiminde bozulanı bile yerine koymuş olmaktan çok uzağız. Daha yapacak çok işimiz var.

    İşte burada bir başka  bilmeceyle karşılaşıyoruz. İstikrarsızlığından şikayet ettiğimiz 1991-2001 döneminde özel tasarruflar/GSYH'a oranı (özel tasarruf, şirketlerin ve hane halklarının tasarruflarının toplamı olarak tanımlanıyor) yüzde 20,2 imiş. Bu özel tasarruf oranının yüzde 23 olması demek. Ama işlerin iyi gittiğini söylediğimiz 2002-6 döneminde özel kesimin tasarruflarının GSYH'a oranı yüzde 17,3 e, özel tasarruf oranı da yüzde 20,4'e düşüyor. Burada ilginç bir durumla karşılaşıyoruz. Özel kesimin tasarruf oranı yaklaşık 1987-90 dönemi büyüklüklerine düşmüş. O dönemde özel tasarruflar/GSYH oranı yüzde 17,5, özel tasarruf eğilimi de 20,7 idi.  Demek ki, özel tasarruf oranı, kamu tasarruf oranıyla ters yönde bir ilişki içinde. Kamu tasarruf oranını artırmaya çalıştığımızda, özel kesim buna tüketimini kısarak değil, tasarruf oranını düşürerek tepki veriyor.

    2005 Yılı Deneyimi

    Özel kesimin tasarrufa ilişkin davranışları açısından ilginç bir örnek 2005 yılı. Bu yılın şu özellikleri var: 2004 yılında yüzde 31,6 olan vergi/GSYH oranı bu yılda yüzde 35.3'e yükseliyor. Kamu kesimi 15 yıl sonra ilk kez tasarrufunu GSMH'nın yüzde 5'ine yaklaştırıyor, yüzde 4,6'ya ulaşıyor. Her ne kadar transfer harcamaları arada biraz daha artıyorsa da, bu yılda kamunun faiz harcamalarında yaklaşık GSMH'nın yüzde 3,3ü kadar bir düşme var. Sonuçta 2005 yılında özel harcanabilir gelirin GSMH'a oranı yüzde 87,2 den yüzde 81,8'e düşüyor. Özel kesimin buna tepkisi tüketimi kısmak olmuyor; tam tersine özel tüketim artıyor. Özel kesimin tasarrufunun GSMH'ya oranı yüzde 20,3 den, dramatik bir biçimde, yüzde 11,6'ya düşüyor. Tepki o kadar sert ki, dış tasarruflara gereksinimimiz artıyor ve Türkiye'nin cari açığı büyüyor.

    2006'da kamu kesimi girdiği çizgide devam etmeye pek ısrarlı görünmüyor. Kamu tasarruflarının GSMH'a oranı yüzde 1,32ye düşüyor. Buna karşılık vergi yükü biraz hafifliyor. Bu arada faiz oranlarının düşmesi nedeniyle kamunun özel kesime faiz ödemesi olarak aktardığı miktar da görece azalıyor. Ama kamu kesimi özel kesimin imdadına başka bir aracı kullanarak yetişiyor. Özel kesime yapılan transferler 2.7 puan artarak GSMH'nin yüzde 11,4'üne yükseliyor. [Bu konu üzerinde daha önce birkaç defa durmuştum. Bu rakam, 1987-2006 döneminin ciddi farkla rekoru]  Bunlar sonunda özel harcanabilir gelirin GSMH'ya oranı 3 puan yükseliyor. İşte o zaman özel tasarruf eğilimi 4 puan artarak GSMH'nın yüzde 15,5'ine yükseliyor. Ama yükseldiği değer, hâlâ 2005 yılı dışında, 1987-2006 döneminin en düşük tasarruf oranı! Bu tepki, belki biraz olağan dışı ama özel kesimin tasarruf eğilimini yükseltmenin hiç de kolay olmadığını gösterdiği için önemli.

    Cari açık çok tartışıldı. İyimser diyebileceğim, ama doğruluk payı da olan bir görüş Türkiye'nin önümüzdeki dönemdeki cari açığının ekonominin dönüşümü için daha çok yatırım yapma gereğinden kaynaklanacağı idi. Bu dönüşümün sonucunun olumlu olacağını öngörülmesi durumunda da Türkiye'nin kullanabileceği dış tasarruflar artacak, hatta bunun içinde yabancı doğrudan yatırımların payı da yükselebilecekti. Dikkat ederseniz bu görüşü savunanlar, ülke içinde tasarruf eğilimini belli bir düzeyde tutmak ya da artırmak açısından önemli bir sorunla karşılaşmayacağımızı varsayıyorlardı. Ancak bu yazıda ele aldığım sorun bu varsayımın en azından sorgulanması gerektiğini gösteriyor.

     

    Bu köşe yazısı 28.05.2007 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır