Arşiv

  • Nisan 2024 (7)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Üç tabloda Türkiye ekonomisinin 2007-2014 serencamı

    Güven Sak, Dr.15 Ekim 2015 - Okunma Sayısı: 5199

    Türkiye ekonomisinin 2007-2014 performansının kötü olduğunu biliyoruz. Bugün bu kötü ifadesini biraz daha açmak istiyorum. Bu dönemin teğet geçmeyen küresel kriz dönemi olduğuna bir değinmek istiyorum. Türkiye ekonomisinin bugünlerde giderek daha fazla görünür hale gelen kırılganlığının arkasında, Türkiye ekonomisinin rahatlıkla berbat diye nitelendirilebilecek 2007-2014 performansı yatıyor. Neden berbat? Gelin üç tabloda Türkiye ekonomisinin 2007-2014 serencamını size bir anlatayım.

    İlk tablo Türkiye ekonomisinin bir nevi iftihar tablosu. Oradan başlayayım. Kamu borç stokunun milli gelir içindeki payı 2000’lerin başında neredeyse yüzde 80 iken, 2014 yılında yüzde 30’lara geriledi. 1990’lı yıllarda temel problemimiz kamu borç stokunun milli gelir içindeki payının yüksekliğiydi. Her Hazine ihalesinde yüreğimiz ağzımıza gelirdi o yıllarda. Artık öyle değil.

    Bu nasıl oldu konusuna bugün ayrıca girmeyeyim. Ancak daha bu son Kurban Bayramı sırasında Resmi Gazete’de yayımlanan ve İşsizlik Sigortası Fonu’nda biriken kaynakların kullanımını düzenleyen kararın uzun vadeli etkilerine de ayrıca bir bakmak gerekiyor doğrusu. Türkiye bugünün rakamlarını düzeltmek için ileriye yönelik uzun vadeli karşılığı olmayan yükümlülükler yaratıyor mu? Bir bakmak lazım. Biz sosyal güvenlik sistemini de böyle usul usul delmiştik zamanında. Atlamış olmayayım. Ama şimdi oraya da girmeyeyim. Şöyle toparlayayım: Türkiye kamu borç stokunun milli gelir içindeki payını başarıyla yüzde 80’den yüzde 30’a doğru geriletti. 2001 krizinde banka bilançolarını patlatan kamu borç stokunun milli gelir içindeki payı 2007-2014 döneminde başarıyla azaltıldı. Bu iyi mi? Elbette iyi. Kamu bütçesinde faiz dışı fazla hedeflerinin amacı bu yükü hafifletmekti. Türkiye rejime sadık kalınca kilo verdi. Başarılıdır. İyidir.

    Böylece geleyim ikinci tabloya. Bu tablo yükselen piyasa ekonomilerini 2007-2014 döneminde finansal olmayan şirketlerin borçlarındaki artışa göre sıralıyor. Ne görünüyor? Türkiye, şirketler kesiminin borçlarının artışında, Çin’den sonra dünya ikincisi olarak görünüyor. 2007-2014 arasında kamu borç stokunun milli gelir içindeki payı azalırken özel kesim borçlarının milli gelir içindeki payı artıyor. Türkiye’de özel kesim borçlarındaki artış, milli gelirin yüzde 25’ine ulaşıyor neredeyse. Kamunun üzerindeki yük özel kesime geçiyor. Peki, bu tek başına bir tehdit mi? Hayır.

    Ama bakın üçüncü tablo ile birlikte ortaya ciddi bir kırılganlık kaynağı çıkıyor. Üçüncü tablo, Türkiye’de finansal olmayan şirketlerin açık pozisyonlarının milli gelir içindeki payının nasıl hareket ettiğini gösteriyor. Nedir? 2007-2014 arasında borçları milli gelirin yüzde 25’i kadar artan ve özel kesim borç artışında dünya ikincisi olan Türk şirketlerinin yabancı para cinsinden açık pozisyonlarının milli gelir içindeki payı aynı dönemde neredeyse dört kat artmış. Ne olmuş? 2007 yılında şirket bilançolarındaki yabancı para cinsinden açık pozisyonun milli gelir içindeki payı yüzde 8 iken, 2014 yılında bu oran yüzde 22’ye çıkmış. Türk şirketleri bilançolarında kur riski biriktirmiş. Şirketlerimizin bilançolarının pasifindeki yabancı para cinsinden borçları ile aktifteki yabancı para cinsinden varlıkları arasındaki fark giderek açılarak milli gelirin yüzde 22’sine ulaşmış.

    Bu bilanço yapısı ile döviz kuru oynarsa ne olur? Önce şirketin karları erir, sonra da şirketin işi biter. 2007-2014 döneminde ekonomi yönetimi, inanılmaz bir aymazlıkla, şirket bilançolarında kur riskinin birikmesine neden olmuş. Boşuna “Türkiye ekonomisinin 2007-2014 dönemi performansı berbattır” demiyorum yani. İdare-i maslahatçıdır en hafifinden ifade etmek istersem. Neden böyle yapılmıştır? Problem birkaç seçim, birkaç referandum ötelensin diye elbette. Ötelendi ama artık faturayı ödeme zamanı geldi işte.

    Peki, Türkiye’nin başka ülkeler arasında artan kırılganlığını açıklamak için bu tablolar yeter mi? Yeter ama bu üç tabloluk öyküyü daha iyi değerlendirin diye iki tane de yancı tablo vereyim isterseniz.

    İlk tablo 2014 yılında seçilmiş yükselen piyasa ekonomilerindeki net uluslararası yatırım pozisyonunun milli gelire oranını gösteriyor. Bir nevi her ülkenin toplam yabancı para cinsinden pozisyon açığının (veya fazlasının) stok değerini gösteriyor net uluslararası yatırım pozisyonu rakamı. Ülkenin kamu ve özel sektör borçlarının tümünü alıyor, her bilançonun aktif ve pasifi arasında yabancı para cinsinden pozisyon açığını hesaplıyor. Karşılaştırma yapmak daha kolay olsun diye bu rakamın milli gelir içindeki payına baktım ben. Ne oluyor? Türkiye, yabancı para cinsinden pozisyon açığında, bir nevi, dünya birincisi çıkıyor. Türkiye’de 2014 yılı itibariyle net uluslararası yatırım pozisyonunun milli gelir içindeki payı yüzde 50’yi aşıyor. Rakamlar dördüncü tabloda.

    Geleyim beşinciye. Tablo, banka bilançolarının pasifindeki döviz cinsinden yükümlülükleri gösteriyor. 2007’den 2014’e, bankalarımızın döviz cinsinden yükümlülüklerinin banka bilançoları içindeki ağırlığı yüzde 50 artıyor. Burada bankalarda pozisyon açığı tartışmasını açmayayım şimdi. Yok deniyor. Ama şunu söyleyeyim: Şirketlerin borçları ve de pozisyon açıkları artıyorsa liranın değerindeki erozyon, banka bilançolarında kur riskini değil, öncelikle kredi riskini artırır. Ne olur? Lira cinsinden ödemeleri gereken borçları artan şirketler, ödemelerini yapmakta güçlük çekerler. İstediğiniz kadar bankanın pozisyon açığı olmasın, sermaye bir kere kediye yüklenmiş sayılır.

    İşte bu nedenlerle, Türkiye ekonomisinin 2007-2014 karnesi berbattır. 2002-2006 dönemi ile 2007-2014 dönemini karşılaştırdığımızda ortalama büyümenin yarı yarıya azalması ve de büyümenin oynaklığının üç katına çıkmış olması boşuna değildir. Bilançolarda biriken kur riski şirketler kesimi için belirsizliği artırmış, şirketler kesimini dış şoklara açık hale getirmiştir.

    Ortada hala yönetilebilir bir risk vardır. Peki, sorun nedir? Sorun, Ankara katliamında da ayan beyan ortaya çıktığı gibi, Türkiye’nin artık görünür hale gelen yönetim zafiyetidir. İdaredeki zafiyet, tedbir alınmasını zorlaştırmaktadır. Nokta.

     

    Kaynak: IMF, http://www.imf.org/external/pubs/ft/gfsr/2015/02/pdf/c3.pdf

     


    Bu köşe yazısı 15.10.2015 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır