Arşiv

  • Mart 2024 (17)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)
  • Nisan 2023 (9)

    Finansal istikrarın kıymetini bilmek

    Fatih Özatay, Dr.09 Ağustos 2017 - Okunma Sayısı: 1779

    Bir süredir bir nedenle Azerbaycan’ın bankaların birbirlerine kısa vadeli nakit borç alıp verebilecekleri bir para piyasasını (bankalar arası para piyasası) nasıl kurup düzgün çalıştırabileceği ve ayrıca açık piyasa işlemlerini nasıl yapabileceği üzerinde düşünüyorum. İşleri zor (elbette imkânsız değil); bir süre önce yaşanan krizin de etkisiyle bankacılık sektörü zor günler yaşamış çünkü. Batan bankalar var. Bazı bankalar arasında güven yok. Hal böyle olunca, geçici nakit fazlası olan bir banka geçici nakit ihtiyacı olan bir bankaya borç vermiyor; bankalar arasında çok kısa vadeli nakit alışverişi ya hiç ya da yeteri kadar yapılmıyor.

    Bu durum Azerbaycan Merkez Bankası’nın (AMB) düzgün bir para politikası yürütmesini son derece zorlaştırıyor. AMB’nin tek derdi bu da değil. Azerbaycan’da çok fazla dolarizasyon var: Mesela dolar cinsinden mevduatların toplam mevduata oranı çok yüksek (Türkiye’nin çok ötesinde). Ek olarak nakit tercihi de çok yüksek; alışverişlerde neredeyse kredi kartı hiç kullanılmıyor.

    Bankaların birbirleriyle çok kısa vadeli borç alıp vermelerine uygun bir ortam oluşturma sorununu Türkiye 1980’lerin ortasında çok akıllı bir mekanizma tasarlayarak halletmişti. Başka ülkelerde eşi görülmemiş bir tasarımdı bu. Türkiye’de o zaman, şu anda Azerbaycan’da olduğu gibi bankalar arasında güven problemi vardı. Ayrıca finansal piyasalar yeni oluşuyordu ve finansal araçlar yeni yeni çeşitleniyordu. Bu ortamda, Merkez Bankası güven sorununu çözmek için “üçüncü taraf” olarak bankaların arasına girdi. Nakit fazlası olan bankadan o nakdi alıp bir teminat karşılığında geçici nakit ihtiyacı olan bankaya verdi. Böylece borç veren banka borç alan bankanın kim olduğunu bilmedi; Merkez Bankası ile işlem yapmış oldu. “İsim” dışında geriye kalan her şey şeffaftı ve kuralları önceden bankalarca bilinen bir düzen geçerliydi. 2001 krizinden sonra uygulamaya konulan ekonomik program sayesinde bankacılık sektörü sağlığına kavuşunca, Aralık 2002 başında Merkez Bankası bankaların arasından çekildi; bankalar tümüyle kendi aralarında borç alıp verme işlemini gerçekleştirmeye başladılar.

    Başka ülkelere bakmak ve Türkiye’yi o ülkelerle karşılaştırmak çok yararlı oluyor. Gelişmiş ülkelerle karşılaştırınca elbette çok sevimli bir durum ortaya çıkmıyor. Ancak gelişmiş ülkeler dışında çok sayıda ülke var ve bu tip bir karşılaştırma aslında bazı alanlarda Türkiye’nin vaktiyle ne kadar doğru işler yaptığına işaret ediyor. Hoş, konu finans sektörü olunca, küresel finansal kriz gösterdi ki, aynı karşılaştırma gelişmiş ülkelerle yapılınca da Türkiye açısından olumlu bir saptama yapmak mümkün.

    Yine bir “ancak” var elbette. Şu: Genelde “sağlık”, özelde de “bankaların sağlığı” statik değil. Zaman ilerledikçe şu ya da bu yönde değişiyor; güçlenebildiği gibi zayıflayabiliyor da. Türkiye’de bankacılık sektörünün derin küresel finansal krizi kazasız belasız atlatabilmesinin, 2001 krizi sonrası uygulamaya konulan ve beraberinde çok tartışma getiren bir dizi reform sayesinde olduğu unutulmamalı. Sağlığı bozulan bir finans sektörünün ekonomiyi derin bir krize sokacağı hep göz önünde bulundurulmalı. Ayrıca, bir kez raydan çıktı mı, finans sektörünü tekrar doğru raya yerleştirmenin çok zor olduğu ve bu zorluğun büyük bir kısmının siyasetten kaynaklandığı da unutmamalı.

    Bu köşe yazısı 09.08.2017 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.

    Yazdır