Arşiv

  • Mart 2024 (17)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)
  • Nisan 2023 (9)

    Uber işi bitmez

    Güven Sak, Dr.04 Haziran 2018 - Okunma Sayısı: 2617

    Geçen hafta Amerika’nın başkenti Vaşington’daydım. Kaldırımda yürürken, yanımdan elektrikli scooter’la biri geçti ve tam yanımda, kaldırımın kıyısında, aleti bırakıp gitti. Ben de resmini çektim. Rengi yeşildi. Lime-S markalı elektrikli scooter’ın üzerinde “Bu araç GPS ile takip edilmektedir.” diye de yazıyordu ayrıca. Kullan-bırak uygulamalarında bir yeni aşamaya geldiğimizi böylece öğrenmiş oldum. Bugün lafa buradan başlayayım ve birkaç sonuç çıkartayım, müsaadenizle.

    https://twitter.com/WesleyWhistle/status/973170121047932928

    Geçen gün Sayın Cumhurbaşkanımız, İstanbul’daki seçim kampanyası sırasında taksicilerin oyunu isterken, “Artık Uber işi bitti.” demiş.  Hepinize şimdiden söylemiş olayım: Uber işi bitmez. Bunu, yasaklarla olmaz anlamında demiyorum ayrıca. Hayal kurmayalım. Taksi plakası rantına alışmış birkaç bin İstanbul seçmeninin oy davranışını etkilemek, İstanbul’u almak için kritik olabilir. Ama teknolojik değişim açısından bu tür bir yasaklama kararı, sonucu değiştirmez. Taksi plakası rantına alışmış seçmenlere, şimdiden bir yatırım tavsiyesi vereyim: “Bu fırsattan faydalanın, taksi plakasından çıkın.” Bu Uber’in geldiği yerde daha neler neler var.

    Yeni teknolojiler, hayatı büyük bir hızla dönüştürüyor. Alıştığımız ne iş varsa parçalayıp atıyor. Taksiciliğin manası da yakında iyice değişecek. Taksicilik ölmeyecek ama taksi plakası rantı dönemi bitecek. Taksi plakası sahiplerinin şimdiden hayal dünyasından çıkıp vakıa ile yüzleşmelerinde fayda var bana sorarsanız.

    Gelin önce Vaşington’da gördüklerimi manalandırayım. Sonra da Uber’den yakınan taksi plakası sahiplerinin de realitenin nasıl bir parçası olduğunu vurgulayayım. Bugün Uber şikâyeti, Türkiye’de küreselleşmeden şikâyetin en somut örneği aslında. Bu tür şikâyetler son derece belirleyici ve atılan adımlar, verilen sözler küresel hakikatin yalnızca ayrılmaz bir parçası durumunda. Gelin bir perspektife yerleştireyim.

    Kullan-bırak bisiklet ve elektrikli scooter uygulamaları, Lime-S ile birlikte iki sabit istasyon arasında gidip gelmekten kurtuldu.

    Eskiden şehirlerde hareket kabiliyeti denilince, toplu taşıma araçlarına doğru gitmekten bahsederdik. Şimdi, özellikle şehir merkezlerinde daha az araba, daha çok bisiklet ve scooter göreceğiz sanırım.  20. yüzyılın siyasetçileri anlamakta güçlük çekebilir ama 21. yüzyılın siyasetçileri, şehir merkezlerine değil taksi, araba bile sokmamak için tedbir almak zorunda kalacaklar. Neden? Bu yüzyılın seçmenleri, yakında bunu isteyecekler de ondan. Hayat değişirken, teknoloji hayatımızı değiştirirken siyaset de aynı kalmayacak herhalde. O da değişecek. Not edeyim, aklınızda bulunsun.

    Vaşington’da, şehir merkezlerinde bisiklet ve elektrikli araç kullanımının niteliğinin Lime-S ile birlikte değişmeye başladığını fark ettim doğrusu. Lime-S öncesinde belediyeler, belli yerlere bisiklet bırakırlardı. Onları alıp yine kilitleyebileceğiniz bir başka sabit noktaya kadar gider ve orada bırakırdınız. Seyahat, iki istasyon ya da durak arasıydı bir nevi. Halbuki Lime-S ve kardeşi Bird ile birlikte artık bir sabit noktadan başka bir sabit noktaya gitmek zorunda değilsiniz. Aynı Uber’de bakar gibi akıllı telefonunuzdaki uygulamadan yakınlarda nerede Lime-S var hemen bulabiliyorsunuz. Hem scooter hem bisiklet. Hangisini isterseniz binip gidiyor ve gittiğiniz yere bırakıyorsunuz. Kalan işlere şirket bakıyor zaten. Bana pek pratik geldi doğrusu. Üstelik saatte 25 kilometre hızla seyahat etmek mümkün.

    Uber, bulunduğunuz ülkenin, muasır medeniyet seviyesine göre konumunu gösteriyor

    Artık akıllı telefonumda, Uber uygulaması yanında Lime-S uygulaması da var. Aynı Uber gibi Lime-S de uygar dünyanın kalan bölümlerinde yaygınlaşır gibi geliyor bana. Uber benzeri bu tür uygulamalar,  21. yüzyılda dünyanın ayrılmaz bir parçası olan uygar bir ülkeye geldiğinizi gösteriyor. Geçen aylarda Mumbai’de, bir yıl kadar önce Riyad’da, ondan önce Çin’in başkenti Beijing’de hep Uber kurtardı hayatımı. Hissettiğimi söylüyorum. Şimdiden söyleyeyim ki; “Madem biliyordun, neden zamanında söylemedin?” demesinler ileride.

    Yeni teknolojik devrimi de onun neden olduğu korkuları ve hatta bu korkuların yol açabileceği sonuçları da ciddiye almak gerekiyor

    Buradan genel bir tespit yapmak isterim doğrusu. Öyle kuru kuruya, hedefimiz muasır medeniyet seviyesidir demekle olmuyor. Önce muasır medeniyet seviyesinin sabit değil, hareketli bir hedef olduğunu iyice aklımıza yerleştirmek gerekiyor. Bu son dönemde, yeni teknolojilerin büyük bir süratle yaygınlaşması ile birlikte muasır medeniyet seviyesi daha da hareketli bir hedef haline geldi. Şimdi bunu böyle derken; yeni teknolojilerin, alıştığımız hayat biçimini parçalaması karşısında milleti ortada bırakalım filan da demek istemiyorum doğrusu. Uber’e bakarken de aklımdaki böyle. Vakıayı bütün yönleri ile birlikte kucaklamak ve anlamaya çalışmak gerektiğini unutmamak lazım.

    Bugün, bildiğimiz anlamda küreselleşme sürecinin ilk büyük krizini yaşıyoruz. Burada yalnızca 2008 finansal krizinden bahsetmiyorum. Halen içinde yaşadığımız süreç daha çok aklımdaki. Dünyaya baktığımda, üç temel eğilimin birbirini beslediğini görüyorum. Bunların ilki, bizatihi teknolojik değişim. Teknolojik değişim, yalnızca her milletten insanların bir bölümünde “işimi kaybedeceğim, robotlar işimi elimden alacaklar” benzeri korkular yaratmakla kalmıyor. “Uber geldi, rantım bitti” yakarışını da bu çerçevede dikkate almak gerekiyor elbette. Ama anlamak, vakıayı ortadan kaldırmıyor. Siyasetin sahte umutlar değil, somut çözümler üretmesi gerektiği zor bir dönemin içindeyiz.

    Türkiye, iş modelini kaybetmiş, geleceği belirsiz ve tam da bu yüzden son derece tehlikeli ülkelerle aynı coğrafyayı paylaşmaktadır

    Teknolojik değişim ile birlikte yalnızca bireyler değil, kocaman ülkeler iş modellerini kaybediyorlar. Buna en güzel örnek, petrol üreten ülkeler doğrusu. Biyoteknoloji, nano-teknoloji ve BİT’teki gelişmeler nedeniyle dünya karbon bazlı olmayan bir büyüme sürecine hazırlanıyor. Petrol fiyatlarının yapısal nedenlerle düşeceği yeni bir dönem olacak bu. Rusya’dan Suudi Arabistan’a her ülkenin, ekonomilerini çeşitlendirmeleri ve yeniden yapılandırmaları gerekecek. Doğrusu ya, onların muasır medeniyet hareketli hedefine intibakı, Türkiye’den çok daha zor olacak. Her ülkenin işi zor ama bazılarının işi diğerlerine göre daha zor olacak.

    Siyasetin sahici endişeler karşısında, sahte umutlara değil akılcı ve kalıcı çözümlere odaklanması gerekiyor.

    Bu süreçte, milletin sahici endişeleri nedeniyle ulus devletlerin eskisinden daha önemli olacağını şimdiden görüyoruz. Endişeyi bertaraf etmenin tek yolu sandık ve sandık, hala ulus devletin yönetişim mekanizmalarından biri. Küresel bir parlamentomuz yok malum. İkinci temel eğilim böyle.

    Ulus devletlerin öne çıkması ile birlikte, bir süreliğine, çok taraflı mekanizmaları işletmek daha bir zor olacak gibi duruyor. Amerika’nın artan tek taraflı hareketleri, Amerikan seçmenlerinin teknolojik değişimden kaynaklanan kuşkularından ve korkularından  besleniyor yalnızca. Seçmenler, yanlış bir yöne doğru gitmiyorlar. Çıkarlarına uygun davranıyorlar. Korkuyorlar ve korkularını sandığa yansıtıyorlar. Bu dönemde, siyasetin  sahte umutlar dağıtması değil, çözüm üretmesi gerekiyor. Çözüm noktasında yeterli çaba harcanmayınca ortalık elbette hayal tacirlerine kolaylıkla kalabiliyor. Amerika’da, Macaristan’da, Polonya’da sonuçlarını görüyoruz.

    Şehirlerde sosyal uyumu tesis etmek zorlaşıyor

    Üçüncü temel eğilim ise, artan göçle birlikte özellikle şehirlerde sosyal uyumu sağlamanın kolaylaşmadığı, aksine zorlaştığı bir dönemin içinde olduğumuz. Bu nedenle, bu yıl G20 gündeminin ana meselelerinden birini sosyal uyum ve küresel yönetişim başlığı oluşturuyordu. Geçen hafta, Berlin’de tartışılan temel konu buydu. Bu yıl, G20’nin Arjantin başkanlığı döneminde ortaya çıkan bu başlık, önümüzdeki yıl Japonya liderliğindeki G20’nin de temel konusu olacak. Hatta öneminin artık daha da arttığını söyleyebilirim. Bunu ilk fırsatta daha uzun anlatmak isterim.

    Malum IMF reçetesinin olası siyasi sonuçlarına karşı duyarlılık bu yeni dünyada arttı.

    Küresel gelişmelerin neden olduğu milli korkular sonucunda İtalya’da küresel sisteme tepki oylarının taşıyıcısı iki parti, hükümeti birlikte kurma aşamasına gelip maliye bakanlığına da eurodan ayrılma yanlısı bir ismi getirmek isteyince geçen hafta piyasaları bir telaş kapladı. Portföylerdeki İtalyan varlıkları boşaltılmaya başlandı. Hal böyle olunca, zaten 1,24’lerden beri gerilemekte olan euro/dolar paritesi de 1,15’i gördü. Dolar, euroya karşı daha da güçlendi. Sonunda İtalya Cumhurbaşkanı, kendisine önerilen hükümeti onaylamadı ve ülkeyi yeniden seçime götürme niyetini açıkladı.  Ama malum IMF reçetesinin siyasi sonuçlarına olan duyarlılığın ne kadar arttığını da görmüş olduk.

    Hem İtalyan hadisesi, hem de Arjantin Cumhurbaşkanı’nın, pesonun hızlı değer kaybı ile birlikte IMF programı istemesi ile malum IMF reçetesi, geçen haftanın tartışılan ana konularından biriydi. Arjantin için 18 Mayıs’ta gayri resmi toplanan IMF Yönetim Kurulu, Arjantin’e destek vermek üzere tasarlanacak programın her zamanki gibi bir dizi istikrar adımını şart koşması gerektiğine (IMF Conditionality) karar verdi. Böylece IMF Şartı terimi, günlük dilimize döndü.

    Bildiğimiz anlamda küreselleşme sürecinin bu ilk krizinin, halen nasıl bir çözüme bağlanacağı belli değil. Bu ortamda, IMF reçetesinin artık  dünkü kadar iddialı ve sıkı olmaması gerektiği sanırım açık seçik ortada. IMF, tek bir ülke üzerine düşünürken olası siyasi tepkilere karşı artık daha fazla duyarlı davranmak zorunda bana sorarsanız.  Dün konuşulmayan heterodoks tedbirlerin rahatlıkla konuşulabileceği farklı bir dünyadayız artık doğrusu. Anladınız siz onu?

    21. yüzyılda dünyayı yönetmek,  20. yüzyıla göre çok daha zor olacak. Bunu da buraya koyayım.

    Bu köşe yazısı 04.06.2018 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.

    Yazdır