Arşiv

  • Nisan 2024 (7)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Program ihtiyacı artık acildir

    Güven Sak, Dr.07 Ağustos 2007 - Okunma Sayısı: 1138

     

    Tarihin yeniden hızlandığı bir dönemde yaşıyoruz. Türkiye 22 Temmuz seçimini geride bıraktı. Daha oturup 22 Temmuz derslerine bakamadan, uluslararası finansal piyasalarda bir bulaşıcı hastalık süratle yayılmaya başladı. Aslına bakarsanız, Türkiye'nin gündemi seçime giderken de seçimden çıkarken de hiç değişmedi. Ama bakın durum sürekli değişiyor.

    Gündem aynı: 2001 krizini takiben başlayan iktisadi dönüşüm sürecini tamamlamak. Bizim on yıllardır yapamadığımız, ancak İrlanda'nın, Güney Kore'nin yaptığına benzer bir atılımı önümüzdeki yıllarda yapabilmek. Bu işi, güvenli bir biçimde, herhangi bir maraza çıkmadan/çıkarmadan yapmak. Bu çerçevede, seçime, dönüşüm sürecinin güvenliği açısından bir supap olarak bakmakta fayda var. Seçim, gündemi değil ama durumu değiştirdi.

    22 Temmuz seçiminin sonucu, iktisadi dönüşümü ve Türkiye'nin Avrupa Birliği dönüşümünü devam ettirecek yeni bir reform sürecine kapıyı kapatmadı, tam tersine, ardına kadar açtı. AKP'ye oy verenlerin yüzde 75,8'inin "iktidarında iyi hizmetler yaptı" demiş olmasını başka türlü yorumlayabilmek mümkün olabilir mi?

    Seçimden sonra dumanın dağılmasını bekleyebilirdik. Daha sonra, dikkatli bir biçimde, dönüşüm sürecinin bundan böyle nasıl yönetileceğini, hangi konulara öncelik verileceğini belirleyecek ekonomik programı tartışmaya başlayabilirdik. Ama uluslararası finansal piyasalarda başlayan salgın aheste beste program tasarımına zaman bırakacakmış gibi görünmüyor, en azından şimdilik. Gündem aynı kalsa bile, durum sürekli değişiyor. Durumdaki değişiklik, Türkiye'nin bu doğal gündeminin gerektirdiği önlemleri giderek daha acil hale getiriyor.

    1997 Asya krizini hatırlıyor musunuz? O zaman finansal piyasalarda, portföyden portföye atlayan bulaşıcı hastalığın kökeni Güneydoğu Asya'ydı. O vakitler, ABD Hazine Bakanlığı, salgının Asya ile sınırlı kalacağına yönelik açıklamalar yapıyordu. Şimdi salgının kaynağı sistemin merkezi olan ABD. Üstelik 2002'den beri, büyük bir hızla büyüyen bir karşılıklı finansal yükümlülükler ağı sayesinde, artık ABD'deki hastalığın küresel yayılım hızı, 1997 ile karşılaştırılamayacak kadar yüksek. Portföyden portföye, dolayısıyla bilançodan bilançoya atlayacak bir yeniden fiyatlama dalgasını beklemek lazım.

    Peki, bu salgın ne sonuç getirir? Örneğin, bilanço etkileri nasıl olacak? Kimin eli kimin cebinde? Bunları yaşayarak göreceğiz. Finansal yeniliklerin kötü tarafı, tasarımının karmaşık olması. Bu salgının bilanço etkileri olmayacağını söylemek doğru değildir. Olacaktır. Örneğin, emeklilik fonlarının süreçten ne kadar etkilendiğine bakarak, tüketim üzerine etkileri tartışabiliriz. Menkul kıymetleştirilmiş gayrimenkul kredileri havuzunun toplam büyüklüğünün 6.5 trilyon ABD Doları olduğu söyleniyor. Bu, problemin yalnızca bir parçası. Bu kadar büyüklüğün hiçbir etki yaratmadan, buharlaşmasını beklemek fazla iyimserlik sayılmaz mı?

    Ama ilk etkiyi herhalde şöyle tartışabiliriz: Genişleyen küresel likiditeyi, bir çarpan etkisiyle daha da genişleten menkul kıymetleştirmeye dayalı finansal mekanizma bir süre için eskisi gibi çalışamayacak. Eskisi gibi global likiditeyi genişletemeyecek. Artan risk algılaması, bu tür finansman mekanizmalarının maliyetini artıracak. Sonuçta küresel likiditede, bu çarpan etkisinin devre dışı kalması nedeniyle bir daralmayı beklemek gerekiyor. Bunun Türkiye açısından sonucu, herhalde açıktır: Yüksek cari işlem açıklarının sürdürülebilirliğinin daha çok tartışılacağı bir dönem başlamaktadır. Bu bir. Cari açığın finansman maliyetinin, risk algılamasının arttığı bir dönemde, kendiliğinden düşmesini beklememek gerekmektedir. Bu iki. Borçlanma piyasalarından yayılan salgının doğrudan yabancı yatırımlar için gereken finansman imkânlarını daraltması da beklenmelidir. Bu üç.

    Peki, buradan nasıl çıkılır? Öncelikleri belirleyip, bir Türkiye hikâyesi tasarlayarak. Kendimizi diğerlerinden ayırarak. Artan risk algılaması karşısında, Türkiye'ye yönelik risk algılamasını aşağıya doğru çekerek. Bunun için yapılması gereken, "ne yaptığını bilen" bir idareye sahip olduğumuzu göstermektir. Mevcut riskleri azaltmak hiç bu kadar önemli olmamıştır.

    Orman yangınında ne yapılır? Yangının, ormanın tamamına sıçramaması için yanan bölüme en yakın ağaçlar kesilir. Amaç, sıçrama riskini azaltmaktır. Bulaşma riskini azaltmanın yolu ise farkı göstermektir. Türkiye'nin, diğer ekonomilerden, farklılaşabilmesi mümkündür.

    ABD'den yayılan salgın, Türkiye'nin yeni iktisadi program önceliklerinin bir an önce belirlenmesini gerektirmektedir. Ekonominin gerekleri, siyasetin takvimine uymamaktadır. Program önceliklerine geleceğiz.

     

    Bu köşe yazısı 07.08.2007 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır