logo tobb logo tobbetu

TEPAV Köşe Yazıları

Levent Gönenç, Dr. - [Yazarın tüm yazıları]

Çözüm başkanlık sistemine geçmek midir? 07/11/2012 - Okunma sayısı: 7194

 

Türkiye’de yine bir çift başlılık tartışması yaşanıyor. Bu ne ilk, ne de sonuncusu olacak. 1982 Anayasası’nın uygulandığı dönemde bir çok kez cumhurbaşkanı ve başbakan arasında görüş ayrılıklarının, gerginliklerin, hatta siyasal krize dönüşen çatışmaların yaşandığına tanık olduk. Evren-Özal, Özal-Demirel, Sezer-Erdoğan arasında yaşananları hatırlayalım. Peki, parlamenter sistemde yürütmenin zirvesini paylaşan bu iki aktör arasında bu tür çatışmaların yaşanması normal mi, parlamenter sistemin uygulandığı başka ülkelerde de böyle krizler yaşanıyor mu? Hayır, parlamenter sistemin klasik biçimiyle uygulandığı ülkelerde bu tür krizler yaşanmıyor. Peki neden? Bu sorunun cevabı da çok net: Çünkü parlamenter sistemin anayasal mimarisi buna izin vermiyor. Siz ne zaman ki, bu mimariyi bozar, klasik parlamenter sistemin şemasını değiştirirsiniz, işte o zaman krizlere kapı açarsınız. Kısacası Türkiye’de yaşanan krizlerin asıl nedeni hükümet sistemindeki yapısal bozukluklardır. Bu sistem hatası nereden kaynaklanıyor, gelin Anayasa’ya daha yakından bakalım.

1982 Anayasası’nın orijinal biçiminde hükümet sistemi olarak, 1961 Anayasası’nda olduğu gibi, parlamenter sistem öngörülmüştü. Ancak 1961 Anayasası’ndan farklı olarak, 1982 Anayasası’nda yürütme organı, daha doğrusu yürütme organı içerisinde cumhurbaşkanı güçlendirildi. Kuşkusuz bunun bir nedeni (kısa vadede) Kenan Evren’in cumhurbaşkanı koltuğuna oturacak olmasıydı. Bir başka nedeni ise, (uzun vadede) 1982 Anayasası’nı yapanların “tarafsız” cumhurbaşkanını, yürütmenin ve giderek anayasal sistemin merkezine yerleştirme düşünceleriydi. Kenan Evren “Anayasayı Tanıtma Konuşmaları”nda şöyle diyordu: “...Yürütme güçlendirilmelidir fikri ve zarureti herkesçe kabul edildiğine ve yürütmenin doruğunda cumhurbaşkanlığı ve hükümet bulunduğuna göre, güçlendirilmesi kastedilen bunlardan hangisidir? Bunların aynı zamanda ikisi birden mi güçlendirilmelidir, yoksa tarafsız cumhurbaşkanı mı, yahut taraflı hükümet mi? Taraflı olan hükümete de bazı yetkiler veilmiştir. Ancak muhalefet-iktidar arası ciddi çekişmelere ve huzursuzluklara yol açabilecek olan yetkiler, cumhurbaşkanına tanınmıştır. Bunun dışında da muhakkak cumhurbaşkanına verilmesi gereken yetkiler vardır ki, esasen onları başka makama da vermek doğru olmaz, mümkün de değildir.” Bu düşüncelerle klasik parlamenter sistemin güç ve yetki haritası tahrip edildi ve parlamenter sistemin içerisine güçlü bir cumhurbaşkanı yerleştirildi. Böylece Evren’in ifadesiyle aslında muhalefet-iktidar arası ciddi çekişmelere ve huzursuzluklara yol açmasın diye cumhurbaşkanına verilen yetkiler, cumhurbaşkanı ve başbakan arasındaki gerilimlerin kaynağı oldu.

Klasik parlamenter sistemde cumhurbaşkanı devlet başkanı koltuğunda oturur ve esas olarak yetkileri semboliktir. Kuşkusuz klasik parlamenter sistemde cumhurbaşkanına sembolik olmayan, önemli yetkiler de verilebilir, dünyada örnekleri vardır ancak bu durumda söz konusu yetkilerin kullanılmasından doğacak sorumluluğu da birinin üstlenmesi gerekir. Bu kişi cumhurbaşkanı olamaz çünkü klasik parlamenter sistemde cumhurbaşkanı parlamentoya karşı siyaseten sorumlu değildir, yani parlamentoya hesap vermez, Parlamentonun da cumhurbaşkanına siyaseten hesap sormak için elinde anayasal bir araç yoktur. Peki bu yetkilerin kullanılmasından doğacak sorumluluğu kim üstelenir? Parlamentoya karşı siyaseten sorumlu olan ve hesap veren başbakan ve ilgili bakanlar. Bu yüzden klasik parlamenter sistemde cumhurbaşkanı yetkilerini başbakanın veya ilgili bakanın imzası olmaksızın kullanamaz. Klasik parlamenter sistemin bu temel ilkesi 1961 Anayasası’nda şu şekilde ifade edilmiştir: “Cumhurbaşkanı, göreviyle ilgili işlemlerinden sorumlu değildir. Cumhurbaşkanının bütün kararları, Başbakan ve ilgili Bakanlarca imzalanır. Bu kararlardan Başbakan ile ilgili Bakan sorumludur.”

1982 Anayasası bu klasik şemadan sapmış, bir yandan cumhurbaşkanının yetkilerini arttırırken, diğer yandan bunların önemli bir kısmını başbakanın ve ilgili bakanların imzası olmaksızın tek başına kullanmasına imkan vermiştir. Böylesine güçlendirilmiş bir cumhurbaşkanının, yetkilerinin tümünü kullanmasa dahi, yürütme gücüne ortak olması ve nihayetinde başbakan ile karşı karşıya gelmesi kaçınılmazdır.

Gündemdeki son tartışmalar göstermiştir ki, aynı partiden gelen, aynı dünya görüşüne sahip bir cumhurbaşkanı ve başbakan arasında dahi çift başlılık krizi yaşanabilmektedir. Çünkü krizi aslında bizatihi 1982 Anayasası ile getirilen hükümet sistemi tasarımı üretmektedir. 2007 yılında halkoylaması ile kabul edilen anayasa değişikliği gereği 2014’te cumhurbaşkanı halk tarafından seçilecektir. Arkasına seçmenlerin en az yarısından bir fazlasının desteğini alan bir cumhurbaşkanı ile örneğin % 30 veya % 40’lık bir seçmen desteğiyle parlamentoya girip hükümet kuran bir başbakan arasında benzer gerilimlerin çok daha ağır siyasal krizlere dönüşme olasılığı olduğuna da işaret etmemiz gerekir.

Peki bu sorun nasıl çözülür? Çözüm başkanlık sistemine geçmek midir? Köklü bir sistem değişikliği yerine klasik parlamenter sistem şemasına dönmek sorunu çözer. Klasik parlamenter sistem şemasına dönmek için ise esas olarak iki şeyin yapılması önerilebilir: Birincisi, cumhurbaşkanının 2007 değişikliği öncesinde olduğu gibi parlamento tarafından seçilmesi yöntemi kabul edilebilir; ikincisi, cumhurbaşkanının yetkilerini düzenleyen maddeler gözden geçirilebilir. Halka verilen cumhurbaşkanını seçme yetkisini geri almak bu aşamada gerçekçi ve mümkün görünmemektedir. Öyleyse anayasa çalışmalarında en azından bir yandan cumhurbaşkanının yetkilerini azaltacak, diğer yandan kullanacağı yetkileri başbakan ve ilgili bakanların imzasına tabi kılacak formüller üzerinde düşünülmesi yerinde olur. Herhalde şunu hiç unutmamalıyız: Anayasalar kriz üretmek için yazılmaz, aksine anayasalar krizleri önleyecek veya çözecek mekanizmalar içermelidir.

Paylaş Bookmark and Share

« Diğer köşe yazıları