logo tobb logo tobbetu

Köşe Yazıları

Serdar Sayan, Dr. - [Yazarın tüm yazıları]

Yaz traşı - 1: Yaz(ᵼ) tatili, seyahatler ve gelişmiş ülke halleri 01/09/2011 - Okunma sayısı: 4641

 

Bazı yazlık konular

var kafamda. Onlar hakkında yazmak istiyorum bu sayıda. Ankara'ya yaz çok gecikerek geldi bu yıl. Yağışlar Temmuz'a girinceye kadar kesilmedi. Şimdi yağışlar nihayet durdu ama hava çok sıcak ve özellikle gündüzleri Ankara'nın (bir zamanlar alışık olduğumuz) standartlarına göre çok nemli. TOBB ETÜ'de akademik yılın üçüncü döneminin sonuna yaklaşıyoruz. Ben hala ders veriyorum ve diğer işlerin yoğunluğu da azalmak şöyle dursun, artıyor garip bir biçimde.  Havalar kapalı ve yağışlı iken yoğun çalışmak daha kolaydı ama bastıran sıcaklar,  son bir yılın yorgunluğuna eklenince çalışmak zorlaştı. Zorlaştı ama bu satırları yazdığım sırada tatile çıkmama en az bir ay kadar daha vardı hala.[1] Zaten yaz tatili olsa da, İktisat ve Toplum'da yazı tatili yok. Menisküs ameliyatı geçiren editörümüz Ömer Faruk Çolak iyileşerek "yeşil sahalara" döndü ve "takımdan ayrı düz koşu yaparak" yumuşatılması gereken geçiş sürecini bile beklemeden, "yazıları bekliyorum" mesajları atmaya başladı bile. Yani "yazı tatili" tamlamasında ilk sözcüğün son harfinin üstünü çizdi.  Dolayısıyla çaresiz yazacağız. Ama aklımda da tatildir, seyahattir, yazlık sinemadır eğlenceli yazlık konular var doğal olarak. Hiç değilse bunlar üzerine yazayım ki, dergiyi tatil yaparken okuyanlar da, benim gibi hala tatile çıkamayanlar da kendilerini fazla kasmak zorunda kalmasınlar diye düşünüyorum.

İki bölüm halinde tasarladığım, gelecek ay da devam etmeyi planladığım bu yazıya, yaz başından beri yaptığım seyahatlerden biraz bahsederek başlayayım diyorum. Bu, değinmek istediğim diğer eğlenceli yazlık konulara geçiş yapmam için uygun fırsatı da sağlayacak. Nitekim bir süredir çıkan başka konular yüzünden değinemediğim favori temalarımdan birine; "gelişmiş ülke olma hali"ne ilişkin alışılmış olmayan ölçütler bahsine seyahatle ilgili bir gözlemle dönmek istiyorum. "Ahkam Keseri"ni baştan beri düzenli okuyan okuyucuların hatırlayacağı gibi, bu gelişmişlik halinin kimi ayırıcı (ama standart olmayan) karakteristiklerine ilişkin arayış, bu köşenin tekrar eden temalarından biri. Kişi başına düşen milli gelir ya da 100 bin nüfus başına düşen doktor sayısı gibi standartlaşmış olanlar dışındaki ölçütleri, bazen okuyucularla birlikte arama egzersizini keyifli ve öğretici buluyorum. Bu sefer CouchSurfing (www.couchsurfing.org) ve benzeri internet sitelerinin kullanıcı istatistiklerinden ülkeleri gelişmişliklerine göre sınıflamaya yarayacak göstergeler olarak yararlanabilir miyiz sorusunu ele alacağım. Bu istatistiklerden de yararlanarak gelişme, kalkınma, küreselleşme vs. üzerine kimi gözlemlerimi, bir kısmı şimdi; kalanı gelecek ayki yazıda olmak üzere paylaşacağım. Gelecek ay "yaz traşı"na devam ederken, okulda "yazları sıcak ve kurak geçer" diye öğrettikleri Ankara'nın kurak ve kuru yaz havasının nasıl değiştiğini, havadaki nem oranının nasıl arttığını anlatıp, bunun gelişme ile ne ilgisi olduğunu tartışacağım. (Bunu geçen sayıdaki "Çimler ve seçimler" başlıklı yazımda sorduğum çimlerle ilgili soruya da bağlayacağım. Dolayısıyla o konuda cevaplarını göndermeyenler hala gönderebilir. )

Tatil özlemimden söz ettim ama bu mutlaka Ankara'dan uzaklaşmak istediğim anlamına gelmiyor. Ben zaten konuşmalar yapmak; seminerler vermek; konferanslara, toplantılara vb. katılmak üzere sık (hatta fazlasıyla sık) seyahat ediyorum. İş dolayısıyla yeteri kadar seyahat edince, tatilde bir yere gitmek şart olmaktan çıkıyor. Son zamanlarda, özellikle Haziran ayının ikinci yarısında iyice yoğunlaşan bir seyahat programım oldu mesela. Bir miktar yorucu olsa da, birçok bakımdan harika olan bu seyahatleri

İki yaz konferansı ve bir yaz okulu

vesilesiyle yaptım. Bu konferanslar ve yaz okulu konusunda bir şeyler anlatmayı zaten istiyordum. Önce 15-17 Haziran arasında Eskişehir'de yapılan EconAnadolu konferansı ile başlayayım (http://econ.anadolu.edu.tr/). EconAnadolu iki yılda bir, Eskişehir'de Anadolu Üniversitesi'nin ev sahipliğinde düzenlenen bir ekonomi konferansı. Bu yıl ikincisi yapıldı. Türkiye'de düzenlenen benzerleri içinde en büyüklerden biri. ODTÜ Ekonomik Araştırma Merkezi'nce (METU ERC), 1997-2003 yılları arasında yedi kez düzenlenen ODTÜ Uluslararası Ekonomi Kongresi serisinin başlattığı geleneği sürdürüyor.  Esasen EconAnadolu'nun başlatılmasında ve sürdürülmesinde en fazla emek sarf eden, en cansiperane çalışan kişi de, bu virüsü ODTÜ Kongrelerinin organizasyonuna yardım ederken kapan genç bir akademisyen zaten. Anadolu Üniversitesi İktisat Bölümü öğretim üyelerinden Yılmaz Kılıçaslan, öğrenciliği ve asistanlığı sırasında ODTÜ Kongrelerinin düzenlenmesinde yardımcı roller üstlenen çalışkan ve atak gençlerden biriydi. Yılmaz, EconAnadolu konferansı için; konferans da Yılmaz için özel bir öneme sahip tabii ama organizasyona katkıda bulunan Anadolu Üniversitesi ekibindeki herkes, öğrencilerden, hocalarına; bölüm başkanından, rektörüne kadar üstüne düşeni eksiksiz biçimde yapmış. Sonuç da, hem içerik, hem de organizasyon açısından çok başarılı bir konferans olmuş. Ben ders programımla çakışması yüzünden son güne kalamadım ama ilk iki gün çok doyurucu sunumlar dinledim. Dinlediklerim arasında, IMF'den Ayhan Köse'nin küresel finansal sistemin ve dünya ekonomisinin geleceği üzerinde düşündüren konuşması ile, İstanbul Aydın Üniversitesi'nden Ümit İzmen'in son seçim sonuçları ile yerel ekonomilerin performansı arasındaki ilişkileri irdeleyen konuşması aklımda yer edenlerden oldu.  Bu noktada, Anadolu Üniversitesi'nin ODTÜ'yü bile imrendirecek güzellikteki kampusu ile kampusun bu hale gelmesine rektör olarak büyük katkıda bulunan Yılmaz Büyükerşen'in, daha yakın dönemde belediye başkanı olarak hizmet ettiği ve inanılmaz derecede güzelleşmesini sağladığı Eskişehir'in ev sahibi mekanlar olarak sağladıkları çok keyifli ortamı da anmalıyım. Gerek Anadolu Üniversitesi kampusunun, gerekse Eskişehir'in güzelliği konferansın başarısına ciddi katkıda bulundu gerçekten.[2]

EconAnadolu'dan döndükten hemen sonra sıra, 20 Haziran'da çok keyifli bir uçuştan sonra vardığım Barselona'da art arda gelen iki konferanstaydı. Bunlardan ilki, bol ışıklı, güzel şehir Barselona'daki ünlü Akdeniz Ekonomileri Araştırma Merkezi CREMed'in (http://www.cremed.eu) 21-22 Haziran'da düzenlediği yıllık toplantıydı. Küçük, seçkin bir grubun katılımıyla düzenlenen ve gayet başarılı geçen bu toplantıdan hemen sonra, 23-24 Haziran'da da benim başkanı olduğum Middle East Economic Association'ın (MEEA) yaz konferansı başladı. Başlangıçta İskenderiye'de yapmayı planlayıp da, Mısır'daki olaylar yüzünden vazgeçmek zorunda kalmamız üzerine Barselona'ya kaydırdığımız bu konferanstan İktisat ve Toplum'un Nisan sayısındaki "Bedava sirke baldan (her zaman) tatlı (mıdır?)" başlıklı yazımda da söz etmiştim. Davranışlarımızın, sosyal normlara göre mi, yoksa piyasa normlarına göre mi davrandığımıza bağlı olarak nasıl farklılaştığından söz ettiğim o yazıyı okuyanlar hatırlar: Mısır'daki gelişmelerin İskenderiye'yi bir seçenek olmaktan çıkarması üzerine temas ettiğim CREMed'deki meslektaşlar, bize yerel organizasyon ile ilgili ihtiyaç duyacağımız her türlü insan gücü desteğini, hiçbir maddi karşılık beklemeden sağlayacaklarını söylemişlerdi.  O önceki yazıda onların bu desteğinin beni çok memnun edip rahatlattığını, ama bir yandan da yeni bir endişe duymama yol açtığını vurgulamış ve sormuştum: Yerel organizasyon konusunda ihtiyaç duyacağımız salonların ayarlanması, otellerle görüşülmesi vb. konularda, bu hizmetlerin karşılığında para ödemediğiniz  (hatta hayatta daha önce karşılaşmadığınız) birilerinin tümüyle gönüllülük esası üzerinden (yani mesleki dayanışma vb. sosyal normlar uyarınca) sağlayacağı desteğe güvenebilir misiniz? Daha genel ifadesiyle sorum, bu işlerde bir aksama olursa, para ödemediğiniz, yani aranızda piyasa normlarına göre belirlenmiş ve tanımlanmış bir ilişki, bir kontratın mevcut olmadığı, dolayısıyla hesap soramayacağınız birileri ile ortak bir işe kalkışmanın iyi fikir olup olmadığıydı. Buna genel bir cevap vermek güç ama Barselona'daki dostlar, bu soruların ardında yatan endişenin yersiz olduğunu gösterdi.[3] Aralarında Katalan Hükümetinin Dışişleri Bakanı Senen Florensa'nın "Arap Baharı" üzerine yaptığı sağduyulu ve ilham verici değerlendirmelerin de olduğu açılış konuşmalarını takiben aynı konu üzerine bir panel ile başlayan konferans mükemmel bir organizasyon ile yürüdü. Sonuçta bu Barselona seyahati hem çok verimli, hem her bakımdan rahatlatıcı olan, hayat boyu unutamayacağım kadar güzel bir seyahat oldu.

Barselona'dan döndükten sonraki seyahatimin amacı diğerlerinden daha farklıydı. 27-29 Haziran'da Denizli'deydim. Üç gün boyunca, günde 4-5 saat esası üzerinden, Pamukkale Üniversitesi'nde (PAÜ) düzenlenen Ekonomi Yaz Seminerleri'nde "Hesaplanabilir Genel Denge" dersi verdim. Bu, benim bu dersi yedinci ya da sekizinci verişim oldu. Bu yıl onuncu kez toplanan EYS, parçası olmaktan gerçekten mutluluk duyduğum bir program. Böyle bir yaz okulu başlatma fikri, 2001'de, o zamanlar Hacettepe Üniversitesi öğretim üyesi olan Celal Küçüker'den çıkmıştı. Şimdi PAÜ İktisat Bölümü Başkanı olan Celal Küçüker bir gün, o dönem ikimizin de üyesi olduğumuz Türkiye Ekonomi Kurumu (TEK) Yönetim Kurulu'nun bir toplantısında söz istedi. Türkiye'de bir dolu üniversitede, yeterli sayıda yetişmiş öğretim üyesi olmaksızın açılarak yürütülmekte olan yüksek lisans ve hatta doktora programlarına kayıtlı öğrencilerin birçok temel dersi alamadan mezun edildiğini söyledi. Hepimizin gözlediği bu soruna çözüm olmak üzere bir yaz okulu düzenlememizi önerdi. Benim de hararetle desteklediğim önerisine göre, her yaz yurt, kafeterya gibi imkanlarını sunmaya istekli olan farklı bir üniversitede, Türkiye Ekonomi Kurumu'nun da desteğiyle düzenlenecek olan yaz okullarında, başta büyük kentlerdekiler olmak üzere yerleşik üniversitelerde çalışan, iyi donanımlı öğretim üyeleri kısa kurslar vermek üzere davet edilecekti. Böylece Türkiye'nin dört bir yanındaki lisansüstü programlara kayıtlı öğrencilerden öğrenmeye yeterince hevesli olanlar, değişik konulardaki açıklarını kapatma şansına kavuşacaklardı. TEK Yönetim Kurulu olarak bu projenin arkasında durma kararı aldık -ki bugün bile, bu kararın TEK'in söz konusu Yönetim Kurulu'nun aldığı en hayırlı karar olduğunu düşünüyorum. O zamanlar PAÜ Rektörü olan Hasan Kazdağlı da öneriye büyük destek verdi ve üniversitesinin imkanlarını cömertçe açarak, ilk EYS'nin 2002 yazında PAÜ'de toplanmasını sağladı. İlk yılda bile öyle büyük bir katılım oldu ve başarı sağlandı ki, PAÜ katlanarak artan talebi karşılamak üzere EYS'ye kucak açmayı sürdürdü ve sonunda EYS'nin sabit ve geleneksel mekanı haline geldi. Süreç içinde EYS'nin, katılımcılarının bilgi eksiklerini tamamlamaya yarayan bir kurs olmanın ötesinde, Anadolu'nun değişik yerlerinden gelen genç araştırmacı ve öğretim üyesi adaylarının bilgi ve deneyimlerini paylaşıp, birlikte çalışabilecekleri ve sosyalleşebilecekleri bir forum sağlama rolünü de üstlendiği anlaşıldı. Ben de en baştan beri, çok önemli bir mazeretim olmadıkça EYS'ye her yıl katılmaya gayret ettim; bundan böyle de edeceğim. EYS'nin 2011 programı halen devam ediyor. Bu yıl verilen dersleri ve onuncu yıl etkinliklerini merak edenler internette http://eys.pau.edu.tr adresine gidebilir.

Şimdi tatil ve seyahatlerle ilgili daha genel bir tartışmaya geçmek istiyorum. Barselona'da kaldığımız otelde sohbet ederken söz bir biçimde internetteki CouchSurfing sitesine geldi. Varlığından daha önceden haberdar olmadığım bu sitenin amacı, işleyiş biçimi vs. bana çok ilginç geldi. Öğrendiklerimi ve bu öğrendiklerimden çıkardıklarımı sizle de paylaşmak istiyorum. Paylaşmak istiyorum çünkü bir ülke vatandaşlarının iş amaçlı olmayan ya da turistik

Seyahat alışkanlıkları ile ülkenin gelişmişlik düzeyi arasındaki ilişki

konusu ilginç diye düşünüyorum. Gerçekten bir ülkede yaygın olan tatil ve iş dışı amaçlı seyahat alışkanlıkları, ülkenin gelişmişlik düzeyine ilişkin önemli göstergeler bence. Böyle, çünkü seyahat etmenin kimi ön koşulları var. İlk ön koşul, seyahat edecek bireylerin yol ve konaklama masraflarını karşılamak için yeterli gelire sahip olmaları. Yani insanların iş amaçlı olmayan, uzun mesafeli turistik geziler yapabilmelerinin olmazsa olmaz koşulu, temel ihtiyaçlarını karşılamak için gerekenden fazla gelire sahip olmaları. Yani zevk için seyahat etmek, ancak karınlarını doyurup, barınma vb. temel ihtiyaçlarını karşılamış bireylerden beklenecek bir istek. Daha önce bu köşede, bir ülkenin ulusal sinemasının bilimkurgu filmleri yapma eğilim ve kapasitesi konusunda yazdıklarımın,[4] bu bağlamda da geçerli olan pek çok yanı var. Şöyle yazmışım daha önce:

[...] insanlığın ilk çağlarından itibaren sanatın desteklenebilmesi toplumun, doğrudan karın doyuracak avcılık gibi faaliyetlere ya da tarım gibi üretim süreçlerine katılmayan sanatçıların da karnının doymasını sağlayacak bir hasılat fazlası, bir "artık" üretmesini gerektirdi. Buradan hareketle, Bangladeş ya da Guatemala'da yaratılan toplumsal gelirin, bilimkurgu sineması ile uğraşmak isteyebilecek kişileri doyuracak ve onların bu faaliyeti sürdürmesini sağlayacak artığı henüz yaratamadığını söylemek mümkün. Bu ülkelerde yoksulluk mevcut seviyelerde seyreder ve vatandaşların yabana atılamayacak büyüklükteki bölümü açlık tehdidiyle boğuşurken, bilimkurgu filmlerinin toplumsal kaynak dağılımından pay alamamasını da normal karşılamak gerek hiç şüphesiz. Dolayısıyla ulusal sinemaların bu tür filmler üretmiyor olmasının da ilk bakışta görülmese de, son tahlilde kişi başına gelir düzeyi ile ilgili olduğunu söylemek mümkün.

Bu akıl yürütme, turistik amaçlı (özellikle yabancı ülkelere yapılan) seyahatler için de tekrarlanabilir. Bu tür seyahatleri düşünebilmek ve gerçekleştirebilmek için, temel ihtiyaçlarını karşılamaya yetecek olan miktarın üstünde bir gelir lazım öncelikle. Mesela dünyanın her tarafındaki turistik yerlerde sürekli fotoğraf çeken Japon turist gruplarının alışılmış bir görüntü haline gelmesi, Japonya'da kişi başına gelirin belli bir düzeyin üstüne çıkmasından sonraya rastlıyor. İletişim ve ulaşım teknolojilerindeki gelişmelerin turistik seyahatleri planlama ve gerçekleştirmeyi kolaylaştırması ve ucuzlatması da, kişi başına geliri belli bir sınırı aşan ülke vatandaşlarının zevk için seyahat eğilimlerine ivme kazandırıyor kuşkusuz. Dolayısıyla, bir zamanlar Asyalı olarak sadece Japonlara rastlanan kimi turistik mekanlarda artık G. Kore başta olmak üzere, başka Asya ülkelerinden gelen turistler var. Var ama bunlar o kritik gelir düzeyini Japonlardan daha sonra aştıkları ve gözleri de Japonlar gibi çekik olduğu için, birçok yerde, Japon turist gruplarını görmeye alışmış yerellerin "bunlar da kesin Japondur" muamelesine tabi tutuluyorlar.[5]

Öte yandan, unutulmamalı ki kritik düzeyin üstünde bir gelire sahip olmak, turistik amaçlı seyahatlere çıkıp uzak ülkelere gidebilmek için gerekli ama yeterli olmayan bir koşul. Çünkü temel ihtiyaçları karşılamak için gerekenden fazla gelire sahip olmak, bu gelir fazlasının mutlaka turistik ya da iş dışı amaçlarla seyahat etmek için kullanılacağı anlamına gelmiyor. Nitekim gelirin yüksek olduğu, ama bu tür seyahatler yapmanın yaygın olmadığı toplumlar var.  Bir başka deyişle, kişi başına geliri gereken kritik düzeyin üstünde olan bütün toplumlarda turistik seyahat eğilimi aynı derecede güçlü değil. Bu konuyu daha ayrıntılı biçimde bu yazının gelecek ay çıkacak ikinci bölümünde ele alacağım ama burada, bu ilişkinin genelde pozitif olduğunu söyleyeyim. Yani ülkelerin kişi başına geliri arttıkça, ilgili ülke vatandaşlarının turistik seyahat eğiliminin de artmasını beklemek lazım.

Kişi başına "mil"li gelir ve seyahat "mil"leri

Benim çok sevdiğim bir harita var. İngilizcedeki "bir resim, bin kelimeye bedeldir" mealindeki lafı destekleyen bir "resim" görmek isteyen, aşağıda bir kopyasını verdiğim bu harita/fotoğrafa baksın. O derece yani. Dünyanın değişik bölgelerinin, değişik zamanlarda NASA uydularınca çekilen gece fotoğraflarını birleştiren bu harita, hangi ülkelerin ya da hangi ülkelerin hangi bölgelerinin en kentleşmiş ve zengin (ve gelişmiş) olduğunu açık şekilde gösteriyor. Bir kopyası da http://apod.nasa.gov/apod/ap001127.html adresinde bulunan bu haritanın daha büyük ve yüksek çözünürlüklü versiyonlarına bakmak isteyenler de http://visibleearth.nasa.gov/view_rec.php?id=1438 adresini ziyaret edebilir.

NASA'nın Haritası

1.520px 01

 

Şu altta verdiğim harita da, CouchSurfing sitesi üyelerinin dünyadaki dağılımını gösteriyor. (Orijinali http://www.couchsurfing.org/couchsurfer_map adresinde.) Couchsurfing.org'a üye olduğunuz takdirde, dünyanın her yerindeki üyelerin evlerinde bir kanepe, koltuk ya da yatakta ücretsiz konaklama şansını yakalıyorsunuz. Mesela otellerin çok pahalı olduğu Rejkjavik'e (İzlanda) seyahat  etmeyi düşünen bir Türk kendisini, ilgilendiği tarihlerde, Rejkjavik'teki evinde konuk etmeye razı olan üye sayesinde otel masrafından kurtuluyor. Rejkjavik dönüşü de, diyelim iki tane Meksikalıyı İstanbul'daki evinde konuk ediyor (yatacak yer sağlıyor). Bu arada Rejkjavikli ev sahibi de, birkaç ay sonra, turist olarak gittiği Tanzanya'da kaldığı dört gün boyunca, oralı bir mühendisin evindeki kanepede uyuyor. Sistemin nasıl işlediğine ilişkin ayrıntılara daha fazla girmeyeceğim. (Zaten görünen o ki bu siteyi ve sistemi benim dışımda herkes biliyormuş.) Burada sadece, iki haritaya yukarıda değindiğim hususları da akılda tutarak bakmanızı ve bunları karşılaştırmanızı, bu karşılaştırmadan ne gibi sonuçlar çıkarabileceğinizi düşünmenizi isteyeceğim.

Şimdi CouchSurfing ile ilgili birkaç istatistik vereyim. Halen 246 ülkenin 81 bin küsur yerleşim biriminde yaşayan üç milyona yakın üye, 1,3 milyondan fazla kanepe ve yatağı diğer üyelerin kullanımına sunuyor. Site üzerinden bugüne dek 3,4 milyon civarında başarılı yerleştirme yapılmış; 5,5 milyon civarında kişi ev sahibi ya da konuk olarak yaşadığı deneyimden memnun kaldığını bildirmiş. 3,4 milyon kişi bu hizmet sayesinde yeni arkadaşlıklar kurarken, bunlardan yaklaşık 220 bini yakın arkadaşlıklar olmuş. İlginç ama çok daha ilginç olan istatistikleri önümüzdeki sayının "Ahkam Keseri"nde sunacağım. Orada, turistik (deniz aşırı) seyahatler, gelişme ve küreselleşme kavramları arasındaki ilişkileri irdelemeye, couchsurfing.org'a benzer bir hizmet sunan Hospitality Club'ın (http://www.hospitalityclub.org) verdiği daha ayrıntılı üye istatistiklerinden ve ülkelerin kişi başına düşen milli gelir rakamlarından yararlanarak devam edeceğim. O zamana kadar görüş ve düşüncelerinizi bekliyorum.

İyi tatiller.

Couchsurfer Haritası

2.520px 01

 

 


[1] İtalik karakterlerle vurguladığım klişeyi öteden beri çok havalı bulduğumu, kullanacak vesile aradığımı daha önce de söylemiştim. İçinde bu klişe geçen bir yazı yazınca "şeyh-ül muharririn" gibi hissediyor insan. Dolayısıyla burada çıkan fırsatı da tepemedim. Aslında "bu satırları yazdığım sırada, Ankara'nın sıcağından beynim muhallebi gibi olmuştu" da diyebilirdim ama yazının gerisi ciddiye alınmaz diye düşünüp yukarıdaki versiyonu kullanmaya karar verdim.

[2] Konferansın bundan sonra, sadece Eskişehir'de yapılacak bir bienal yerine, bir yıl Eskişehir'de, izleyen yılda da İzmir'de toplanan yıllık bir konferansa dönüşmesi fikri şu sıralar değerlendiriliyor sanırım. Ev sahibi şehir olarak İzmir de uygun kesinlikle. Eskiden akademik iktisatçılar olarak çoğumuz, Eylül ayına denk gelen konferanslara katılım ya da tatil amaçlı programlarımızı, Ankara'dan ayrılış ve dönüş planlarımızı vs. hep ODTÜ Ekonomi Kongresi'nin tarihleri etrafında şekillendirirdik. 2009'dan beri aynı şeyi Haziran ayında yapılan EconAnadolu için Eskişehir'de olmak üzere yapıyoruz. İzmir'in de sabit duraklar arasına katılması beni memnun eder şahsen.

[3] "Bedava sirke..." yazısını okuyup, bu sorunun cevabını merak eden çok kişi varmış. Barselona dönüşü bir sürü insan "nasıldı" diye sordu?

[4] "Erivan'da Libya fantastik filmleri haftasını izlemek mi istersiniz, Jamaika'da kış sporları yapmak mı?" İktisat ve Toplum, No. 3, 2011. (www.tepav.org.tr/tr/kose-yazisi/s/2269)

[5] Daha geç zenginleşen Asya ülkeleri vatandaşlarının Japonlarla karıştırılmalarına yol açan bir başka neden, bunların da tıpkı Japonlar gibi turlarla gezmekten hoşlanması. Görünen o ki, Asyalıların bireysel yerine tur grupları halinde gezme eğilimleri, hangi ülke vatandaşı olduklarından bağımsız.

 

 

 

Bu yazı İktisat ve Toplum Dergisi'nin Temmuz 2011 sayısında yayınlanmıştır.

 

 

Paylaş Bookmark and Share

« Diğer köşe yazıları