TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Bu haftanın en önemli gündemi Birleşmiş Milletler zirvesiydi. ABD Başkanı Trump’ın ikinci başkanlık döneminden bu yana uluslararası kurumlara desteği azaltacağına dair açıklamalarına rağmen, bu yılki Birleşmiş Milletler zirvesi hem uluslararası basında hem de Türkiye’de en çok takip edilen toplantılardan biri oldu. Ben de bugünkü yazımda zirvede öne çıkan gelişmeleri ve bunların ekonomik etkilerini değerlendireceğim.
Rusya-Ukrayna savaşında yeni çözüm arayışları
Zirvenin en büyük sürprizi, ABD’nin Rusya-Ukrayna savaşına ilişkin çözüm yaklaşımında hızlı bir yön değişikliğine gitmesiydi. Başkan Trump, yılın ilk yarısında Ukrayna lideri Zelenski’ye “elinde hiçbir koz yok” derken, zirvedeki konuşmasında Ukrayna’nın Kırım dahil olmak üzere kaybettiği tüm toprakları geri alabileceğini savundu. Bu görevi NATO’ya atfederken, NATO’nun en büyük askeri ve mali gücü olan ABD’nin bu süreçte nasıl bir rol üstleneceği ise belirsiz kaldı.
NATO’nun güçlenmesinin etkileri
NATO’nun askeri kapasitesinin artırılması Türkiye açısından jeopolitik olarak olumlu yansımalar doğuracaktır. Zira ABD’den sonra NATO’nun en büyük ikinci askeri gücü Türkiye’dir.
Bu durumun F-16 anlaşmasına etkisi net olmamakla birlikte, Türkiye’nin en önemli ihracat kalemlerinden biri olan savunma sanayisine destek sağlaması olasıdır. Özellikle ABD’nin Avrupa ülkelerine yönelik “milli gelirin yüzde 2’si kadar savunma harcaması” baskısının sürmesi halinde, Türk savunma sanayi firmaları Avrupa pazarında önemli fırsatlar elde edebilir.
Karadeniz’in stratejik önemi
Rusya-Ukrayna savaşı Türkiye için aynı zamanda Karadeniz’in enerji ve gıda tedarikindeki stratejik rolünü de öne çıkarıyor. Bölgedeki güvenlik riskleri, enerji ve tahıl koridorlarını kritik hale getiriyor.
Bu tablo Türkiye için hem avantaj hem de risk barındırıyor. Coğrafi konumu sayesinde Türkiye, yürütülen müzakerelerde kilit bir partner ve oyun kurucu rolü üstlenirken; sürecin aksaması durumunda enerji arz güvenliğinin zedelenmesi, ithalat faturasının kabarması, enflasyonist baskıların artması ve büyüme ile refahın olumsuz etkilenmesi söz konusu olabilir.
Orta Doğu politikaları
Zirvenin bir diğer odağı Orta Doğu’ydu. Buradaki temel gündem, İsrail’in Gazze işgali ve savaşın nasıl sonlandırılacağıydı. Süreç içinde birçok ülke Filistin’i tanıyıp iki devletli çözümü önerirken, ABD stratejik ortaklığı nedeniyle İsrail’den vazgeçmeyeceğini yineledi ve savaşın yakın zamanda sonlanacağına dair umutları azalttı.
Orta Doğu’daki çatışmalar, yatırımcıların jeopolitik risk algısını yükselten, başta petrol olmak üzere emtia fiyatlarını tetikleyen ve bölgesel ticaret potansiyelini zayıflatan temel faktörlerden biri olmaya devam ediyor.
Türkiye-ABD ilişkilerinde yeni bir sayfa mı?
Zirvenin Türkiye açısından bir diğer önemi, altı yıl aradan sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Başkan Trump arasında yapılacak ikili görüşme oldu. Bu yazıyı kaleme aldığım sırada görüşme henüz gerçekleşmemişti; ancak yapılan açıklamalara göre gündem oldukça yoğundu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Trump arasındaki görüşme Türkiye için büyük bir alışveriş paketinin kapısını aralayabilir. Türkiye’nin listesinde 50 milyar doları aşan uçak ve enerji tedariki bulunuyor.
Bu listede en büyük payı havacılık sektörü oluşturuyor. Boeing ve Lockheed Martin’den 250’ye kadar yolcu uçağı ile F-16 savaş uçağı alımı gündemde. Türkiye bu siparişlerle hem sivil havacılıkta hem de savunma alanında ABD’den en büyük alımı yapan ülkelerden biri olacak.
Hatırlatmak gerekirse Türkiye, Lockheed’in en gelişmiş savaş uçağı F-35 programının kurucu ortaklarındandı. Ancak Rusya’dan S-400 alımı sonrası programdan çıkarılmış ve CAATSA yaptırımları devreye girmişti.
Mevcut durumda S-400’lerin iadesi gündemde değil. Ancak Washington’un talep ettiği şekilde kullanımına dair bir uzlaşı sağlanabilirse Türkiye için 40 adet F-35’in kapısı yeniden açılabilir.
Görüşme gündeminde sadece uçaklar yok. Türkiye’nin ABD’den yapmayı planladığı LNG ithalatı da masada. Dolayısıyla 50 milyar dolarlık potansiyel anlaşmalar, Türkiye-ABD ilişkilerinin geleceğini de şekillendirecek görünüyor.
Sonuç: Güvenlik ve ekonomi ayrılmaz bir bütün
Birleşmiş Milletler zirvesi bir kez daha gösterdi ki jeopolitik gelişmeler yalnızca askeri değil, ekonomik sonuçlar da doğuruyor. Türkiye, güvenlik kaygılarını karşılamak için bütçesini yeniden düzenlemek, enerji arzını çeşitlendirmek ve riskleri yönetmek zorunda. Aksi halde bu gelişmelerin yaratacağı şoklar, finansal istikrarsızlık ve enflasyon üzerinden ekonomiyi daha kırılgan hale getirebilir.
Bu köşe yazısı 26.09.2025 tarihinde Nasıl Bir Ekonomi Gazetesi'nde yayımlandı.