Arşiv

  • Mayıs 2024 (3)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Kamu iktisadı ışığında müzik tarihinden bir öykü

    Hasan Ersel, Dr.30 Ağustos 2008 - Okunma Sayısı: 1547

     

    Ulusal savunma, iktisatta "kamusal mal" olarak tanımlanan bir hizmettir. Bu hizmetten bir kişinin yararlanmış olması, başkalarının yararlandığı miktarı azaltmaz. Öte yandan da bu hizmetten bir kişinin yararlanmasını engellemek de olanaklı değildir. Örneğin, Türkiye'de bir bebek doğduğunda, bu ülkede yaşamakta olan insanların yararlandığı ulusal savunma hizmeti azalmaz. Öte yandan, ulusal savunma hizmeti, "filan kişi dışındakilere verilecektir" demek de olanaklı değildir. Ülke savunuluyorsa, bundan orada yaşayan herkes yararlanır. Peki bu hizmetin bedelini kim öder? İşte burada ciddi bir sorun ortaya çıkmaktadır. Çünkü herkes bu hizmetten eşit ölçüde yararlanacağını ve üstelik yararlanmasının engellenemeyeceğini bilirse, "başkası ödesin" diyerek beleşçiliğe yönelir. Böyle olunca da bu hizmetin üretilmesi için gerekli maliyet karşılanamamış olur. İşte bu nedenle de genelde, kamusal mallar vergiyle finanse edilir. Bazı durumlarda gönüllü katılım ile finansmanın sağlanması da olanaklıdır. Örneğin şifrelenmemiş radyo yayınları da kamusal mal niteliğindedir. Ülkemizde Açık Radyo, finansman sağlayabilmek için, dinleyicilerinin gönüllü katkılarına başvurmaktadır. Ancak bir hizmetten herkes aynı oranda yararlanmak durumunda değildir. Örneğin radyo dinlemekten hoşlanmayan bir kişiden radyo yayınlarını finanse etmek için vergi almaya kalktığınızda bu o kişi açısından "haksız bir vergi" olarak görülecektir. Bu sorun ilk kez İsveçli büyük iktisatçı Knut Wicksell tarafından ortaya atılmıştır. Daha sonra yine İsveçli iktisatçı Erik Lindahl kişinin söz konusu kamu malından elde ettiği faydaya oranlı vergi alınması ilkesine dayalı Wicksell-Lindahl modelini geliştirmiştir. Kamu ekonomisi yazınında bu sorun çeşitli boyutlarıyla hâlâ tartışılmaktadır.  

    Vicdani retçi ve Wicksell-Lindahl Vergisi

    Dini ya da ahlaki temellere dayanarak savaşa katılmayı ya da orduda herhangi bir görev almayı kabul etmeyenler "vicdani retçi" olarak tanımlanıyor. Bu konunun felsefi boyutunu bir an için bir tarafa bırakıp, olaya kamusal mallar açısından bakalım. Bu kişiler söz konusu kamusal malın sunumundan yarar sağlamamakta, tam tersine bundan mutsuz olmaktadırlar. Dolayısıyla Wicksell-Lindahl modeli çerçevesinde bu insanlardan vergi alınmaması gerekir. Konu ulusal güvenlik olduğunda, askerlik yapmak bu verginin bir kısmının doğrudan emek katkısı yoluyla ödenmesi anlamına gelir. Böyle düşünüldüğünde de vicdani retçi olduğunu kanıtlayabilen bir kişinin askerlik hizmeti yapması, Wicksell-Lindahl modeli çerçevesinde bozucu (distortionary) bir vergidir; dolayısıyla bu kişilerin askere alınmaması gerekir. Kolaylıkla tahmin edilebileceği üzere bu konu hemen her ülkede tartışmalara yol açmıştır. Örneğin Türkiye "vicdani ret" kavramını kabul etmemektedir. Buna karşılık Büyük Britanya'da II. Dünya Savaşı sırasında "vicdani retçi" olduğunu ileri sürenler özel mahkemelere çıkarılmışlardı. Bu mahkemeler kişinin gerekçelerinin doğruluğu konusunda bir kanaate vardığında başka bir kamu görevi yapmak kaydıyla askerlikten muaf tutulması, muharip olmayan bir askeri göreve verilmesi ya da başvurunun reddedilmesi biçiminde kararlar verebiliyordu. Bu mahkemeye başvuran 61.000 kişiden sadece 3000'i askerlikten muaf tutulmuş, 18.000 kişinin gerekçeleri ise doğru bulunmamış askere alınmışlardı. Büyük İngiliz bestecisi Benjamin Britten gençliğinden beri savaş karşıtı kampanyalar içinde aktif bir biçimde yer almıştı. Bu nedenle vicdani retçi olduğunu beyan etmiş, askeri hiçbir görev kabul etmeyeceğini ifade etmişti. Ordu ona muharip olmayan bir görev önerdi. Ancak Britten buna da aynı gerekçelerle itiraz etti. Mahkeme, geçmişteki eylemleri ışığında, onu haklı buldu. 18 Ağustos 1942'de onu askerlikten muaf tutma kararı aldı. Aynı durumda bir başka İngiliz bestecisi daha vardı. O da 1941 yılında bestelediği ancak ilk icrası 1944'te yapılabilen, Nazileri ve ABD'deki ırk ayrımını ağır bir biçimde eleştiren "A Child of Our Time-Zamanımızın Bir Çocuğu" adlı başyapıtıyla haklı bir ün kazanmış olan Michael Tippett'ti. Mahkeme onun gerekçelerini yeterince güçlü bulmadı. Michael Tippett, kendisine verilen muharip olmayan görevi yapmayı da kabul etmediği için 1943'ün haziranında üç ay hapse mahkûm edildi. Doğal olarak, Benjamin Britten bu karara en çok tepki gösterenlerden birisi oldu. Ama bir başka İngiliz bestecisinin gösterdiği şiddetli tepki çok daha ilginçti. Ralph Vaughan-Williams (1872-1958) "Tippett bir ulusal hazinedir" diyor ve karara şiddetle karşı çıkıyordu. Oysa kendisi, I. Dünya Savaşı sırasında askerlik yaşını geçmiş olmasına rağmen orduya katılmış; Fransa'da cankurtaran şoförü olarak ve Yunan cephesinde de topçu birliklerinde görev yapmıştı. Bu ikinci görevinde kulağı zedelenmiş; bu da onun daha sonra sağır olmasına yol açmıştı. Konumları arasındaki büyük farka rağmen, Vaughan-Williams, Michael Tippett'i sonuna kadar savunmaktan geri kalmamıştı. Aslında Vaughan Williams'ın bu tavrı sadece bu olayla sınırlı da değildi. Komünizme hiç sempati duymamasına rağmen, BBC, komünist olduğu gerekçesiyle, Alan Bush'un bestelerini yayımlamayı reddedince, bir mektup yazarak "Bu güzel yapıtlar BBC'de seslendirilinceye kadar kendi yapıtlarının bu kurum tarafından çalınmasını yasakladığını" bildirmişti. İngiliz müziğinin bu büyük temsilcisi bundan 50 yıl önce, 26 Ağustos 1958'de, vefat etmişti.

     

    Bu yazı 30.08.2008 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır