Arşiv

  • Nisan 2024 (14)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Hükümet popülist baskıya harcama reformuyla yanıt vermeli

    Hasan Ersel, Dr.08 Eylül 2008 - Okunma Sayısı: 1111

     

    Önümüzdeki dönemde hükümet üzerindeki popülizm baskısı artacak. Buna karşı bütçede maliyet etkinliğini artıracak önlemlere önem veren bir harcama reformu yapılmalı ve öncelikler ilan edilmelidir.

    Önümüzdeki dönem, bir kaç nedenle, iktisat politikası yapımcıları için, kolay değil. Her şeyden önce dış dünya karışık. Oysa 2002 yılından bu yana olumlu dış koşullar içinde yaşıyorduk ve iktisat politikasını bu koşullarda yapmanın göreceli rahatlığından yararlanıyorduk. Şimdi durum değişik. Hem belirsizlik, hem de yapılabilecek bir hatanın bedeli arttı. Belirsizlik varsa neyin hata neyin doğru olduğunu bilmiyorsunuz. Yine aynı nedenle, hata yaptığınızda bunu nasıl telafi edeceğinizi de kestiremediğiniz için, maliyet de çok daha yüksek oluyor. İkinci olarak, 2001 yılının toplum üzerinde yarattığı korku ve yılgınlık artık iyice geride kaldı. (Bence bu süreç 2005 yılında başlamıştı.) Artık toplumun gözünde maliye politikasının başarısı refaha, istihdama katkısı ile ölçülecek. Bu yönde olumlu sonuçlar alınmadığı zaman da sorumlu olarak hükümet görülecek. Hükümetin arkasına sığınacağı "yüksek faiz dışı fazla yaratma koşulunu sağlama zorunluluğu" gibi bir gerekçe de olmayacak. Özetle, hükümet üzerinde popülist baskılar artacak ve bunlara karşı çıkmak eskisi kadar kolay olmayacak. Öte yandan, ekonominin düze çıkması da bu tür baskılara direnmekten geçiyor. Bu ince ve ne yazık ki uzun yoldan geçip gidecek mahareti iktisat politikası yapımcıları gösterebilecek mi? Göreceğiz. Ancak bu alanda neyin yapılabileceği ve neyin, hiç olmazsa kolaylıkla yapılamayacağını, görmeye çalışmakta da yarar var. Unutmayalım ki, hükümetlerden popülist istekleri olanlar bizleriz. Sonuçtan sadece hükümetleri sorumlu tutmak, siyasal sürecin işleyiş mantığına uygun olsa da, pek de adil bir değerlendirme olmayacaktır. Dolayısıyla neyi isteyip neyi isteyemeyeceğimizi bilir ve ona göre hareket edersek, bu sürecin başarıya ulaşmasına bizlerin de bir katkısı olur.    

    2002-7 döneminde bütçe harcamaları

    Önce, yine 2002-2007 dönemine dönüp, merkezi yönetim bütçesi içinde kamu harcamalarına ne olduğuna bakalım. 2002-2007 dönemi ortalaması olarak bu harcamaların Gayri Safi Yurtiçi Hasıla'ya (GSYH) oranı yüzde 27,4. Dünya ölçülerinde yüksek de değil, düşük de. Dönemin ilk yarısı ile ikinci yarısı karşılaştırıldığında, ortalamada, yaklaşık 7 puan gibi inanılması güç bir düşüş var. Ancak bunun nedeni çok büyük ölçüde faiz harcamalarındaki azalma. Bu dönemde faiz harcamaları GSYH'nın yüzde 12,6'sından yüzde 6,3üne düşmüş. Tam 6,3 puan! Bunun 2001 yılında da yürürlüğe konulan ve daha sonraki yıllarda da pek aksatılmadan uygulanan programın büyük başarısı olduğunu kabul etmek gerek. Buna karşılık faiz dışı harcamalardaki azalma sadece GSYH'nin yüzde 0,5'i düzeyinde. Faiz dışı harcamaların göreli büyüklüğü açısından bakıldığında, bu dönem içinde pek bir değişiklik olmadığını söyleyebiliriz. Faiz dışı harcamaların bileşiminde önemli bir değişiklik olmuş mu? Bu sorunun yanıtı şöyle: Cari transferlerin GSYH oranı artmış, buna karşılık personel harcamaları, mal ve hizmet alımı ile yatırım harcamalarının GSYH oranları düşmüş. Ancak bir noktanın altını çizmek gerek: Cari transfer harcamalarındaki artışın önemli bir kısmı siyasal otoritenin bütçe olanaklarını kullanma konusundaki tercihlerinden kaynaklanmıyor. Bu artışın önemli bir bileşeni sosyal güvenlik kurumlarının açıklarının karşılanması için yapılan transferler. Bu kalem, personel ve faiz harcamaları ile birlikte "bütçenin esnekliği olmayan harcamalarından" sayılıyor. Yani köklü önlemler alınmadıkça, iktisat politikası yapımcısının seyrini etkileyemeyeceği türden harcamalar. Merkezi yönetim bütçesi içinde yer alan yatırım harcamalarının GSYH'a oranının 2002-2007 dönemi ortalaması yüzde 6,2. Dönemin ikinci yarısında bu, oran ilk yarısına oranla biraz yükselmiş (0.6 puan kadar). Ancak bu artış tatmin edici mi? Ülkenin çözmesi gereken altyapı sorunları göz önüne alındığında, buna olumlu yanıt vermek zor. OECD'nin 2008 yılı tarihli Türkiye raporunda dikkat çekilen noktalardan birisi de bu.  

    Bütçe harcamalarındaki eğilimler

    Merkezi yönetim bütçesinde toplam harcamalar kaleminin oynaklık katsayısı (harcamalardaki yüzde artışın GSYH'daki yüzde artışa oranı) 1'in epeyce altında. 2002-2007 dönemi için sadece 0.64. Ancak bunun nedeni, yukarıda da belirtildiği üzere, söz konusu dönemde faiz harcamaların artmaması, hatta azalması. Faiz dışı harcamalarda ise oynaklık katsayısı 1'e çok yakın. Ancak burada dikkati çeken bir özellik var: Dönemin ilk yarısı için bu katsayı 0.82 iken ikinci yarıda 1.16'ya yükselmiş. Burada anormal olan dönemin ikinci yarısı değil, ilk yarısı. Çünkü, Türkiye'nin gelişmişlik düzeyindeki bir ekonomide, kamu hizmetlerine olan talebin gelir artışından daha hızlı artması beklenir. Belli ki, o dönemde kamu harcamalarını artırıcı yönde taleplere karşı "faiz dışı fazla yaratma zorunluluğu" argümanı etkin olmuş. Yani bu talepler baskı altına alınmış. Dönemin ikinci yarısı, beklenen duruma daha yakın. Tabii bundan bir başka sonuç daha çıkıyor. O da önümüzdeki dönemde bu tür taleplere "hayır" denmesinin daha da zor olacağı. İşte bu nedenle de bütçede bir maliyet etkinliğini artıracak önlemlere önem veren bir harcama reformu yapılması, önceliklerin belirlenmesi ve ilan edilmesi son derece önem taşıyor.  

    Program üzerinde görüş birliği

    Burada bir konunun altını çizmek istiyorum: İlk bakışta harcama reformu ve önceliklerin belirlenmesi bir teknik çalışma gibi görünüyor. Hiç kuşkusuz, bu işin teknik yönü son derece önemli. Çünkü, içinde bulunacağımız ortamda, yanlış yapma lüksümüz yok. Üstelik ülkenin geleceğini doğru inşa edebilmek için de kıt kaynaklarımızı altyapı, eğitim ve sağlık gibi alanlarda çok dikkatli bir biçimde kullanmak zorundayız. Bu alanlar arasında ve her alanın kendi içinde projeler arasında tercih yapabilmek ise çok ciddi teknik çalışmalar yapılmasını gerektirir. Ama başarı için bu yetmez; program etkin bir biçimde uygulanabilmelidir de. Bu ise programın ana yapısı üzerinde siyasal düzeyde bir görüş ve anlayış birliğinin, ya da hiç olmazsa yakınlığının, sağlanmasını gerektirir. Bu olmadığı takdirde tozlu raflara bir güzel teknik çalışma daha eklenmiş olur ve korktuğumuz "popülizm" batağına yeniden sürüklenme tehlikesi ile karşı karşıya kalabiliriz.

     

    Bu yazı 08.09.2008 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır