Arşiv

  • Mayıs 2024 (11)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    ABD'de çıkış köklü reformlar ama buna cesaret edecek lider yok

    Hasan Ersel, Dr.22 Eylül 2008 - Okunma Sayısı: 1076

     

    Doğrusu, ABD'de olup bitenler çok mu acıklı, yoksa çok mu komik, karar veremedim. Güven Sak'ın* 19 Eylül'de Referans'ta yayınlanan "Nedir, bu yüzde 79,9'un sırrı?" başlıklı yazısından öğrendiğime göre "ABD hükümeti bir şirkette yüzde 80 oranında hisse senedi sahibi olursa, o şirketin borçlarının kamunun borç stoku içinde sayılması gerekiyormuş. Bu durumda, ABD Hazinesi'nin Fannie ve Freddie'nin yüzde 80'ini, FED'in AIG'nin yüzde 80'ini devralması, ABD DİBS stokunun birdenbire iki katından fazla artması olacakmış. Bu nedenle ABD hazinesi yüzde 79,9'da durmuş. Hani yıllarca önce ülkemizde de bazı siyasiler devletin borcunu, bankaların bilançosunda saklarlarsa yok edebileceklerini sanmışlardı ya, aynen onun gibi! Ama bu yolla kendileri dışında kimseyi kandıramamışlardı. Sonuçta hazine, bunları kamu borcu olarak kabul etmiş, faturayı da millet olarak bizler ödemiştik. Anlaşılan bu "ince nokta" piyasa gözlemcilerini pek ilgilendirmedi ki izleyebildiğim ABD ve Avrupa televizyonları yüzde 80 deyip geçiverdi. Üstelik ekrana çıkanlar arasında bu borçların artık ABD Hazinesi'nin olduğundan kuşku duyan kimse de yoktu. Bu durumda "bu bizim borcumuz değil" diyebilecek bir ABD Hazine Bakanı'nı, doğrusu, düşünemiyorum. Peki ABD Hazinesi bu borcu nasıl ödeyecek? ABD Hazinesi'nin (devletinin) bilançosunu kafamızda şekillendirmeye çalışalım (Böyle bir resmi istatistik yok, sadece düşünmek için düşlüyoruz). Aktifinde ABD'de devletin sahip olduğu varlıklar var. ABD'nin zenginliğini düşünürseniz, devletin bu ekonomideki payı düşük olmasına rağmen yine de muazzam bir büyüklük. Şimdi buna 1 trilyon doları bulacağı, hatta geçeceği düşünülen batık krediler eklenecek. Bu da az değil. En azından ABD hazinesinin aktifinin kalitesi bozulmuş olacak. Peki ABD hazinesi aktifindeki büyümeyi nasıl finanse edecek?  

    Saygınlık boşluğu

    Bu duruma düşen bir banka olsaydı ne olacaktı? Aktifin kalitesi eğer ciddi ölçüde bozulmuşsa, gözetimden sorumlu otorite, ortakların daha fazla sermaye koymalarını isteyecekti. Vergiyi buna benzetebiliriz. Halk devlete daha çok ortak olur. Ya da durum o kadar vahim değilse, gözetimden sorumlu otorite, "sermayen şimdilik yeterli görünüyor, piyasayla ne halin varsa gör" derdi. Bu durumda da ABD Hazinesi'ne yeni borç senedi ihraç etme yoluna gidebilir. Ama bu durumda piyasa da aktif kalitesine bakıp, ABD Hazinesi'ni daha riskli görmez mi? Zaten bütçe açığı olan üstelik de muazzam bir borç (ve ileriye yönelik taahhüt-toplumsal güvenlik gibi) biriktirmiş olan bir devletten söz ediyoruz. Bu durumda, ABD devletinin, piyasalardan borçlanabilse bile bunu daha ancak yüksek faizle yapması sonucu çıkmaz mı? O da gelecek yılların bütçelerine yük yükleyecek. Aslında, ne olacağını biz biliyoruz. Yaşamıştık. Ama yaşadığımız sorunun bir boyutunu anımsamakta yarar var. Türkiye'yi 2000-2001 krizine götüren siyasal karar alıcılar, sadece kendi itibarlarını yok etmemişlerdi. Onlardan sonra kurulan iktidarlara bir de "saygınlık boşluğunu" miras bırakmışlardı. Yaptığım çalışmalardan çıkardığım sonuç bu saygınlık boşluğunun iktisat politikası üzerindeki baskısının ancak 2005 sonrasında etkisini yitirdiği yönünde. Bu sorunun Türkiye'ye özgün olduğunu sanmıyorum. ABD'nin önümüzdeki dönem yöneticilerinin kurtulabileceğini düşünmek için bana bir neden yok gibi geliyor. Türkiye bu durumdan nasıl kurtuldu? İşin içinde biraz şans unsuru var. Dünya ortamı iyi idi. Ama olayı bütünüyle şansa bağlamak da en azından insafsızlık olur. Türkiye, izleyenlere iki sinyal verdi: 1) Durumu düzeltmek için elimizden geleni yapacağız (faiz dışı fazla hedefine uymak, borç stokunu düşürmek) 2) Bir daha önce yaşananların tekrar etmesine izin vermeyeceğiz (orta vadeli hedef konulması, saydamlık, banka sistemine ilişkin alınan önlemler). Bunu yapmakta, önemli ölçüde, başarılı olduk. Dünya ortamının da olumlu olmasından yararlanarak, kendimize bir fırsat penceresi açabildik. Türkiye'deki tartışmalar zaten buna yönelik değil; bundan sonrasına ilişkin. Daha geniş bir pencere açabilir miydik? Pencereden doğru dürüst geçip, sağlam bir yere ayağımızı bastık mı? Yoksa birisi dokunsa tepe taklak aşağıya düşeceğimiz bir kırık merdiven basamağında mı duruyoruz? ABD içinde bulunduğu durumdan kurtulmasının bizim izlemek zorunda kaldığımız yoldan gitmekten başka çaresi var mı? Benim bilebildiğim yok. Aslında bu yolun en başarılı örneklerinden birisi ABD'nin 1929 buhranı sonrasında yaptıkları değil miydi? Ne yapmıştı ABD? Sistemi baştan aşağı gözden geçirmiş, bence tarihinin en köklü reformlarını yapmıştı. Böylelikle, hem işleri yoluna koymuş, hem de başta ABD halkı olmak üzere herkese bir daha geriye artık dönülmeyeceği güvencesini vermişti.

    Seçimi daha reformcu olan mı kazanacak

    Bu durumda, ABD'deki seçimi köklü reform yapmak isteyenin kazanacağını söyleyebilir miyiz? İlk bakışta bu soruya verilecek yanıt, "evet" gibi görünüyor. Ancak iş bu kadar basit değil. Ortalıktaki tek fikir benim yukarıda yazdığım değil ki. Örneğin ABD yönetiminin gündeme getirdiği şu [şimdilik] son kurtarma planını ele alalım. Hazine Bakanı Henry M. Paulson Jr. Tarafından yapılan açıklamaya göre planın ana çizgileri şöyle: 1)ABD Hazinesi, ipotekli konut kredisi ile ilişkili menkul kıymetleri satın alacak. Ancak bunlara dayanılarak çıkarılan türev araçları satın almayacak. 2)Bu işlem sadece ABD mali kuruluşları için yapılacak. Ancak bunun bir de istisnası var. ABD kuruluşu olsalar bile "hedge funds" bundan yararlanamayacak. 3)Varlıklar belli bir iskontoyla satın alınacak. [İskonto oranının yüzde 50 dolayında olması bekleniyor] 4)ABD Hazinesi bu portföyü yönetmek için dışarıdan uzmanları görevlendirecek. Bu kurtarma işlemini desteklemek üzere ayrıca aşağıdaki önlemlerin de alınması ön görülüyor: 1)ABD Hazinesi ve Hazine'ye, geçmemiş gibi görünüp de geçmiş olan, Fanny Mae ile Freddie Mac ipotekli konut kredisine dayalı varlıklardan aldıkları miktarları artıracaklar. 2)Securities Exchange Commission (ABD'de Sermaye Piyasası Kurmuna karşılık gelen kuruluş) 799 mali kuruluşun hisselerinde açığa satış yapılmasını 10 gün süreyle yasakladı. (Bunlar arasında Morgan Stanley'i açığa satış yaparak köşeye sıkıştıran hedge fund'lar da varmış! Onlar yaparken oluyor da onlara yapılınca olmuyor!) Bu süre 30 güne uzatılabilecek. 3.Hazine, bazı para piyasası yatırım fonlarını, 50 milyar dolara kadar sigorta edecek. Bunun için "Kur İstikrar Fonu'ndaki" olanakları kullanacak.  

    Yeni bir sayfa açılıyor

    Bu haberler üzerine ABD'de borsa coştu, Dow Jones (endüstri ortalama) endeksi 19 Eylül'de günü yüzde 3,35 yükseldi. Bu endeksteki bu kadar büyük yükselişten diğer endeksler de geri kalmadı: Nasdaq bileşik endeksi yüzde 3,4, S&P-500 ise yüzde 4,3 arttı. Tabii mali sektör adına konuşanların keyfi yerine geldi. Bu konuda ABD Kongresi'nde bir sorun çıkması da beklenmiyor. O halde sorun yok! Mali kuruluşların bilançoları temizlendiğine göre yeni bir sayfa açıp yola devam edilebilir. Gerçi Nobel iktisat ödülü sahibi büyük ABD'li iktisatçı Joseph E. Stiglitz, bu olayı "Yani, bu ekonomideki her kötü şeyin ortağı olacağız" diye yorumluyor (ben de bu görüşe tümüyle katılıyorum) ama, anlaşılan, çoğunluk öbür yanda. Şimdi konumuza dönebiliriz. Görüldüğü gibi çoğunluk, düzenin devamını sağlayacak bir düzenleme yapıldığında yaşamından memnun. Anımsayacaksınız, piyasaları düzenlemek ve gözetmekle sorumlu kurumların yetkilerinin artırılmasına en şiddetli tepki bu işten en çok zarar gören finans kesiminden gelmemiş miydi? Peki bu insanlar "akılcı" değiller mi? Bu soruya "hayır değiller" diye yanıt vermek herhalde pek anlamlı olmaz. Bu kadar iş yaparken akılcılar da iş buraya gelince mi akılcılık dışına kayıyorlar? Ama belirsizlik ortamında akılcılığın ne anlama geldiği de o kadar açık değil. Konuyla ilişkilendireyim: Reform yapmak, sistemin kurumsal yapısını ve işleyişini köklü bir biçimde değiştirmek demektir. Bu durumda karar alıcıların yeni kuralları öğrenmeleri, kendilerini bunlara uyarlamaları ve bundan nasıl kazançlı çıkabileceklerini saptamaları gerekecektir. Bunun karar alıcı için maliyeti çok yüksek olabilir. Üstelik, reformun sonucunda daha iyi bir duruma gelineceği ancak umulabilir. İşler ters de gidebilir. Dolayısıyla, düşük bir olasılıkla bile olsa, reformun karar alıcılara vereceği zarar telafi edilemeyecek kadar yüksek olabilir. Dolayısıyla bu noktada tam anlamıyla bir "belirsizlik" var. Yani bu sonuçların yüzde kaç olasılıkla çıkacağını bile söylemek olanaklı değil. Bu durumda, karar alıcı (seçmen) reform yerine mevcut durumda, göze çarpan, önemli aksaklıkları düzelten bir yaklaşımı daha az riskli olacağı için tercih edilebilir. ABD'deki seçim sonucunu tahmin etmeye çalışmıyorum. Söylemeye çalıştığım, seçimi kim kazanırsa kazansın köklü reform yapma olasılığının pek de yüksek olmadığı. "Ama Franklin D. Roosevelt 1930'larda yapmıştı" diyeceksiniz. Doğru, onun için de tarihe büyük bir devlet adamı olarak geçti.

     

    Bu yazı 22.09.2008 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır