Arşiv

  • Mayıs 2024 (11)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Çifte güvensizlik ve çözümü

    Hasan Ersel, Dr.17 Ekim 2008 - Okunma Sayısı: 904

     

    İki gözlem yapayım:   1) "Krizin güven sorunu çözülmeden çözülemeyeceği" sıkça söylendi. Doğru ama işe yaramayan bir söz. Çünkü güven sorununun nasıl çözüleceği belli değil. 2) Hükümetler açıklamalar yaptılar "Finans sisteminin çökmemesi için gerekli her şey yapılacaktır" diye. Piyasalar yine de kötüye gitti. Piyasa oyuncularının, haklı olarak, bu boş lafları ciddiye almadıkları ve almayacakları ortaya çıktı. Bu, bana Stalin'e atfedilen bir fıkrayı anımsattı: II. Dünya Savaşı sırasında Stalin'e "Papa hazretleri müttefiklerden yana" demişler. O da "Kaç tankı var?" diye sormuş. Sonuçta Gordon Brown'un açık ve net tutumuyla öncülük ettiği yaklaşım Atlantik'in iki tarafında da benimsendi. Hükümetler güvencenin mali destekten geçtiğini anladıklarını ve bunun için de yüklü bir kamu kaynağını seferber edeceklerini açıkladılar. İşler biraz düzelir gibi oldu. Devam edip etmeyeceği, bundan sonra hükümetlerin tutumlarının ne olacağına bağlı. Ama iki önkoşulun sağlanması gerekli: Ulusal düzeyde açıklanan planların çabuk ve etkin uygulanması ve bunun yanı sıra, uluslararası işbirliğinin sürmesi. Buradan da iki sonuç çıkıyor. Bunlardan ilki Hyman Minsky'nin yıllarca önce söylediği gibi krizden çıkabilmek için güçlü devletin gerekli olduğu. İkincisi de Joseph E. Stiglitz'in, her fırsatta vurguladığı üzere, sadece mali piyasaların bütünleşmesiyle küreselleşmenin olmayacağı.

    Kim, kime güvenmiyor?

    ABD'de Avrupa'da alınan önlemler üç başlık altında toplanabilir. 1) Bankalara mevduat güvencesi verilmesi 2) Bankalar arası işlemlerin güvence altına alınması iii) Bankalara sermaye konulması. (Bir de bankların sorunlu varlıklarının satın alınması var. Bunun nasıl yapılacağı henüz belli değil. Ama özünde etkisi sermaye artırmak ile aynı biçimde olduğu için burada ihmal ettim.) Bu yolla bankaların kredi açma faaliyetlerinde kesilme olmamasının sağlanacağı umuluyor. Bu sağlanırsa üretim, tüketim ve yatırım faaliyeti devam edecek, istihdam düşmeyecek. Bu önlem listesine bakınca güven sağlamanın çok boyutlu bir olay olduğu anlaşılıyor. Her ne kadar, haberlerde bankaların birbirine olan güveninin sağlanması ön plana çıkıyorsa da bu, sorunun boyutlarından sadece birisi. Bunu sağlamaya yönelik temel önlem bankalar arası işlemlerin güvence altına alınması. Mevduat güvencesi verilmesinin bu konuyla ilgisi yok. Burada banka sistemine karşı tasarruf sahiplerinin (özellikle hanehalklarının) güveninin kırılmaması sağlanmaya çalışılıyor.

    Ya bankalara sermaye konulması?

    Bankaların sermayeleri güçlü olduğu ölçüde kredi açtıkları anımsanırsa, bu durumda kredi müşterilerine, özellikle şirketlere, güven verilmeye çalışılıyor. Bu krizde güvensizlik duygusuna kapılanlar, hane halkları, şirketler ve bankalar. Yani toplum. Peki güven veren kim? Devlet. Devlet bu güveni verecek gücü kimden alıyor? Toplumdan! Garip bir döngü değil mi?

    Bundan sonrası

    Bu manzarayı gören aklı başında herkes devletlerin bu güvenceyi verecek gücü olup olmadığını ve bunu sürdürüp sürdüremeyeceğini sorgulayacaktır. Zaten önlemlerin açıklanmasının ertesi günü piyasalarda esen iyimser hava pek de kalıcı olmadı. Çünkü ilk heyecan geçince, devletin bu yükümlülüğü yerine getirip getiremeyeceği konusunda kaygılar başladı. İki tür kaygıdan söz edildi. İlki, kamu kesiminin mali dengesinin bozulup enflasyona yol açması. İkincisi ise bir anlamda, bunun tersi. Devletin bu önlemleri almasından sonra, hane halklarının (ve şirketlerin) harcamalarını artırmaktan çekinip, ekonominin durgunluğa sürüklenmesi. Dikkat edilirse, güven sorunu açısından bu iki kaygı farklı durumları temsil ediyor. İlkinde, devletin verdiği güvence etkili oluyor, diğer iktisadi karar birimleri birbirlerine güvenmeye başlıyorlar. Ama devletin olayı götürecek mali gücü olmayabileceği düşünüldüğünde, akla kamu açıkları ve enflasyon geliyor. Yani bu defa devlete olan güven sarsılıyor. İkinci durumda ise bankalar arasındaki ilişkiler için güven sağlanabilmiş olsa bile, hane halkları ve/veya şirketlerin bankacılık kesimine güven duymaları sağlanamıyor. Bu nedenle de reel kesim oyuncuları iktisadi faaliyetlerini yavaşlatmaya başlıyorlar.

    Durgunluk ortaya çıkıyor.

    Şu anda işler yoluna mı girecek, yoksa güven sorunu yukarıda değinilen biçimlerden birisi biçiminde devam mı edecek belli değil. Bundan sonra ne olacağı, iktisadi açıdan doğru kararlar alınmasına olduğu kadar siyasal beceri düzeyine de bağlı.

     

    Bu yazı 17.10.2008 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır