Arşiv

  • Mayıs 2024 (1)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Kamu harcamasına dayalı çözüm yıllarca süren istikrarsızlık getirir

    Hasan Ersel, Dr.22 Aralık 2008 - Okunma Sayısı: 916

    Krize karşı kamu harcamalarını artırmak Türkiye'de cari açığın çok artmasına, eflasyonist baskı ve faizlerin artmasına yol açabilir. Sadece kamu harcamasına dayalı çözüm yıllarca süren istikrarsızlığa yol açabilir. Kriz dediğimiz olayın belirgin özelliği "algılanan" belirsizliğin çok artmasıdır. İnsanlar ve firmalar, önlerini göremedikleri için ihtiyatlı adım atmaya başlarlar; hatta düşmemek için, yerlerinden kımıldamamaya çalışırlar. Böyle olunca, onları harekete geçirebilmek için kollarına girip, yürümelerine yardım etmek gerekir. Tabii bunu yapabilecek birisinin de olması koşuluyla... İşte devletin rolü burada ortaya çıkıyor. Devletin önünü herkesten daha iyi görebileceğine inananlar olabilir ama işin aslı pek de öyle değildir. Sadece, eğer devlet yeterince güçlüyse, bir kişi ya da firmayı sakat bırakabilecek bir hatayı, tedavi edilebilir berelenmelerle atlatıp, düşe kalka da olsa, yoluna devam edebilir. Hyman Minsky, "krizden kurtulmak için güçlü devlete gerek var" derken, bunu kastediyordu. Minsky'ye göre, kabaca, krizin tüm yükünü devletin üstlenmesinden başka çıkar yol yoktur. Bugün ise ABD'de devletin özel kesimi, en çok (ve hızlı) uyaracak bir biçimde müdahale etmesi savunuluyor. Minsky'den farklı olarak, bu yaklaşımda, toparlanma aşamasında da özel kesimin rolü önemli. Birincil hedef, piyasa ekonomisinin merkezini oluşturan finans sistemini yeniden çalışır, yani kredi verebilir hale getirmekti. Bu nedenle de bankaların algıladığı belirsizliği azaltmaya ya da bu belirsizlikle baş edecek derecede güçlenmelerine (sermaye artırımı gibi) yönelik önlemler alındı. Ancak umulan sonuç doğmadı. Bankalar ellerindeki olanakları kredi olarak kullandırmayı değil, ABD Hazine bonosu almaya yönelttiler. Hane halkları tüketimlerini artırmadılar, özel kesim yatırımları da düştü. ABD'de iktisadi durgunluk daralmaya dönüştü.

    Obama'nın yaklaşımı Şimdi ABD'de gözler yeni yönetime çevrildi. Başkan seçilen Barak Obama'nın açıkladığı yaklaşım üç nokta üzerine kurulu: 1) Mali sisteme işlerlik kazandırarak, kredi mekanizmasının işlemesini sağlamak. 2) Çok büyük çaplı (tahminler 700 miyar ile 2 trilyon dolar arasında değişiyor) bir kamu harcama paketiyle hem ekonominin altyapısını yenilemek, hem de ekonomiyi canlandırmak. 3) Mali sistemin denetimsizliğine son vererek, bu nedenle artan sistemik riski düşürmek. Bu önlemlerden ilki zaten şu anda da alınmış durumda. Son ikisi ise yeni. Ama, bence, mevcut yönetimin bunlardan ikincisini yapamayışının nedeni süresinin bitmiş olması. Buna karşılık sonuncusunu yapmayışının nedeni, galiba, hâlâ bu yönetimde mali sistemin düzenlenmesine karşı olanların etkin olmaya devam etmesi. Görebildiğim kadarıyla bu önlemlerden sadece ikincisi Türkiye'deki politika arayışları açısından da önem taşıyor. Diğerleri konusunda, galiba, sorunumuz olmadığını varsayıyoruz. Öyle olmasını ummak isterdim, ama değil. Bence söz konusu başlıklar altında bizim de yapmamız gereken epeyce iş var.

    Kamu ile canlandırmak ABD'de yeni hükümetin programı henüz açıklanmadı. Bu nedenle sanki ortada bir program varmış gibi davranmak yanlış olur. Ancak, yine de üzerinde durulması gereken bir sorun var. O da programın hem ekonominin krizden çıkabilmesi için gerekli canlanmayı sağlamayı, hem de ABD'nin çok gerek duyduğu altyapısının yenilenmesini hedefliyor olması. Bu iki amaç, bir rastlantı sonucu, bir arada sağlanabiliyorsa sorun yok. Ama ya sağlanamıyorsa? Öncelik hangisine verilecek? Bu öncelik nereye kadar sürecek? Her halde yeni yönetim bu tür soruların yanıtlarını arayacaktır. Kuşkusuz böyle bir program ABD'de bütçe açığının ve kamu borç stokunun büyümesine yol açacak. Ancak, mali piyasaların bugün içinde bulunduğu koşullarda, yeni kamu borçlanmasının maliyeti neredeyse sıfır. ABD Merkez Bankası da, faizleri düşürerek, buna destek veren bir politika izliyor. Çünkü ileride oluşabilecek, enflasyonist baskıları göğüsleyebileceği kanısında. Bu yaklaşımın gözden kaçırılmaması gereken bir özelliği var. Bu harcamaların ne kadar, nereye ve nasıl yapılacağı piyasa tarafından değil, idari kararlarla belirleniyor. Sonuçta, kaynak sağlanınca, kararlaştırılan harcama yapılıyor. Oysa özel harcamaları özendirmeye yönelik diğer polirikalarda bu güvence yok. Devletin bankalara kaynak aktarması, onların kredi vermesini sağlamaya yetmiyor. ABD'de gördüğümüz üzere bankalar ortamı yeterince güvenilir görmedikleri sürece kredi açmak yerine, devlet tahvili almayı tercih edebiliyorlar. Bankalar kredi vermek istiyorlar diyelim. Hane halkları ve şirketler kredi almak istiyor mu? Hane halklarının da şirketlerin de harcamalarını kestikleri, tasarrufa yöneldiklerini duyuyoruz. Bunu da aştık, harcama da yapmaya başladılar diyelim. O zaman da yapacakları harcamaların ekonominin canlanması için en uygun alanlara (örneğin konut) yöneleceğini söylemek olanaklı değil. İşte tüm bu nedenle, piyasa dışı kararlarla biçimlendirilen kamu harcamalarına dayanmak sonuç açısından daha etkin gibi görünüyor.

    Cari açık çok artar

    Galiba, hükümetimiz de kamu harcamalarının bu "çekici" özelliği ile ilgili. Açıkça söylemiyorsa da, özel harcamaları özendirmekle uğraşmaktansa, kamu harcamalarını doğrudan artırmayı tercih ediyor. Ancak iki sorun var: Bunlardan ilki ABD ve Türkiye arasıdaki fark. Belirtilen amaca uygun bir program ABD'de sanayinin kapasite kullanımını artırır, cari açık üzerinde sınırlı etki yaratırken, Türkiye'de cari açığın çok artmasına yol açabilir. Bunun yol açacağı döviz kurundaki tırmanma, maliyet ve bekleyiş etkileriyle enflasyonist baskıların ve faizlerin artmasına yol açabilir. Bütün bunlar da kamu açıklarının istenenin üzerinde büyümesi sonucunu verir. İkinci sorun da kamu harcamalarını artırmanın kendi başına bir program olmayıp, bir programın parçası olduğunu gözden kaçırılması. Sadece kamu harcamaları artırılırsa neler olabileceğini kestirebilmek için tarihten seçilebilecek örnek çok. Ünlü bir tanesini vermekle yetineyim: 1956'da o zamanki Brezilya Devlet Başkanı Juscelino Kubitschek de Oliveira (19021976), ülkesine yepyeni bir başkent kazandırmak istemiş, bunun için büyük bir kamu harcama programını yürürlüğe koymuştu. Brasila kenti böyle doğdu; Brezilya'da yıllarla süren enflasyon ve istikrarsızlık da...

    Bu yazı 22.12.2008 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır