Arşiv

  • Mayıs 2024 (10)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Hayali bir yatırımcının Türkiye karnesi

    Hasan Ersel, Dr.26 Ocak 2009 - Okunma Sayısı: 905

    Türkiye'ye yatırım yapmak isteyen düşsel bir yatırımcı düşünelim. İlk sorunları ne olur? Karşılaştığı ekonomik ve siyasi manzara karşısında yatırım yapma kararı verir mi? Yoksa bavulunu toplayıp gider mi? Kendimi Türkiye ile ilgilenen bir yatırımcının yerine koydum. Bununla İMKB'de kağıt alıp satan, dolayısıyla Türkiye'yi birkaç günlüğüne ziyaret eden, "uzun dönemli"(!), yatırımcıyı kastetmiyorum. Bu ülkede sabit sermaye yatırımı yapmak niyetinde olan birisi söz konusu. Türkiye'ye yatırım yapsın mı, yapmasın mı? Yıl 2009, küresel kriz var. Söylenen o ki 2010 ya da 2011'de işler biraz düzelecekmiş. Zaten böyle bir yatırım projesi de ancak o zamana yetişir. Geriye Türkiye'de işlerin bu dönemde nasıl gideceğini kestirmek kalıyor. Akla ilk gelen derecelendirme kuruluşlarının ülke raporları. Diyelim ki bunlardan birisi Türkiye için durumun iyi olduğunu, küresel krizden fazla sarsılmadan çıkacağını yazdı. Yatırımcı buna inanır mı? Aynı kuruluşlar, bir biri ardından krize giren finans kuruluşları için de yıllar boyu çok iyi durumda oldukları yönünde raporlar yayınlamamışlar mıydı? Bu yolla da pek çok kimseyi ve kurumu yanıltıp, yanlış yatırım yapmalarına yol açmamışlar mıydı? Üstelik ellerinde çok daha fazla bilgi varken. Aklı başında yatırımcı bu tür bir rapora boş verir. Ya peki rapor Türkiye hakkında kaygı beyan ediyorsa? "Durum pek iyi değil, Türkiye'nin cari açık, dış borç gibi sorunları var; bu krizi kolayca atlatamaz. Ciddi bir biçimde sarsılır, toparlanması da çok zaman alır" diyorsa? Yatırımcının bunu da ciddiye alacağını sanmıyorum. Bu defa da şöyle düşünecektir: "Bunlar aslında 'kötü' demeleri gereken kuruluşlara ve ülkelere 'iyi' diyerek itibarlarını kaybettiler. 'Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer' atasözüne uymaktan başka çareleri kalmadı. Türkiye'nin durumunu kötü yönde abartıyorlar". Özetle aklı başında yatırımcı derecelendirme kuruluşlarına güvenemeyeceği için onlardan bilgi edinemez.

    IMF'in verilerine güvenmek Yatırımcı IMF'den bilgi edinmek isterse bilgi kısıtıyla karşılaşacak. IMF'nin web sitesinde sadece Türkiye ile ilgili kriz öncesi döneme ilişkin değerlendirmeler var. Kriz sonrası döneme ilişkin olarak ise genel öngörüler içinde birkaç yerde Türkiye'den söz ediliyor. Özetle doyurucu bilgi yok. Yatırımcı bunun nedenini sorarsa, IMF'den Türkiye ile görüşmelerin bitmediğini ne zaman biteceğini de bilmediklerini bu nedenle de son durumu değerlendiren bir raporları olmadığı yanıtını alacaktır. Demek ki bu yoldan bilgi edinmesi de olanaklı değil. Bu durumda yatırımcının Türkiye'nin durumunu kendi elindeki bilgilere dayanarak değerlendirmeye çalışmaktan başka çaresi yok. Doğal olarak Türkiye'nin içinde bulunduğu ortama bakacak. Küresel kriz devam ediyor, daha epeyce de sürecek. Küresel ekonominin tekrar büyümeye geçmesini kimileri yılın sonunda, kimileri 2010'nun başında bekliyor. Türkiye için bunun bir anlamı var mı? Apaçık ki var. Türkiye ihracat artışını büyümesinin temel unsuru olarak aldığını söyleyen bir ülke. Oysa bu sene işler tersine gidecek. Dünya ticareti büyük bir olasılıkla yıllar sonra ilk kez daralacak. Türkiye daralan pazarda çok daha çetin koşullarda rekabet etmek zorunda kalacak. Bu durumda ihracatında artış sağlamasını beklemek çok zor. Tam tersine ciddi ölçüde düşüş beklemek gerekiyor. Gerçi bunun iyi mi kötü mü olduğuna karar vermek de o kadar kolay değil. Çünkü Türkiye bel bağladığı ihracatını artırarak büyümeyi becermiş bir ülke değil. 1946'dan bu yana net ihracatı (ihracat-ithalât) hep eksi! Dış ticaret yapmasa gayri safi yurt içi hasılası daha yüksek olacak. Belki, 2009'da da ithalâtındaki düşüş ihracatındakinden fazla olabilir. Ne yazık ki öykü bu kadar basit değil. Türkiye'de sanayi ithal girdilere çok bağımlı. İthalât düşünce iç pazara yapılan üretim de düşüyor. Bir de finansman sorunu var. Türkiye'nin hatırı sayılır bir cari işlemler açığı, yüklü bir dış borcu var. İş hacmi daralan özel kesiminin 2009 sonuna kadar dış borcu ana para ve taksit ödemeleri 50 milyar dolara yaklaşıyor. Bu miktarın ne kadarının yenilenebileceği ise belli değil. Çünkü hem borç verenin derdi başından aşkın, hem de Türkiye'nin ne olacağı belli değil! Özetle küresel krizin Türkiye'yi olumsuz etkileyeceği açık. Sorun bu olumsuzluğun ne boyutta olacağı.

    Siyasal riskin etkisi Türkiye'nin içinde bulunduğu bölgeye ilişkin gelişmeler ne gösteriyor? İsrail'in Gazze saldırısı bölgeyi sarsan gelişmelere yol açtı. Sonuçta Ortadoğu'dan Türkiye'ye yansıyan risk artmış oldu. Türkiye'nin sorunun çözümüne ilişkin girişimlerde etkin bir konumda olma arzusu da, hiç olmazsa şimdilik, olumlu bir sonuç vermedi. Özetle Türkiye, orta dönemde, veri almak zorunda kalacağı bir riskle daha karşılaşmış durumda. Kuzeyde de durum öyle. Rusya Ukrayna anlaşmazlığı da Türkiye'nin dışında bir olay. Kafkas'ların durulacağı yok. O halde bu bölgesel gelişmelerin tümü için kocaman bir risk artırıcı etmen diye düşünmek en doğrusu. Türkiye'nin AB ile ilişkileri nasıl seyrediyor? Aslında seyretmiyor, demir atmışa benziyor. Ne Türkiye AB üyeliği yolunda ciddi bir adım atma hevesinde, ne de AB üyeleri Türkiye'yi aralarında görmeyi arzuluyorlar. Dolayısıyla tam bir mutabakat (!) var. O yüzden de görünürde bir tatsızlık yok. Bu ülkelerle ticaret devam ediyor. Bu anlamda dünyanın kalanından pek fark yok. Nitekim AB de küresel krizden etkilenmiş durumda. Avrupa Komisyonun son raporu, bu etkilenmenin şiddeti konusunda biraz daha kötümser. Demek ki, Türkiye'nin AB ile olan ticareti eskisi kadar yoğun olamayacak. Peki müzakereler nasıl devam edebilir? Doğrusu Türkiye'nin, 2005 sonundan itibaren ağırdan almaya başladığı uyum çabalarını 2009 ortamında canlandırması için pek bir neden olduğu söylenemez. Demek ki, en çok, müzakereler devam ediyormuş gibi görünebilir. ABD ile olan ilişkiler için de benzer bir sonuca varılabilir. ABD'de yönetim değişikliğinin Türkiye'ye olumlu bir etkisi olması için de hiç bir neden yok. Buna karşılık ABD'nin Irak'tan çekilme konusuna öncelik vermesi ile ortaya çıkabilecek yeni gelişmeler Türkiye'yi olumsuz etkileyebilir de.  

    Bütçe sorunları Yatırımcının henüz pes etmediğini düşünelim. Türkiye'nin resmi dokümanlarına da bakmayı düşünsün. En önemlisi bütçe. Ama bütçe kriz yokmuş gibi düşünülüp tasarlanmış. Ne büyüme hızı projeksiyonu tutar, ne de vergi gelirleri tahminleri! Yatırımcının en iyimser yorumu, herhalde, "neden gözden geçirilmiş bütçe meclise şimdiye kadar sunulamamış?" olacaktır. Bu nedenle de yatırımcının gözü hükümetin yürürlüğe koyacağı yeni bir program arayacaktır. Ama sadece öyle bir programı bulamamanın şaşkınlığını tadacaktır. Krizin giderek vahim bir hal aldığının nasıl olup da görülemediğini anlayamayacak, Türkiye'nin bundan pek de etkilenmeyeceğine ilişkin gerekçesiz fetvalara da anlam veremeyecektir. Programın açıklanmaması ve IMF ile anlaşmanın sürekli ertelenmesini "Mart'ta yerel seçim var" biçimindeki gerekçelendirmelere dayandırılması da ona bir şey ifade etmeyecektir.

    Yatırımcımız bu durumda iki karar alabilir. Türkiye'ye yatırım yapma kararını süresiz erteleyebilir. Bence bu olasılık epeyce yüksektir. Yahut da bütün bunlara rağmen yatırım yapmaya karar verebilir. İşte o zaman bu yatırım engellenmelidir! Çünkü buna kalkışan kişi, büyük olasılıkla yatırımcı değil, vurguncudur; yasa/ahlâk dışı bir işler çeviriyordur. Ülkeye büyük zarar verebilir. Tabii aptal da olabilir. O zaman da engelleme kararı onu kendi aptallığından koruyacağı için yine de yararlıdır.

    Bu yazı 26.01.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır