Arşiv

  • Mayıs 2024 (10)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Bölüşüm sorunları ve kriz

    Hasan Ersel, Dr.06 Şubat 2009 - Okunma Sayısı: 1204

    2 Şubat 2008 tarihli yazımda, benden kaynaklanan, iki hata var. Yazının ikinci sütununun son satırında ("İyi güzel de..." diye başlayan paragraf) "kullandırmamaları" kelimesinin doğrusu "kullandıramamaları" olacak. Yazının üçüncü sütununda "Kâr oranlarındaki düşmenin..." diye başlayan paragrafta yer alan ikinci cümle "Marx'ın birikim, azalan kâr oranı ve teknolojik gelişme..." biçiminde başlayacak. Aynı konuya devam etmek istiyorum. Reel kesimin üretim maliyetlerini girdi ve finansman maliyetleri biçiminde iki kalemde düşünelim. Yaratılan katma değer de kâr ile ücret arasında bölüşülsün. Bu basit çerçeve içinde aşağıdaki sonuçların geçerli olduğu gösterilebilir: 1) Teknoloji ve faiz oranı sabitken ücret düzeyinde (kâr oranında) artış olması, kâr oranını (ücret düzeyini) düşürecektir. 2) Faiz oranlarının düşmesi finansman maliyetlerini düşürecektir. Böyle bir gelişme, girdi kullanımında tasarruf sağlayan bir teknolojik gelişme ile aynı yönde etki yapacaktır. Dolayısıyla ücret düzeyi ve/veya kâr oranı yükselecektir. 3) Girdi kullanımından tasarruf sağlayan bir teknolojik gelişme katma değeri artıracaktır. Bu durumda, faiz değişmediğinde, ücret düzeyi ve/veya kâr oranını yükseltmek olanaklıdır. Bu sonuçlardan ilki iktisatçıların çok ilgisini çeken toplumsal sınıflar arasında gelirin bölüşümü sorununun temel bulgusudur. İkinci sonuç ise ABD'de uzunca süredir izlenmekte olan faizlerin düşük tutulması politikasının neyi sağladığını görmemize yardımcı olacak nitelikte. Bu sonuç, faiz oranlarının düşürülmesi durumunda kâr ile ücret arasında bölüşülebilecek katma değerin yükseleceğini gösteriyor. ABD'de geçen dönemde reel ücretlerin çok artmasına yol açacak bir gelişme olmadı. Buna karşılık ABD'de hanehalklarının tüketimi güçlü bir biçimde arttı. Bu da hem ABD ekonomisine hem de dünya ekonomisine canlılık getirdi. Bunu sağlayan unsur ise faizlerin düşük kalmasıydı. Böylece reel ücretin düşmediği bir ortamda kâr oranlarının tatmin edici düzeye ulaşması ve bu düzeyi tutturabilmesi sağlandı. Tabii akla şu soru geliyor: Bu yolun tüketimi ve yatırımı özendireceği açık. Peki bu düşük faiz oranlarında kim tasarruf edecek? İşte dünyadaki denge (-sizlik) de bunun üzerine kurulmuştu. Gelişmekte olan ülkelerdeki (özellikle Çin) tasarruf fazlası, bu düşük faiz oranlarında bile, ABD'ye aktı. Böylece yeni bir küresel işbölümü doğdu: Harcama Amerikalılardan, tasarruf Çin'lilerden!

    Bu durumda yapılması gereken, ABD dışından temin edilen düşük faizli fonları "uygun" faaliyetlerin finansmanına yöneltmekti. Piyasa mekanizması kuralları içinde bu görev mali sistemindi. Dolayısıyla beklenen sonucun alınması için mali sistemin "etkin kaynak dağıtımını sağlayacak biçimde" çalışması gerekiyordu. İşte rekabetçi mali sistem bundan önem kazandı. Ancak mali sistemin bu kaynak dağıtım işini düşük bir maliyetle yapabilmesinin, yani "maliyet açısından da etkin" olma koşulunun sağlanması gerekiyordu. Aslında [neo-klasik] iktisat kuramı açısından bakıldığında, bu ikinci koşul, özde, bir sorun değildi. Çünkü rekabetçi fiyat mekanizması, çalışması için gerekli ortam oluşturulduğunda, her iki etkinliği de bir arada sağlar. Ne var ki bu rahatlatıcı sonuca ulaşılabilmesi için "belirsizliğin olmaması" gerekiyor. Oysa, iktisadi yaşamı tanımlarken dışarıda bırakılamayacak bir özellik varsa, o da belirsizliktir. Bunu acı deneyimlerle çoktan fark etmiş olan ülkeler, -başta ABD olmak üzere- mali kesimi gözetim ve denetim altına almışlardı. Ama düzenlenmiş piyasa, aynı zamanda mali aktarımın maliyetini de yükseltiyordu. Dolayısıyla hem ücret düzeyini tutturmak hem de "doyurucu" kâr oranı sağlamak olanaklı değildi. İşte, bu nedenle, son yirmi yılda, mali sistem içinde gözetim ve denetimden kurtulmanın yasal yollarını arama çabası ivme kazandı. Ama bu, belirsizliği ortadan kaldırmadı ve sonunda iktisadın yasaları çalıştı: Sistem krize girdi. Geriye de çözüm umudu olarak sadece üçüncü madde kaldı.

    Bu yazı 06.02.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır