Arşiv

  • Mayıs 2024 (2)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Bir kötümserin bakışıyla Türkiye ve dünyada 2009 yılı gelişmeleri

    Hasan Ersel, Dr.09 Şubat 2009 - Okunma Sayısı: 1017

    Herkes gibi ben de ekonomimizin 2009'da nasıl seyredeceğini merak ediyorum. Bu amaçla basit bir çerçeve oluşturdum. Kendi kendime projeksiyonlar yapıyorum. Tabii ne varsaydığıma göre sonuçlar da değişiyor. Karamsarlığım arttıysa, sonuçlar biraz daha keyif kaçırıcı oluyor, azaldıysa tersi. Böyle bir çerçeve ile öngörü yapmak pek akıllıca bir iş değil. Ama milli gelir, ödemeler dengesi, kamu kesimi dengesi, kamu borç stoku ve bir ölçüde işsizliği bir arada görmeme olanak sağladığı için beni (aşırı ölçüde) tutarsızlığa düşmekten koruyor. O da bana yetiyor. Şu ara, herhalde karamsarlığım arttığından olacak, ulaştığım sonuçlar biraz daha olumsuz. Bunun temel nedeni ise dünya ekonomisine ilişkin bekleyişlerdeki bozulma. Bir kere küresel krizin "küreselliği" artık iyice tescil oldu. Hemen tüm uluslararası kuruluşların 2009 yılı için dünya ekonomisine ilişkin büyüme öngörüleri aşağıya doğru gözden geçirildi. Artık dünya ekonomisi için büyüyecek diyen pek kalmadı. Ya sıfır dolayında büyümeden söz ediliyor ya da daralmadan. Gelişmekte olan ülkelerin büyüme yolunda devam edebilecekleri düşü de sönmeye başladı. Daha önceki krizlerde, gelişmekte olan ülkelerin yardımına gelişmiş ülkelerdeki büyüme ve bundan kaynaklanan dış talep artışı yetişmişti. Oysa 2009'da bu olanak yok. Dolayısıyla gelişmekte olan ülkelerin nasıl bu durumdan kurtulacağı sorusunun yanıtı, daha önceki krizlere bakılarak çıkarılabilecek gibi görünmüyor. Bölgesel düzeyde bakıldığında da görünüm fazla değişmiyor. Latin Amerika'da büyümenin neredeyse olmayacağı öngörülüyor. 2008'de sırasıyla yüzde 5,8 ve yüzde 7 büyüyen Asya ve Ortadoğu/Kuzey Afrika ekonomilerinin bu yıl büyüme hızlarının, aynı sırayla yüzde 3,9 ve yüzde 5,5'e düşmesi bekleniyor. Ciddi istihdam sorunlarının yaşandığı bu ekonomiler için bu hiç de iyi bir haber değil. Gelişmiş ekonomilerde ise üretimdeki daralmanın yüzde 2'yi bile aşması bekleniyor. Öte yandan daralmanın 2009'un tümünü kapsayacağı yönündeki görüşler de güçlendi. 2010'dan umut henüz kesilmemiş gibi. Nedeni de dünya ülkelerinin mali canlandırma programlarını yürürlüğe koymaya başlamış olmaları. 2009 Ocak ayı itibariyle 19 ülke bu türde programlar başlatmış durumda. Söz konusu programların toplam büyüklüğü yaklaşık 2 trilyon dolar. Kolaylıkla tahmin edilebileceği üzere, listede Türkiye yer almıyor.

    Türkiye açısından durum Bir noktanın altını çizmek gerek. Bu kriz Türkiye'nin daha önce yaşadıklarından farklı. Krizin nedeni Türkiye değil. Ama bu, zararının daha az olacağı anlamına gelmiyor. Avrupa'nın ünlü 1873-1896 bunalımını da Osmanlı İmparatorluğu başlatmamıştı. Ama bu Çarlık Rusyası'nın ordularının Yeşilköy'e kadar gelip dayanmasını da engellememişti. Çünkü Avrupa'da Osmanlı Devleti'ni ne koruyacak niyet kalmıştı ne de güç... Onun için kendi sorunumuzu kendimiz çözmenin yolunu bulmak zorundayız. Bu bağlamda IMF'nin olası katkısını, kabaca, 1878'nin Avrupası'nınki kadar görüyorum. (Büyük Britanya'nın girişimiyle toplanan 1878 Berlin Konferansı'nı kastediyorum. Bu konferans sonuçta Osmanlı Devleti'ni kurtarmıştı, kurtarmasına... Ama Büyük Britanya'nın öncülüğünü yaptığı bu girişimin temel nedeni Çarlık Rusyası'nı boğazlardan uzak tutmaktı.) Önümüzdeki olaya böyle bakınca karşılaştığımız sorun hiç de hafife alınacak gibi değil. Kendimce şöyle bir alıştırma yaptım. Hükümet kamu tüketim -sadece mal ve hizmet alımı- ve yatırım harcamalarının toplamını reel olarak yüzde 2,6 artırmaya karar versin (Dikkatinizi çekeyim, bu oldukça alçakgönüllü tutulmuş bir artış. Ancak bu artışın transfer harcamaları için de geçerli olacağını kabul ettim.) öte yandan hükümet bu harcamaları, büyük ölçüde yılın ilk yarısında yapsın. Özellikle de kamu tüketim harcamalarına yılın ilk çeyreğinde ağırlık versin. Bunun popüler gerekçesi olarak, doğal olarak, yerel seçimler geliyor. Bunda gerçeklik payı olduğuna kuşku yok. Ancak olayın tümünü seçime bağlamanın yetersiz kalacağını düşünüyorum. Böyle bir kriz ortamında ekonomiye olabildiğince çabuk destek vermekte yarar olduğunu da gözden uzak tutmamak gerek. Kamu yatırımlarının dikkatli yapıldığını, bunun sonucu olarak yeni kamu yatırım projelerinin, bir çeyrek gecikmeyle özel tüketimi uyaracağını da varsaydım. Tabii, pek çok parametreye ilişkin olarak da bir sürü varsayım daha yaptım. Bu nedenle de ulaştığım sonuçlar bir öngörü niteliğinde değil.  

    Turizm gelirleri düşer Kendi tanımladığım koşullarda ekonomiye ne olur sorusunun yanıtlarını kısaca özetleyeyim:   1) Ekonomide daralma, şimdiye kadar telaffuz edilenin ötesinde olabilir. Ekonominin yüzde 3 dolayında daralması şaşırtıcı olmaz. Daralma daha önce düşündüğüm gibi iki çeyrek değil, üç çeyrek sürebilir. Bunun önemli bir nedeni, turizm gelirlerinde düşme olacağını varsaymam. 2) Cari açığımız azalsa bile, GSYH'ye oranı hâlâ yüzde 3 dolaylarında kalabilir. (Tabii bunun arkasında, küresel finans sisteminin 2009'un ikinci yarısında biraz toparlanabileceği ve Türkiye'nin daha az ve daha pahalı da olsa kaynak bulabileceği varsayımı yatıyor.) 3) Bu koşullarda bütçe açığı, GSYH'nin yüzde 4 dolaylarına yükselir. Doğal olarak bu da iç borç/GSYH oranını yükseltir.     4) Bu koşullarda enflasyon TCMB'nin öngördüğü düzey dolaylarında kalabilir. 5) En önemli olumsuz gelişme işsizlik oranının ortalama iki puan kadar yükselmesi. Üstelik işsizlik oranı ilk üç çeyrek boyu yükseliyor, ancak son çeyrekte düşüyor.

    Bu projeksiyonumun yanlış olmasını dilerim. Ama bunun kendiliğinden gerçekleşemeyeceği de ortada. Bir vatandaş olarak konuyla ilgilenenlerin bu sonuçları yumuşatmak için neler yapılabileceğini söylemelerini bekliyorum. Tabii gözüm hükümette. Ama herhalde böyle bir sorunu sadece hükümetin düşündüğü bir demokrasi de düşünülemez. ABD'de yeni yönetimin ekonomiyi canlandırma planı çerçevesinde partiler arası uzlaşma arayışlarının nezaketten kaynaklandığını hiç sanmıyorum.

    Bu yazı 09.02.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır