Arşiv

  • Mayıs 2024 (3)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Merkez'in faiz indirimi bankalara katkı yapar

    Hasan Ersel, Dr.23 Şubat 2009 - Okunma Sayısı: 1076

    Merkez Bankası, faiz indirim kararlarıyla bankaları yönlendirmiyor ancak bankaların mali durumlarının bozulmamasına katkı yapmış oluyor. Bunun ne ölçüde kamu kesiminin borçlanma maliyetlerini aşağıya çekeceği ise bankaların durumuna bağlı.   Merkez Bankası kendisinin belirlediği ve bankalarla yaptığı işlemlere uyguladığı faizleri, beklenenin ötesinde, 150 baz puan indirdi. Para Politikası Kurulu'nun (PPK) yaptığı açıklamada bu karar aşağıdaki gerekçelere dayandırılıyor. PPK'nın kararındaki ifadeleri değiştirmeden, sadece numaralayarak aktarıyorum: 1) Son dönemde açıklanan veriler iktisadi faaliyetteki yavaşlamanın sürdüğüne işaret etmektedir. 2) Uluslararası kredi piyasalarındaki ve küresel ekonomideki sorunlar devam etmektedir. Bu çerçevede iktisadi faaliyetteki toparlanmanın zaman alacağı ve enflasyon üzerindeki aşağı yönlü baskıların süreceği düşünülmektedir. 3) Ayrıca, petrol ve diğer emtia fiyatlarındaki birikimli düşüşler enflasyonu olumlu etkilemektedir. Bu doğrultuda, önümüzdeki dönemde enflasyondaki düşüşün hızlanacağı ve yıl sonu hedefine öngörülenden daha önce ulaşılacağı tahmin edilmektedir. Dikkat edilirse vurgu, iktisadi faaliyetin yavaşlaması üzerinde. PPK, ekonominin yavaşlamakta olduğu ve bu eğilimin küresel ekonomideki sorunlar nedeniyle daha bir süre devam edeceği kanısında. Para politikası kararlarının ekonomi üzerindeki etkisindeki gecikme göz önüne alındığında, PPK'nın da dünyada hâkim olan görüşe katıldığı, yani ekonomide canlanmayı 2010'dan önce beklemediği sonucuna varmak olanaklı. Yukarıda ikinci maddede ifade edilen görüş, PPK'nın bu durumun özel iktisadi karar birimlerinin davranışlarında bir değişikliğe yol açtığını düşündüğünü göstermektedir. Özel iktisadi karar birimleri bir yandan üretimlerini kısmış, öte yandan da enflasyon bekleyişlerini, düşme yönünde değiştirmişler. Bu noktanın altını çizmek gerektiğini düşünüyorum. Çünkü, anlaşıldığı kadarıyla PPK, bu gözleme dayanarak TCMB'nin tepki kuralının da değişmesi gerektiği sonucuna varıyor. Böyle olunca da TCMB'nin daha önceki davranışına bakarak öngörüde bulunmaya çalışanları şaşırtan bir faiz indirimi yapılıyor. Bu açıklama ve alınan karar bir arada düşünüldüğünde, TCMB'nin özel iktisadi karar birimlerinin mevcut faiz düzeyinde üretimlerini daha da düşürmelerini (teknik deyişle çıktı açığının büyümesinin) beklediği anlaşılıyor. Söz konusu PPK kararı da TCMB'nin davranışını değiştirdiğini kamuoyuna duyuruyor.      Piyasa faizleri üzerindeki etkisi TCMB'nin bu kararıyla tüm faiz oranlarında benzer ölçüde bir düşme sağlayabileceğini beklediğini sanmıyorum. Özellikle şu sıralarda büyük önem kazanan ticari kredilerin faiz oranlarının bu karara tepki göstermesi olasılığı çok düşük. Bunun temel nedeni, içinde bulunduğumuz ortamda, bankaların kredi piyasasındaki konumlarını, kredi faizini değiştirerek değil, kredi miktarını denetleyerek belirlemeleri. Bankalar için önemli olan, kredinin faizi değil, geri dönmeme riski de hesaba katıldıktan sonra ulaşılan getirisidir. Kriz ortamında müşterinin durumunu kestiremeyen (teknik deyişle bilgi sermayesini kaybetmiş olan) bir banka için ise "algıladığı kredi riski" çok yükselir. Dolayısıyla bu tür kredilerin beklenen getirisi çok düşer, hatta eksiye bile dönüşür. Banka da bunun bilançosuna yansıyacak bir zarara dönüşmemesi için kredi açmaktan, genelde kaçınır. Buna karşılık, TCMB'nin bu kararının kamu kesimi borçlanma maliyetinde bir miktar düşüşe yol açması beklenebilir. Kendi hesabıma, bu düşüş oranının TCMB'nin son zamanlarda yaptığı faiz indirimlerinin birikimli değerinin altında kalacağını bekliyorum.   Bu iki gözleme dayanarak TCMB'nin "kamu daha ucuz borçlansın" diye faiz indirimine gittiği söylenebilir mi? Hayır. Kredilerde beklenen getirinin çok düşmesi, hatta eksi olması, zaten yatırımcıları kamu kâğıtlarına yöneltiyor. Bu, sadece bizde olmuyor. ABD'de de bu eğilim çok açık bir biçimde görülüyor. Dolayısıyla TCMB bu davranışıyla bankaları yönlendirmiyor ancak bankaların mali durumlarının bozulmamasına katkı yapmış oluyor. Bunun ne ölçüde kamu kesiminin borçlanma maliyetlerini aşağıya çekeceği ise bankaların durumuna bağlı.   Faizler ve döviz kuru TCMB'nin kendi işlemlerine uyguladığı faizleri değiştirmesinin döviz kuru üzerinde etki yaptığı ve bu etkinin de çok kısa bir süre içinde kendisini gösterdiği biliniyor. O kadar ki faiz kararlarının kredi ve diğer kanallarla iktisadi karar birimlerinin davranışlarını etkilemesi için geçmesi gerektiği unutulup TCMB'nin derdinin döviz kuru olduğu ileri sürülebilmektedir. (Burada TCMB'nin böyle bir derdi olması gerektiği görüşünü savunanları ayrı tutuyorum.) Bu durumda akla şu soru geliyor: Acaba TCMB faizleri düşürdüğünde döviz kurunun yükselmesinden çekinmiyor mu? Kanımca, bu sorunun yanıtı, kabaca hayır. Nedeni ise şu sıralarda, piyasalarda döviz kurunu değiştirebilecek ölçüde hareketlerin, büyük ölçüde, miktar kararlarıyla ilgili olup, kazanç hesabına dayanmıyor olması. Başka bir deyişle içinde bulunduğumuz ortamda Türkiye'de kaygılanılan konu, küresel ölçüde mali sermayenin merkez ülkelere (ABD ve AB) geri dönme eğilimi içinde olması. Türkiye gibi çevre ülkelerinde olup bitenlerin bu eğilimin ortaya çıkmasına katkısı görece daha az. Tabii bundan, istediğimiz kadar saçmalayabiliriz sonucu çıkmaz. Söylenmek istenen; sadece, ağzımızla kuş bile tutsak bu eğilimi kolayca ters çeviremeyeceğimiz. O halde döviz piyasasında her şey güllük gülistanlık mı? Tabii ki, değil. TCMB de bunun farkında. Nitekim, söz konusu kararda döviz piyasasına ilişkin olarak ne yapmayı düşündüğüne ilişkin bir başka madde daha var: "Ayrıca kurul, finansal sistemdeki akışkanlığın ve kredi piyasalarının etkin bir şekilde çalışmasının önemine dikkat çekmiş ve bu doğrultuda döviz likiditesi ile ilgili ek düzenlemelerin devreye sokulması konusunda mutabık kalmıştır. Bir de TL'nin değer kaybetmesinin ödemeler dengemize olumlu katkı sağlayacağı görüşü var. Bu ortamda bir anlamı olduğunu sanmıyorum. İhracatımızdaki tökezleme TL'nin değerlenmesinden kaynaklanmadı. Çok daha köklü nedenlerle ihraç ürünlerimize olan talebin ciddi ölçüde düşmesinden kaynaklandı. Bunu TL'nin değerini düşürerek gidermek olanaksız. Diğer gelişmekte olan ülkelerin paraları da değer kaybetmiyor mu? İthalatımızın ise 2009'da büyük oranda düşeceği bekleniyor. Bunun da temel nedeni ekonominin büyüyemeyecek olması, (bence daralacak); ithalatın TL cinsinden pahalılaşması değil.   Krizden çıkmanın maliyeti Tabii bu söylediklerimden döviz kurunun önemsiz olduğu, ne düzeyde olacağına boş verilebileceği sonucu çıkmaz. Tam tersine, özellikle küresel ekonomi (bundan bilmem kaç yıl sonra!) tekrardan büyümeye başladığında, döviz kurunun Türkiye'nin bu süreçten yararlanmasını sağlayacak düzeyde olması zorunludur. Bu nedenle TL'nin reel olarak değerlenmesine izin vermeyecek bir döviz kuru politikasının temellerinin şimdiden atılması gerekir. Unutmamak gerekir ki küresel ekonominin büyümeye geçiş süreci bizim gibi gelişmekte olan ülkeler için krize benzer biçimde sancılı olacaktır. Geriye dönüp bıraktığımız yerden devam edemeyeceğiz. Kriz öncesi başarı abidesi olarak görülen bazı sanayi dallarının başarımlarını sürdüremeyeceklerini göreceğiz. Kriz kendi dinamiği ile ekonomiyi yeniden şekillendirecek, toparlanma sürecinde ise ekonomi yeniden yoğrulacak. Bunun faturasını ise bizler (ve gelecek nesiller) ödeyeceğiz. Tabii "fatura" sözü edilir edilmez akla hükümet geliyor. Bu anlattığım süreçte hükümetten kaynaklanan bir eylem ya da kusur söz konusu değil. Sonuçta Türkiye, küresel ekonomi içinde, -biz ne kadar övünürsek övünelim- önemsiz bir oyuncu. Ne küresel ekonominin dalgalanmaları engelleyebilir ne de düşlendiği gibi etkilenmeden bunları savuşturabilir. Bu durumda hükümete düşen önemli bir görev var: Özel iktisadi karar birimlerinin davranışlarının olumlu yöne değişmesini sağlamak. Bunun için de onların ufuklarını genişletecek güvenilir politika kararlarına gerek var. Ne olduğu üzerinde durulmaksızın fazla tekrar edildiği için itibarını yitiren "yapısal reform" kavramına işlerlik kazandırmak gerekiyor. Bunun yanı sıra reformun maliyetinin ne olacağının kamuoyuna açıkça anlatılması şart. Alınacak olan kararların toplumsal maliyeti olacağını Türkiye'de herkes biliyor. Böyle bir maliyet olmayacakmış gibi davranmak, itibar kaybından başka bir sonuç vermez. Buna karşılık maliyeti açıkça ortaya koyarak toplumun desteğini kazanmak da pekâlâ olanaklı: Yapılması gereken kamu borcunun GSYH oranının yükselmeyeceğini göstermek. (2001 krizi sonrasında bu başarılmıştı) Bu nedenle de orta dönemli ciddi bir iktisat programının (yeni bir yatırım stratejisi başta olmak üzere) uygulanmasına gerek var. Bu yapılmazsa, küresel krizden çıkış aşaması, Türkiye ekonomisi için en az krizin kendisi kadar, sıkıntılı olabilir.

    Bu yazı 23.02.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    MERKEZ FAİZİ 4 AYDA 5.25 PUAN İNDİRDİ
    Tarih Değişim Faiz(%)
    15 Mayıs 2008 +0,50 15,75
    16 Haziran 2008 +0,50 16,25
    17 Temmuz 2008 +0,50 16,75
    14 Ağustos 2008 - 16,75
    18 Eylül 2008 - 16,75
    22 Ekim 2008 - 16,75
    19 Kasım 2008 -0,50 16,25
    18 Aralık 2008 -1,25 15,00
    15 Ocak -2,00 13,00
    19 Şubat -1,50 11,50
    PPK'NIN FAİZ KARARLARI
    Tarih Karar Faiz
    17/01/2008 -0,25 15,50
    14/02/2008 -0,25 15,25
    14/03/2008 Sabit 15,25
    14/04/2008 Sabit 15,25
    15/05/2008 +0,50 15,75
    16/06/2008 +0,50 16,25
    17/07/2008 +0,50 16,75
    14/08/2008 sabit 16,75
    18/09/2008 sabit 16,75
    22/10/2008 sabit 16,75
    19/11/2008 -0,50 16,25
    18/12/2008 -1,25 15,00
    15/01/2009 -2,00 13,00


     

    Etiketler:
    Yazdır