Arşiv

  • Mayıs 2024 (3)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Kamu açığı denetiminde gösterilen titizlik bugün de sürdürülmeli

    Hasan Ersel, Dr.16 Mart 2009 - Okunma Sayısı: 1208

    Krizle baş edebilmek için tasarruf, döviz ve kamu açığından kaynaklanan kısıtların varlığını kabul etmeliyiz. Kamu açığının denetim altında olması, tasarruf ve döviz kısıtlarının gevşemesine katkı yapabilir. 1960'ların sonlarında iktisat derslerinde gelişmekte olan bir ülkenin kalkınma hızını belirlemede en önemli iki kavramın "tasarruf" ve "döviz" kısıtları olduğu üzerinde durulurdu. 1980'lerde "açık ekonomiye" geçtik. Bu dönemde bir üçüncü kısıt bizim daha çok ilgimizi çekmeye başladı. O da "mali kısıt", yani kamu dengesiydi. Özellikle sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesinden sonra (1990'lar), sanki ilk iki kısıt sanki yokmuş gibi düşünme alışkanlığı hakim oldu. Madem ki sermaye hareketleri serbestti o halde yatırım yapacaklar gerekli fiyatı ödemeye razı olduklarında dünya mali piyasalarından istedikleri kadar kaynak bulabilirlerdi. Bunun için devletin aracılığına bile gerek yoktu. Mali sermaye hareketlerinin serbestliği, döviz kurlarının dalgalanmaya bırakıldığı ortamda, zaten döviz kısıtını gündemden çıkarıyordu. Döviz yokluğu diye bir sorun olmuyor, sadece dövizin fiyatı değişiyordu. Bu bakış açısı iktisat politikası yapımcılarına da sıçradı. Daha önce ekonominin ve siyasal yaşamın büyük derdi olan ödemeler dengesi krizlerinin artık olmayacağını sanıp, rehavete kapıldılar. Borçlanma modeli değişti Son 10 yılda yaşadıklarımız, "tasarruf" ve "döviz" kısıtları yokmuş gibi davranmaya kalkışmamızın kendimizi aldatmaktan başka bir şeye yaramadığını gösterdi. Tasarruf açığımızı (yapmak istediğimiz yatırım ile yurtiçi tasarruflar arasındaki fark) yurtdışından kapamak her zaman olanaklı olmadığını gördük ve şimdi de görüyoruz. Bir kere, dünya değişti. Eskiden olduğu üzere yabancı devletlerden borç alma yolu artık açık değil. Artık mali piyasalar yoluyla özel tasarrufları çekmekten söz ediyoruz. Ama bazen, haklı ya da haksız nedenlerle, yabancı yatırımcılar ellerindeki mali kaynanları Türkiye'ye yönlendirmenin uygun olmadığını düşünebiliyor. Tasarruf kısıtı yine kendisini gösteriyor. Ama bu, makro ölçekte vahim boyutlara gelmedikçe haber konusu olmuyor. Çünkü, sonuçta, gerekli dış kaynağı bulamayan özel girişimci ya yatırım projesini iptal ediyor ya da ölçeğini kendi olanaklarına göre ayarlıyor. Herhalde bir firmanın da, "gerekli kaynağı temin edemediğim için filan projemi iptal ettim" diye kendi itibarını düşürecek bir ilan vermesi düşünülemez! Döviz de öyle. Döviz piyasasının belirsizlikten rahatsız olmadığı zamanlarda, gerçekten döviz kurundaki dalgalanmalar bu piyasada dengenin oluşmasını, bir ölçüde, sağlayabiliyor. Ama, ekonomide belirsizlikler artığında bu piyasanın pek de istendiği gibi çalışmadığını görüyoruz. Döviz talebi fırlıyor, satıcılar ortadan kayboluyor. Küçük hacimli işlemlerde ortaya çıkan fiyatların denge fiyatı kavramıyla uzaktan yakından ilgisi olmadığını herkes biliyor. Dolayısıyla bu koşullarda döviz kuru, iktisadi karar birimleri için yol gösterici olmuyor. Yine döviz kısıtına çarpıyoruz. Oysa, yıllarca önce bir Brezilyalı iktisatçı nasıl düşünmemiz gerektiği konusunda bize yol gösterecek bir makale yazmıştı. Edmar L. Bacha, 1990'da yayınlanan makalesinde gelişmekte olan bir ülkenin büyüme sorununu doğru ele alabilmek için "tasarruf açığı", "döviz açığı" ve "kamu açığına" bir arada bakılması gerektiğini göstermişti. [Edmar L. Bacha: A Three Gap Model of Foreign Transfers and the GDP Growth Rate in Developing Countries, Journal of Development Economics, 32 (1990), s. 279-296.] Bugün karşı kaşıya olduğumuz ve bence çok ciddi olan sorunla baş edebilmek için bu üç açıktan kaynaklanan kısıtların var olduğunu kabul etmemiz gerek. Politika önerilerimizi bunları hesaba katarak oluşturmak zorundayız. Bugünkü duruma bakış Örneğin, bugünlerde gündemde olan, iç talebi artırıcı bir politika önlemini düşünelim. Bu amaçla kamu harcamalarını artırmak ve/veya vergileri azaltmak söz konusu. Bunun "kamu açığını" artırıcı etki yaratacağı açık. Üçüncü kısıt hemen gündeme geldi! Sorun bunun gelecek yılların bütçesi üzerine getireceği yükte. Çünkü kamu kesiminin borç stoku yükselecek. İçinde olduğumuz ortamda bu kaynağı yurtdışından temin etmek neredeyse olanaksız. Yurtiçinden kaynak temin etmenin ise, iç mali piyasalarımızın darlığı göz önüne alındığında, faizlerde yükselmeye yol açması olasılığı var. Bu önümüzdeki yıllar için bütçeye bir yük. Bunun yanı sıra bu yola gitmenin özel kesimin kullanabileceği kaynakların daralmasına yol açması söz konusu. Özetle, dikkatli hareket etmezsek "tasarruf sınırına" çarpabiliriz. Ekonomideki daralmayla mücadele ettiğimizi sanırken, daralmayı körükleyen durumuna düşebiliriz. İç talebi canlandırdık diyelim. Önce stoklar eriyecek. Ama sonra? Sanayimiz, büyük ölçüde ithal ettiğimiz ham madde ve ara malı kullanarak çalışıyor. Dolayısıyla tüketimimizdeki bir artışın doğrudan ya da dolaylı ithal gereksinimi var. İhracatımız, dünya dış ticaretindeki daralmanın etkisiyle artmadığı koşullarda bu ithalat artışının cari açığın yükselmesine yol açması söz konusu. Bunu finanse edebilecek miyiz? Başka bir deyişle yine karşımıza çıkan "döviz kısıtını" nasıl aşacağız? Gelişmekte olan ülkelere olan mali sermaye akımlarının dramatik bir düşüme göstermesi beklenen 2009 yılında bu pek kolay değil. Eğer bu kaynağı bulamazsak, iç talep artmış, arz ona karşılık verememiş olacak. Yani mal piyasasında talep fazlası ortaya çıkacak. Bu da enflasyonist baskı demek. Hiç mi dış kaynak bulamayız? Buluruz elbette. Ama bu arayışın ödediğimiz faizin yükselmesine ve Türkiye riskinin artmasına yol açacağını da unutmamak koşuluyla. Bir nokta daha var. Bu üç kısıt, ekonominin performansından, iktisat politikalarının saygınlığından ve birbirlerinden etkilenir. Örneğin kamu açığının denetim altında olması, Türkiye'nin saygınlığına katkı yapacağından bu tasarruf ve döviz kısıtlarının gevşemesine katkı yapabilir. IMF ile anlaşma da bu bağlamda ele alınması gereken bir konu.

    BÜTÇE AÇIĞI ARTIYOR, CARİ AÇIK DÜŞÜYOR
    Bütçe Açığı (milyon TL)
    2000 -13.116
    2001 -28.555
    2002 -40.184
    2003 -40.210
    2004 -29.173
    2005 -6.903
    2006 -4.643
    2007 -13.708
    2008 -17.069
    2009* -2.966
    Cari açık (milyon dolar)
    2000 -9920
    2001 3760
    2002 -626
    2003 -7515
    2004 -14431
    2005 -22088
    2006 -32051
    2007 -38219
    2008 -41623
    2009* 291
    * Ocak ayı itibariyle

     

    Bu köşe yazısı 16.03.2010 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır