Arşiv

  • Mayıs 2024 (3)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    IMF'nin son kararlarla artan gücü Türkiye ile görüşmelere de yansır

    Hasan Ersel, Dr.06 Nisan 2009 - Okunma Sayısı: 1018

    G-20 bildirgesindeki en önemli hamle IMF'ye dair alınan kararlar. Bildirge, her şeyden önce, IMF'yi ön plana çıkarıp itibarını güçlendirmeyi hedefliyor. İkinci olarak bu itibarın işe yarayabilmesi için gerekli mali destek verileceği sözü de yer alıyor. G-20 toplantısı başarıya gereksinimi olan herkesi memnun etti. Tabii başarı ölçütü herkes için farklıydı. Kimileri için bu toplantıya katılmış olmak başarıydı (Türkiye), kimileri için ise kendi kamuoylarını tatmin edecek önerilerinin reddedilmemiş olması (ABD, Almanya ve Fransa)! Tabii küresel krizin söz konusu olduğu ortamda konferansın başarısının tek ölçütü vardı: Ülkelerin, hiç olmazsa bazı konulara, uzlaşabildiklerinin dünyaya gösterilmesi. Büyük Britanya'nın bu yöndeki çabası meyvesini verdi. Kutlamak gerek. Sonunda dokuz sayfalık bir liderler bildirgesi ve eki yayımlandı. Bu dokümanlarda niyetlerin yanı sıra somut önlemlerden söz ediliyor. Dolayısıyla G-20 toplantısını dünyaya moral vermek için yapılmış bir iyi niyet gösterisi olarak değerlendirmek haksız ve yanıltıcı olur. Yapılması gereken bu önlemleri ele alıp beklenen sonuçları vermede ne ölçüde başarılı olabileceklerini tartışmak ve alınabilecek başka önlemler olup olmadığı üzerinde durmak. G-20 toplantısının sonuçlarını iyi anlayabilmek için şu anda yaşadığımız sorunlar açısından, nelerin yapılamadığına da dikkat etmek gerekiyor. Bildirgede banka bilançolarının temizlenmesi ve mali canlandırma önlemlerinin alınması konularında somut küresel önlemler yer almadı. Demek ki, bu sorunların çözümü ulusal devletlerin alacağı kararlara bırakılmış oldu. Büyük Britanya Başbakanı Gordon Brown'un kapanış konuşması ve bunu izleyen soru/yanıt kısmında, pek çok kere, ulusal devletlerin aldıkları ve alacakları önlemlerin boyutunun gelecek sene ortalarına kadar 5 trilyon doları bulacağını söylemesi, belki de bu konuda ortak tutum benimsenememiş olmasında duyduğu düş kırıklığını dile getiriyordu.

    IMF'nin güçlendirilmesi Bu bildirgede en önemli hamle IMF'ye ilişkin olarak alınan kararlar. Bu kararların özü, IMF'nin dünya ölçüsünde oynadığı rolü artırmak. Bildirge, her şeyden önce IMF'yi ön plana çıkarıp itibarını güçlendirmeyi hedefliyor. İkinci olarak bu itibarın işe yarayabilmesi için gerekli mali destek verileceği sözü de yer alıyor. Bildirge ve eki bu mali desteğin niteliğini etraflı bir biçimde açıklıyor. Burada haber başlıklarının bir ölçüde insanı yanıltabileceğine dikkati çekeyim. Heyecanlı başlıklar sanki birileri kalkmış IMF'ye 1 trilyon vermiş hissini veriyor. Tabii böyle bir durum yok. Bildirgede de açıklandığı gibi, bu düşünülen, bir kısmı gerçekleşmiş, farklı zaman aralıklarında gerçekleşebilecek olan, söz verilmiş değişik finansman olanaklarının toplam değeri. Bunun taahhüt edilmiş olması ise son derece önemli. Üçüncü nokta da IMF'nin görev tanımının değiştirilerek dünya ekonomisini etkileme gücünün artırılması. Tabii, bu beraberinde IMF'nin tüm yönetişim yapısının gözden geçirilmesini gerektiriyor. Bildirge bu gereksinime dikkati çekiyor (Madde 20). IMF'nin güçlendirilmesi/görev tanımının yeniden yapılması/yönetişim yapısının yeniden biçimlendirilmesi sorunu yeni değil. Bu konu dünyada uzunca süredir tartışılıyordu. IMF bünyesinde de bu yönde hazırlıklar yapılmaktaydı. Yaşadığımız kriz, bu sürece hız katmış gibi. Bunun karar alma sürecine de yansıması, oy dağılımını da etkilemesi de isteniyor. Bundan beklenen de gelişmekte olan ülkelerin IMF kararlarında daha çok ağırlık sahibi olması. Tabii bunun ne ölçüde gerçekleşeceği IMF genel kurulunun ileride alacağı kararlarla ortaya çıkacak. Şimdilik bunu, gerçekleşmesi ancak orta dönemde söz konusu olabilecek bir niyet olarak görebiliriz.   Üyelerden 250 milyar dolar G-20 bildirgesinde yer alan açıklamaya göre IMF üyelerden hemen ikili anlaşmalar yoluyla 250 milyar dolar sağlayacak. Bu bağlamda ilk borçlanma anlaşması IMF ile Japonya arasında zaten 13 Şubat 2009 tarihinde imzalanmıştı. Bu anlaşma ile Japonya, IMF'ye 100 milyar dolar borç verecek. Bunu AB ve Çin'le yapılacak anlaşmaların imzalanmasının izlemesi bekleniyor. İkinci olarak IMF'nin ilkbahar toplantısından sonra 500 milyar dolar tutarında yeni bir borçlanma yapması öngörülüyor. Bütün bunlara ek olarak IMF'nin 250 milyar dolar tutarında özel çekme hakkını (SDR) dağıtarak uluslararası likiditeyi artırmasının desteklenmesine karar alındı. IMF'nin, kabaca, özkaynakları sayılabilecek kotaların artırılması ve ülke paylarının değişimi çalışmalarının da 2011 yılı ocak ayına kadar tamamlanması kararlaştırıldı. IMF'ye ilişkin bu yaklaşımın ne anlama geldiğini kısa ve uzun dönem ayrımı yaparak ele almakta yarar var. Uzun dönemi bir başka yazıma bırakıp, kısa dönem üzerinde durayım. Kısa dönemde G-20'nin, haklı olarak, saptadığı en önemli soru bu krizin gelişmekte olan ülkeler üzerindeki olumsuz etkisini bir ölçüde de olsa azaltabilmek. Burada da iki sorun ön plana çıkıyor. Bunlardan ilki dış ticarette finansman olanaklarının daralması nedeniyle bu ülkelerin ihracatındaki düşme, ikincisi ise sermayenin gelişmekte olan ülkelerden kaçması. Her ikisi de gelişmekte olan ülkelerin ödemeler dengesi sorunlarını zorlaştırıyor.

    IMF bankaları ikame edecek Bu alınan önlemlerin mantığına bakılırsa, kısa dönemde, ulusal düzeyde pek çok ülkede yapılana benzer bir uygulama uluslararası düzeye taşınıyor. O da şu: Bankalar kriz nedeniyle kredi gereksinimi artan (ya da ortaya çıkan) "iyi" firmalara kredi vermekten çekindikleri gibi, ülke düzeyinde de bu ayrımı yapıyorlar. Dolayısıyla bir ülke doğru dürüst iktisat politikası uygulamadığı, ekonomisinde işler iyi gitmediği için değil, sadece bankaların risk algılaması değiştiği için kredi temin edemiyor. Bu ise ülke ekonomisini olumsuz yönde etkileyebiliyor. Özetle, küresel ölçekte bir "kredi tayınlaması" olgusu söz konusu. Önerilen de bu durumda IMF'nin bankaları ikame etmesi ve "riskli ülke" ayrımını doğru dürüst yaparak, "iyi" durumda olan ülkelerin bu durumdan zarara uğramamalarını sağlamak. IMF'ye ilişkin olarak akla iki sorun geliyor. Bunlardan ilki, IMF'nin ülkeleri bu biçimde sınıflamada ne ölçüde başarılı olacağı. IMF'nin bu amaçla başvurduğu ölçütler biliniyor. Dolayısıyla saydamlık koşulu sağlanmış durumda. Tabii hem bu koşullar hem de uygulamada ortaya çıkan sorunlar tartışmaya açılabilir. İkinci sorun, dünyanın karşılaştığı sorunun büyüklüğü karşısında bu kaynağın yeterli olup olmayacağı. Burada G-20 toplantısının sonuç bildirgesindeki önceliklendirmeyi anımsamak gerekiyor. IMF, kısa dönemde, gelişmekte olan ülkelere yönelecek. Dolayısıyla IMF'den ABD'yi kurtarmasını bekleyen yok. Öte yandan, IMF'nin bu yöndeki hareketinin bir noktada özel bankaları da hareketlendireceği umuluyor. Aynen ulusal düzeyde kamu müdahalesinin, özel kesimi uyarması beklendiği gibi. Türkiye açısından iki noktayı belirtmek gerek. Türkiye bu çerçeve içinde IMF'nin kredilerinden yararlanmayı ne ölçüde hak ediyor sorusunun yanıtı o kadar açık değil. İktisat politikası uygulamalarında hem başarımız hem de kusurlarımız var. IMF'nin bu durumda biraz daha ince eleyip sık dokuması bana doğal geliyor. İkinci olarak, IMF'nin son kararlarla artan gücünün bizimle olan görüşmelere de yansımasını beklemek gerek. Unutmamak gerekir ki, IMF bu yeni olanaklarıyla süper güçler dışındaki, bir ülkenin ekonomisindeki bozulmanın dünya sistemine verebileceği zararı, başka ülkelere vereceği desteklerle sıfırlayabilir.

    Bu yazı 06.04.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır