Arşiv

  • Mayıs 2024 (1)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Kötümserlikle başarılı olunmaz ancak iyimserliğin dozu da kaçırılmamalı

    Hasan Ersel, Dr.20 Nisan 2009 - Okunma Sayısı: 968

    Topluma kötümserlik aşılayarak iktisat politikasında başarılı olunamaz. Bu doğru. Ancak iyimserliğin dozu kaçınca, iktisadi karar birimlerinin düş kırıklığına uğraması, dolayısıyla güvensizliğin artması olasılığı yükselir. O zaman da iktisat politikası başarısız olur. KEP'in orta dönemli öngörüleri çerçevesindeki değerlendirmelerime devam etmek istiyorum. Öncelikle nisan ayında olduğumuzu anımsatayım. Yılın dört ayı geçti. Bundan sonra alınacak önlemlerin etkilerindeki gecikmeler de göz önüne alındığında, 2009'da ekonomide canlanma beklemek pek gerçekçi değil. Zaten KEP de büyümenin 2010'da başlayacağını öngörüyor. Peki, 2009 için öngörülen GSYH'nin sadece yüzde 3,6 daralması öngörüsü gerçekçi mi? Geçen yazımda bunu "iyimser" bulduğumu ama "Bu hiçbir biçimde olmaz" diyemeyeceğimi söylemiştim. Böyle bir sonucun elde edilebileceğine örnek olarak da TEPAV'ın yaptığı çalışmadaki 6. senaryoyu vermiştim. Ne demek istediğimi, bu senaryonun varsayımlarını sayarak biraz açayım. TEPAV'ın 6. senaryosunun varsayımları şunlar: 1) Dünya ekonomisi 2 puan küçülecektir. 2) IMF ile anlaşma yapılacak, bunun sonunda 2009 yılında ekonomiye 15 milyar dolar kaynak aktarılacaktır. 3) Türkiye'ye ilişkin yatırımcı davranışı olumludur. 4) IMF'den gelen kaynağın önemli bir kısmı kredi garanti mekanizması yoluyla şirketlere döviz cinsi kredi olarak aktarılacaktır. 5) Kredi garanti mekanizması yoluyla şirketlere TL cinsinden kredi kullandırılacaktır. 6) Bütçe harcamaları artırılacaktır. (Emeklilere, muhtaçlara transfer ve İşsizlik Fonu'nun kullanımı.) Tabii TEPAV çalışması iktisat politikası önlemlerinin yılbaşından itibaren alınacağını da varsayıyor.   TEPAV oldukça iyimser TEPAV'ın çalışmasında bu varsayımlar altında ekonominin temel senaryoda olduğu gibi yüzde 5,5 değil, yüzde 3,6 daralabileceği sonucuna ulaşılmaktadır. İki noktaya dikkat çekmek istiyorum. Bir kere TEPAV'ın varsayımları da oldukça iyimserdir. İkinci olarak kapsamlı bir programın hemen yürürlüğe konulması durumunda bu sonuç elde edilmektedir. Üstelik, TEPAV'ın ulaştığı diğer sonuçlar KEP'in öngörülerine oranla daha olumsuzdur. TEPAV'ın söz konusu senaryosunda bütçe açığı büyümektedir. Temel senaryoda bütçe açığının GSYH'ye oranı yüzde 5,7 iken bu durumda yüzde 6,5'e yükselmektedir. Benzer bir artış enflasyon için de söz konusudur. Temel senaryoda yüzde 5,5 olan TÜFE enflasyonu yüzde 6,4'e yükselmektedir. Ayrıca, TEPAV senaryosunda, bu durumda bile işsizlik oranı yüzde 15 çıkmaktadır. Bu bilgiler ışığında bakıldığında KEP'de 2009 için verilen GSYH'deki daralmayı yüzde 3,6'da sınırlandığında bütçe açığının GSYH'nin yüzde 5'inde kalacağı öngörüsü gerçekleşebilir gibi görünmemektedir. Daha yüksek bütçe açığı gerekmektedir. Bu durumda da kamu borç stoku ve daha sonraki yıllarda kamu borç servisi rakamları da etkilenecektir. Öte yandan, KEP'de 2009 için varsayılan yüzde 13,5 işsizlik tahmini de hele geçen hafta yayımlanan işsizlik rakamları da göz önüne alınırsa, gerçekçi görünmemektedir. Burada gözden kaçırılmaması gereken temel konu, ekonominin tekrar büyümeye başlamasının bu sorunun çözümüne katkısının çok sınırlı kalacağıdır. Ekonomi büyümeye başladığında ortaya çıkması beklenen istihdam artışı, ekonomi daralırken istihdamdaki meydana gelen kayıptan çok daha az olacaktır. KEB'in tahminlerine göre 2010 yılında GSYH düzeyi 2008 düzeyinden "binde 42" daha düşük olacak. Ama 2010'daki istihdam düzeyinin, 2008'in yüzde 2-3 altında kalması hiç de şaşırtıcı olmaz. Bu nedenle istihdam sorununu çözme yönünde adım atmak özel bir çaba gerektiriyor. Özetle, krizle mücadelenin maliyeti, KEP'de öngörülenden fazla olacak gibi görünüyor.  

    Kredi ve faizler Merkez Bankası'nın faize ilişkin açıklamaları iki biçimde yorumlanabilir. Bunlardan ilki, Merkez Bankası'nın bu yolla bankaların kredi faizlerini indirmeye çalışmasıdır. Bu görüş oldukça yaygın olmakla birlikte içinde bulunduğumuz ortamda bana hiç de anlamlı gelmiyor. İkincisi ise Merkez Bankası'nın bu yolla önümüzdeki dönemde fiyat istikrarına ilişkin bir mesaj vermesidir. Sırayla ele alayım: İçinde bulunduğumuz koşullarda Merkez Bankası'nın kendi işlemlerine uyguladığı faizi düşürmesi, bankaların kredi faizini düşürür mü? Bana olmaz gibi geliyor. Fiyat istikrarı, algılanan belirsizliğin boyutlarından sadece birisidir. Bu durumda diğer belirsizlik unsurlarını hesaba katmak zorunda olan bir banka, ticari kredi açmaya pek hevesli olmayacaktır. İktisatta "kredi tayınlaması" denilen olay nedeniyle bankaların bu piyasada epeyce bir süre daha "aşırı çekingen" olması beklenmelidir. (Sanıldığı gibi bu bizim bankalarımıza özgün bir davranış değildir. İktisatta bu konuya ilk kez 1930'da J.M. Keynes değinmiştir. 1960'ların başından bu yana, başta J.E. Stiglitz olmak üzere, pek çok iktisatçı bu konuya katkı yapmıştır.) Başka bir deyişle "kredi piyasasının normal dönmesi" sorunu, nedenleri ABD ve Avrupa'dan farklı olsa da Türkiye için de geçerlidir. Bu çerçeve içinde bakıldığında Merkez Bankası'nın faiz indirimlerinin, bankaların faiz marjı üzerinde etkisi olur ama kredi faizlerini ya da kredi açma iştahlarını pek etkilemez. Kabaca, faizleri düşüren Merkez Bankası, ileriye dönük olarak piyasa oyuncularına "Fiyat istikrarını bozacak bir gelişme beklemiyorum" demiş olmaktadır. İçinde bulunduğumuz koşullarda çok önem taşıyan diğer belirsizlik kalemleri var olduğu sürece ise piyasa oyuncularının davranışlarını kolayca değiştirmelerini beklemek iyimserliğin ötesine geçer, hata olur.

    Kötümserlik ve iyimserlik Topluma kötümserlik aşılayarak iktisat politikasında başarılı olunamaz. Bu doğru. Ancak iyimserliğin dozu kaçınca, iktisadi karar birimlerinin düş kırıklığına uğraması, dolayısıyla güvensizliğin artması olasılığı yükselir. O zaman da iktisat politikası başarısız olur. Öte yandan araçlar ile amaçlar arasındaki ilişkinin sağlam ve saydam bir biçimde kurulması gerekir. Bu yapılmazsa, kamuoyunun aracın başarısız olduğu ve bunu kullanan kurumun da görevini beceremediği sonucuna varması tehlikesi söz konusu olacaktır. Bu da düş kırıklığı yaratır. Tüm bu nedenlerle Başbakan Yardımcısı Sayın Nazım Ekren'in KEP'teki öngörülerin arkasında yatan varsayımları ve politika önlemlerinin tümünü yakında öğreneceğimiz yönündeki açıklamasını çok olumlu buluyorum.   Taziye: Geçen hafta vefatını büyük bir üzüntüyle öğrendiğim Salih Neftçi'ye Allah'tan rahmet, başta ailesi olmak üzere tüm tanıyanlara başsağlığı diliyorum.

    Bu yazı 20.04.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır