Arşiv

  • Mayıs 2024 (1)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Kamu müdahalesi kurumsal değişiklik gerektirir

    Hasan Ersel, Dr.24 Nisan 2009 - Okunma Sayısı: 1006

     

    KEP'te 2009 için öngörülen bütçe açığının GSYH'nin yüzde 5'i olacağı (Bir önceki yazımda, benden kaynaklanan bir yazım hatası sonucunda, anlamsız derecede düşük bir rakam yer almıştı. Özür dilerim.) belirtiliyor. Öte yandan KEP, 2009'da ekonomideki daralmanın GSYH'nin yüzde 3,5 düşmesiyle sınırlı kalacağını ileri sürmektedir. Geçen yazımda da belirttiğim üzere, bana bu ikisini aynı anda sağlamak, içinde olduğumuz koşullarda, olanaklı görünmüyor. Krizden giderek daha çok etkilenmeye başladığımızı göz önüne alırsak, 2009 için hem daha sert bir daralma hem de daha büyük bir bütçe açığı beklemek gerçekçi olacak. Ekonomiyi canlandırmak amacıyla bazı harcamaların artırılmasının kurumsal boyutu üzerinde durmak istiyorum.

    1980'lerin başından bu yana, kamu kesiminin ekonomideki işlevini kısıtlayan bir yaklaşımı benimsedik. Gerçi söylediğimizi, söylediğimiz kadar yapmadık ya da yapamadık ama yine de artık ekonomimizde kamu kesiminin etkinliği 1980 öncesi gibi değil. İktisat politikasının amacı da piyasa mekanizmasının sağlıklı çalışmasına yönelik önlemler almaya dönüştü. Bunlardan bazıları yapısal reformlar olarak ortaya çıktı, bazıları ise piyasa sinyallerini bozan gelişmelerin (örneğin enflasyon) ortadan kaldırılmasına. Başka bir deyişle ekonominin hangi büyüme yolunda ilerleyeceği kararının verilmesinde piyasa mekanizmasına ve dolayısıyla özel kesime çok daha fazla ağırlık veren bir kalkınma stratejisi seçtik. Ancak bunu yaparken de dışa açılmaya önem vererek özel kesimdeki oyuncuların rekabetçi olmayan koşullardan yararlanıp, kendi bireysel çıkarlarını topluma kabul ettirmesini önlemeye çalıştık. Özetle özel kesimin, küresel rekabet içinde, gelişme yolunu belirlemesini temel aldık. 28 yıllık bu serüven, doğal olarak, başarılar, tökezlemeler, yeni açılımlar ve yeni sorunlarla geçti. Arada bu süreçle ilgisi olmayan, hiç yoktan hükümetlerimizin yarattığı krizler (1994) olduğu gibi, küresel koşulların olağanüstü iyi olmasından yararlandığımız dönemler (2003-7) de oldu. Sonuçta, yaşadığımız bu süreç, tasarımındaki mantığa uygun olarak, Türkiye'nin küresel ekonomiye olan duyarlılığını artırdı. Her ne kadar iddia ettiğimiz ölçüde küresel ekonomiyle eklemleşemedikse de (küresel ortamda ne olup bittiğini izleyebilecek kadar yabancı dil bilenlerin Türkiye'nin toplam nüfusu içindeki oranı nedir?), eskisine oranla nitel bir değişiklik olduğu açık.

    İşte bu sırada küresel kriz ortaya çıktı. Olayın basit bir gelir düşmesinden ibaret olmadığı anlaşıldı. Bütün dünyada "devletin ekonomiye yön vermek üzere müdahale etmesi" çağrıları ortaya çıktı. Kimileri bilerek, kimileri ise bilenleri taklit ederek "Keynes'e dönmekten" söz etmeye başladılar. Şimdi karşılaştığımız bir sorun var: Devletin, bu kadar büyük bir mali yükü üstlenip, özel kesime "Ne istersen onu yap" demesi söz konusu değil. Türkiye'de de başka bir ülkede de bunun siyasal sorumluluğunun altından kimse kalkamaz. Dolayısıyla devletin iktisadi yaşama karışması ve yönlendirmesi, hem beklenen ve hem de istenen bir gelişme. Önümüzdeki dönemde, ekonominin hareketi piyasa sinyallerinden çok siyasal/bürokratik kadroların alacağı siyasal/idari kararlarla biçimlenecek. Burada, bir başka soru gündeme geliyor: Bu beceriye sahip miyiz? 1960'ların ortamında galiba sahiptik. Şimdi? Emin değilim. Burada kastettiğim, bürokraside çalışanların teknik donanımı değil. Bu açıdan eskiye oranla çok daha iyi durumda olduğumuzun farkındayım. Bugünkü ortamda teknik eksikleri giderebilme olanakları da çok daha fazla. Ancak siyasal/idari kararların etkili olabilmesi için buna uygun bir kurumsal yapının var ve çalışıyor olması gerekiyor. Bu siyasal düzlemde gereğinde işbirliği yapılabilmesi, siyasetçi-bürokrat ilişkileri bağlamında da işbölümünün iyi tanımlanmış olması demek. O noktada mıyız? Sanmıyorum. Bence bu alanlardaki açıklarımızı bir an önce kapamalıyız. Çünkü bu yeni dünyada, sanıldığından, çok daha uzun süre yaşam savaşı vereceğiz.

    Bu yazı 24.04.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır