Arşiv

  • Mayıs 2024 (5)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Kredi faiz oranları yüksek çünkü bankalar kredi açmaktan çekiniyor

    Hasan Ersel, Dr.04 Mayıs 2009 - Okunma Sayısı: 1567

    Banka, güven duyduğu bir müşteri ile kredi anlaşması yapmaya karar verdiğinde, faiz oranını anlamlı düzeye indirir. Yüksek faize razı olan müşteri ise banka için muteber değildir. Demek ki kredi faiz oranlarının çok yüksek olması, bankaların açgözlü olduklarını değil, kredi açmaktan çekindiklerini gösterir.   Gerek siyasetçilerden ve gerekse iş çevrelerinden şu şikâyeti sıkça duyuyoruz: "Mevduat faizleri düşüyor ama kredi faizleri yüksek kalmaya devam ediyor". Saptama doğru. TCMB'nin yayımladığı "Enflasyon Raporu 2009-II" adlı dokümanın 73'üncü sayfasından alınan Şekil-1'den durumun, bir anlamda, böyle olduğu, hatta kredi faizleri ile mevduat faizleri arasındaki farkın 2008'in son çeyreğinden itibaren ciddi ölçüde artmakta olduğunu görmek olanaklı. Bu bilgiye dayanarak ne sonuca varacağız? Galiba, satır aralarında, söylenmek istenen şu: "TCMB gecelik faizini düşürüyor. Bankalar daha ucuz finansman olanağı olduğunu görünce mevduat faizlerini düşürüyorlar. Ama kredi fazilerini yüksek tutmaya devam ederek kazançlarını korumak/artırmak istiyorlar." Ancak bu görüşün doğru olabilmesi için bankaların kredilerinin, hiç olmazsa azalmıyor olması gerekmiyor mu? Oysa, Merkez Bankası verilerine dayanılarak hazırlanan Şekil-2 bunun böyle olmadığını gösteriyor. Aşağı yukarı aynı dönemde banka kredileri azalmaya başlıyor. Yani bankalar eskisi kadar kredi açmıyor ya da açamıyor. İşin ilginç yanı, Hazine Müsteşarlığı'nın verilerine göre 2008 yılı kasım ayında ihalelerde ortalama faiz yüzde 21,4 iken, daha sonraki aylarda hızla düşerek 2009 yılı nisan ayında yüzde 13,4'e inmiş olması. Bankaların bu ihalelerinin en önemli müşterileri oldukları malum. Bu, ikincil piyasaya da yansımış. Şekil-3'ten görüleceği üzere TCMB'nin gecelik faiz oranı ile İMKB tahvil ve bono piyasasındaki faiz oranı arasında önemli bir ilişki var. TCMB faizi düşürünce, o da düşmüş. Öte yandan, bankalar, bu dönemde, giderek portföylerinde bulundurdukları kamu menkul kıymetlerini hem mutlak büyüklük olarak hem de görece artırmışlar. BDDK verilerine göre bankaların menkul kıymet portföyünün, mevduatlarına oranı 2008 yılının üçüncü çeyreği ortalaması olarak alındığında yüzde 41,9. Aynı yılın son çeyreğinde, söz konusu oran yüzde 42,2'ye ve 2009'un üçüncü çeyreğinde ise yüzde 43,8'e yükselmiş. 27 Nisan 2009 tarihinde ise bu oran daha da yükselerek yüzde 44,8'e ulaşmış. Özetleyelim: 1) TCMB faizleri düşürmüş. 2) Mevduat faizleri düşmüş. 3) Devlet iç borçlanma senetlerinin faizleri düşmüş. Buna karşılık  4) Kredi faizleri düşmediği gibi, hiç olmazsa bir göstergeye göre, yükselmiş bile. Bankalar ne yapmış? Yüksek faizli kredilerini kısmış, görece daha düşük faizli kamu iç borçlanma senetlerine yönelmiş. Bu sonuçlar pek de söylenmeye çalışılanla uyuşmuyor.   Fiyat bir mesajdır Bizlere fiyattan söz edildiğinde, alım satım işleminin gerçekleştiği değerin kastedildiğini düşünürüz. Oysa günlük yaşamımızda bunun böyle olmadığını gösteren çok örnek vardır. Pek çok mal ya da hizmeti, bizlere söylenen fiyatı kabul etmeyip, pazarlık ederek düşürmeye çalışırız. Bazen bunu başarırız da. Bazı durumlarda pazarlık olanaklı değildir. O zaman o mal ve hizmetin fiyatı bize uygun gelmiyorsa onu "çok pahalı" bulduğumuzu söyler, almaktan vazgeçeriz. Bu örneklerde fiyat sadece satıcının bize bu malı hangi fiyattan satmayı teklif ettiğini gösteren bir mesajdır. O mesaja biz olumlu yanıt vermediğimiz sürece iktisatta "denge fiyatı" denilen üzerinde anlaşma olan fiyat ortaya çıkmaz. Peki bir şirket, daha önce sunmakta olduğu bir malı, elinde var olmasına rağmen, bir süre için sunmak istemiyorsa ne yapar? (Tamamen vazgeçiyorsa, kolay; "Bu malı artık satmıyoruz" diye ilan verir). Her kapıdan giren müşteriye dert anlatmaktansa öyle bir fiyat koyar ki, müşteriler o fiyatı aşırı yüksek bulup, talip olmazlar. İşte buna iktisatta "caydırıcı fiyat" denir. Bankalar da kredilerini fiyatlarken bu uygulamayı yaparlar ve caydırıcı faiz oranı (deterrence rate) ilan ederler. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, gerçekleşen kredi bağıtlarında bu faizin uygulanmıyor olmasıdır. Banka, herhangi bir nedenle, güven duyduğu bir müşteri ile kredi anlaşması yapmaya karar verdiğinde, faiz oranını anlamlı düzeye indirir. Zaten aklı başında müşteri o kadar yüksek faizden anlaşma yapmaz. O kadar yüksek faize razı olan müşteri ise tanım gereği, banka için muteber değildir. Demek ki, kredi faiz oranlarının çok yüksek olması, bankaların açgözlü olduklarını değil, kredi açmaktan çekindiklerini gösterir. Peki, mevduat faizleri neden düşüyor? Bunun da temel nedeni, bu ortamda, bankaların kaynak aramamalarıdır. İktisatçıların itibar ettiği bir görüş, bankaların kredi piyasasında faiz oranını, mevduat piyasasında ise talep ettikleri miktarı belirlemeye çalıştıkları biçimindedir. Bu görüş esas alındığında, mevduat piyasasında olup bitenler daha iyi anlaşılır.   Kredi tayınlaması ve çözümü Bütün bunlardan bir sonuç çıkıyor. O da bankaların kredi tayınlaması (credit rationing) yaptıkları. J.M. Keynes'in 1930'da yayımlanan "Para Kuramı" adlı kitabında ilk kez ifade edilen bu olgu, 1950'lerden itibaren iktisatçıların ilgisini çekmiş. Başta Joseph E. Stiglitz olmak üzere pek çok iktisatçının katkısıyla kuramsal açıklamaya kavuşturulmuştur. Bu olgunun pratikteki önemli sonucu, kredi faiz oranı yükseldiğinde bankaların sundukları kredi miktarının azalmasıdır. Bunun nedeni ise belirsizliktir. Kredi tayınlaması konusunda iktisatta tartışmalar devam ediyor. Bazı yazarlar, hiç olmazsa gelişmiş ekonomilerde bu olgunun önemli olmadığı kanısındalar. Ancak konu gelişmekte olan ülkeler, hele tarım kesimi olduğunda, durum değişiyor. Buralarda kredi tayınlamasının yaygın olarak başvurulan bir yol olduğu yönünde sonuç veren epeyce çalışma var. Gelişmiş ekonomilere ilişkin olarak yapılan çalışmalar arasında bizim açımızdan önem taşıyan birisinin ulaştığı sonuçlara değinmek istiyorum. Söz konusu çalışma*, Birleşik Krallık'ta kredi tayınlamasından en çok etkilenen küçük şirketleri ele alıyor. 1981'de hükümet, bu duruma bir çare olmak üzere, kredi garanti sistemini yürürlüğe koymuş. Çalışmanın bulgusu, bu sistemin küçük firmaların banka kredisine ulaşmasını kolaylaştırdığı yönünde. TEPAV'ın kredi garanti sistemi üzerinde durmasının önemli bir nedeni de bu. Kredi garanti sistemi, hem küçük şirketlerin kolayca veremeyecekleri teminatın yerine geçiyor hem de bankaların söz konusu şirkete ilişkin olarak algıladıkları belirsizliği düşürüyor. İçinde bulunduğumuz koşullarda ise bu çok daha önem kazanıyor. Bunu söylemekle makro düzeyde belirsizliği azaltmaya yönelik iktisat politikası kararlarının katkısı küçümsenmiş olmuyor. Söylenmek istenen bu tür kararların somut sonuç verebilmesi için kredi garanti sisteminin önemli bir katkı yapabileceği. Tabii, bu yol da sorunsuz değil. Kredi garantisi sisteminin arkasına sığınan bir müşteri, borcunu ödemektense, garantiyi verene (devlete) ödetmeyi tercih edebilir. Buna karşı da önlem almak gerek. Başka bir deyişle böyle bir sistem belirsizlik nedeniyle iyi kredi müşterisini seçemeyen bankalara yardımcı olmalı; kötü kredi müşterisini bankalara "iyi" diye sunmamalı.   Bu sorunu çözmenin tek yolu bu mu? Değil. Örneğin bankaların riske karşı duyarsız olmalarını sağlayarak da bu tür şirketlerin kredi almasını sağlamak olanaklı. Bunu daha önce kamu bankalarını kullanarak yapmaya kalkışmıştık. Bireysel riski bu yolla toplumsallaştırmanın maliyetinin çok fazla olduğunu yaşadığımız krizlerle gördüğümüzü ve tekrarlamaya kalkışmayacağımızı umuyorum.   * Yukarıda sözü edilen çalışmanın künyesi şöyle: Marc Cowling: The Role of Loan Guarantee Schemes in Alleviating Credit Rationing in the UK, 30 January 2007, MPRA Paper No. 1613.









    TCMB'nin gecelik faiz oranı ile İMKB tahvil ve bono piyasasındaki faiz oranı arasında önemli bir ilişki var. TCMB faizi düşürünce, o da düşmüş. Öte yandan, bankalar, bu dönemde, giderek portföylerinde bulundurdukları kamu menkul kıymetlerini hem mutlak büyüklük olarak hem de görece artırmışlar.

    Bu yazı 04.05.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır