Arşiv

  • Nisan 2024 (14)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Türkiye'nin AB üyesi olması

    Hasan Ersel, Dr.15 Mayıs 2009 - Okunma Sayısı: 1039

    1960'ların sonlarında şimdiki Avrupa Birliği'ni (AB) doğuran "Ortak Pazar"a üye olunmasına karşı çıkanların savundukları görüşü özetleyen slogan "Onlar ortak, biz pazar"dı. O yıllarda Türkiye'deki temel kaygı, özellikle sanayimizin böyle bir birliğe üye olmaktan zarar göreceğiydi. 40 yıl sonra durum epeyce değişik. AB konusunda kaygıların ağırlık noktası iktisadi durum değil. Türkiye ekonomisi yine AB'yi oluşturan çekirdek ülkelere oranla çok daha az gelişmiş durumda ama AB'nin bütünü göz önüne alındığında, ciddi bir reform programı uygulamak koşuluyla, orta dönemde, Türk sanayiinin AB'nin rekabet ortamı içinde yaşamını sürdürebileceğini düşünen epeyce Türk ve Avrupalı var. Buna karşılık, Almanya ve Fransa'nın yöneticilerinin başını çektiği ve AB içinde yaygın olan görüş şöyle özetlenebilir: "İktisadi duruma ilişkin bu sonuç Türkiye'nin AB üyesi olması için gerekli olmakla birlikte, yeterli değildir. Türkiye'nin AB üyesi olabilmesi için yeterli koşul 'Avrupa'nın ortak değerleri'ni benimsemesidir. Türkiye bunu sağlayamayacaktır. Dolayısıyla Türkiye AB üyesi olamaz. Bu nedenle de Türkiye'ye sanki AB üyesi olması olanaklıymış gibi davranmak, ikiyüzlülüktür. Türkiye'ye bunun olamayacağı, açık bir biçimde bildirilmeli ve 'ayrıcalıklı ortaklık' statüsü önerilmelidir." Bu görüş Almanya ve Fransa'nın en yetkili siyasal kişilerinin mesajlarında yer alıyor. Herhangi bir mesajın "bilgi+parazitten" oluştuğu anımsanırsa, ilk sorunumuz, bunun bilgi bileşenini açığa çıkarmak. Çünkü bu görüşün kalıcı olup olmayacağı pek belli değil. Türkiye'nin üyeliğinin, -en iyi koşullarda bile- yıllarca sonra gündeme geleceği düşünülürse bu açıklamaların bugünkü popülerliğine rağmen, bundan kaynaklanan parazitler temizlendiğinde, o tarihte Türkiye'nin işine yarayacak bilgiler içermiyor olması olasılığı yabana atılmayacak kadar yüksek olabilir. Bugün bizim bu mesajlara bakıp "Anlaşılan biz ne yaparsak yapalım, Avrupalılar, 'Avrupa'nın ortak değerleri' gibi tanımlanması zor bir kavramın arkasına sığınıp, canlarının istediği gün Türkiye'nin üyeliğini engelleyebilirler. Bütün zahmetimiz de boşa gider" diye düşünüp, müzakereleri kestiğimizi düşünelim. Bunun bizim açımızdan anlamı, bu bağlamda yapılması düşünülen reformları askıya almamızdır. Peki, AB üyeleri bundan bilmem kaç yıl sonra, fikir değiştirip "Keşke Türkiye hazır olsaydı, bize katılmasını ne çok isterdik" noktasına gelirlerse ne olacak? Türkiye için bugün doğruymuş gibi görünen bir karar, o gün yanlış olacak. Belki de Türkiye bir daha eline geçiremeyeceği bir fırsatı kaçırmış olacak.

    Aslına bakarsanız, Türkiye'nin AB üyeliği fikrinin son zamanlarda ülkemizde de popüler olduğu pek söylenemez. Başlangıçta AB üyesi olmayı "insan gibi yaşamak" biçiminde tanımlayıp, insanlarımızın katılım konusunda görüşlerini sorduğumuzda büyük bir çoğunluk buna "evet" demişti. Ama işin içine bu sürecin iktisadi/toplumsal/siyasal maliyeti ve popülizm girince, işin rengi değişti. Peki, bu durumda, "AB'ye üye olmaktan vazgeçelim, böylece bizim de kafamız ağrımasın onların da. Karşılığında da 'ayrıcalıklı ortaklık' statüsünü kabul edelim" biçimindeki bir öneriyi kabul etmek anlamlı olabilir mi? Biraz düşünülürse, bunun pek de ciddiye alınabilir bir seçenek olmadığı ortaya çıkıyor. Çünkü, "üye yapmaktan" vazgeçebilen AB'nin "ayrıcalık" tanımaktan vazgeçmemesi için hiçbir neden yok. Ayrıca, "Akdeniz açılımını" yapma niyetinde olan ve öyle olması da gereken AB'nin Türkiye'ye tanıyacağı ayrıcalığın ne olacağını önceden tanımlayamayacağını çıkarmak hiç de zor değil. Çünkü ayrıcalık, en azından Kuzey Afrika ülkelerinden farklı bir konumda olmak anlamına gelmeli. Oysa, AB'nin Akdeniz açılımının nereye kadar olacağı belli değil. Bu nedenle Türkiye'ye ayrıcalık tanınsa bile, olayın mantığı gereği, bunun korunacağına ilişkin güvence verilemez. Bu durumda yapabileceğimiz hiçbir şey yok mu? Var. Sorun, bulmaya niyetimiz olup olmadığında.

    Bu yazı 15.05.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır