Arşiv

  • Mayıs 2024 (1)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Orta vadeli program inandırıcı olmalı

    Hasan Ersel, Dr.01 Haziran 2009 - Okunma Sayısı: 1018

    Sayın Ercan Kumcu, 30 Mayıs 2009 tarihli yazısında şöyle yazmış: "IMF programı ve denetimi olmadan da Türkiye'nin kısa vadede kamu açıklarını artırıp orta vadeli bir perspektif içinde kamu finansmanında disiplinin geçerli olacağı, ekonomik birimleri ikna edici bir yaklaşımın benimsenebileceği düşünülüyor. Halbuki, iki ay evvel Türkiye böyle bir programı açıkladı. Program hiç kimsenin aklında dahi kalmadı. Unutuldu. Açıklanan rakamlar manzumesinden akıllarda kalan tek şey hükümetin 2009 yılında ekonominin küçüleceğini itiraf etmesi oldu. Merak ediyorum. İki ay evvel açıklanan programı ciddiye almayan ekonomik birimler şimdi benzer bir tablonun açıklanmasıyla kamu açıklarının geçici bir süre için artırıldığına nasıl ikna olacaklar? Önümüzdeki yıllarda kamu finansmanında disiplinin yeniden oluşturulacağına nasıl ikna olacaklar?" Demek ki, iki ay önceki programı, "hükümetimiz de ekonominin daralabileceğini nihayet kabul etti" demek dışında ciddiye almayan ve unutuveren sadece ben değilmişim. Öyle olsaydı, Sayın Kumcu bana bir haber gönderip, uyarırdı. Bu durumda sorun, "program olarak ciddiye alınmayan programda" olmalı. Konuyu biraz açmak gerek.

    Orta vadeli program gereği Bir kere Türkiye'nin orta vadeli bir programa gereksinimi var. Hem de uzun süredir. Oturup düş kuralım: Diyelim ki, IMF'yi ikna ettik, orta dönemli ciddi bir program olmaksızın bilmem kaç milyar dolar borç aldık. Üç beş ay sonra, ilgili herkes, Türkiye'nin ciddi bir şey yapmadığını ve bu işin içinden çıkamayacağını anlamayacak mı? Ondan sonra, yabancılar son anda ne koparabilirsem kârdır yarışına dayanma niyetlerine bağlı olarak, biraz daha bizle oyalandıktan sonra ilişkilerini kesmeyecekler mi? Gelelim sorunun ciddi tarafına: Bir program yaptık diyelim. Bu durumda üç olasılık var. Birisi IMF'nin bu programı eleştirip, açıkça karşı çıkması. Bu kadar büyük bir hata yapmamız olasılığı düşük ama eğer yaparsak, yukarıdakine benzer olumsuz bir sonuç vereceği apaçık. İkincisi, bu programın IMF'den bağımsız olarak açıklanması ama IMF'nin de programa karşı çıkmaması. Üçüncü seçenek ise böyle bir programın IMF ile yapılan bir anlaşma ile desteklenerek açıklanması. Acaba bu son iki seçenekten hangisini tercih edelim? Kendi tercihimi başta söyleyeyim: Ben de bu son seçenekten yanayım. Diğer seçeneğin başarılı sonuç vermesi olasılığını sıfıra yakın buluyorum. Bu görüşümden hareketle IMF'nin desteğini alarak yapacağımız bir programın başarı olasılığını yüzde 100 gördüğüm de düşünülmesin. IMF ne yanılmazdır (üstelik, tersini düşünmemiz için, hele şu sıralarda, epeyce nedenimiz var) ne de Türkiye'yi kurtarabilecek kadar güçlü bir kuruluştur. Ama olası başarısızlığın bizden kaynaklanabilecek nedenleri olduğunu da unutmamak gerek. Yakın tarihimizde de IMF ile anlaşmamıza rağmen, anlaşmayı bozmak yoluyla yüzümüze gözümüze bulaştırdığımız epeyce program var.

    Program, zihinlerde yer etmedi Karar alabilmek için bilgiye gerek vardır. Karar alıcılara da etraflarından (dünyadan, hükümetten, piyasadan vs) birçok haber (mesaj) gelir. Her haberin içinde biraz bilgi biraz da parazit (bilginin anlaşılmasını bozan diğer her şey) vardır. Dolayısıyla bilgiye dayalı karar vermek hiç de o kadar kolay bir şey değildir. Ulaşan haberleri okumak, bilgi ile paraziti ayırt etmek, ondan sonra da eldeki bilgiyle ne yapılacağını saptamak gerekir. Bu ise zaman harcamayı gerektirir, hatta bazen de bir uzmana başvurup onun bu işi üstlenmesini istemekten başka çare yoktur. Özetle, bilgi toplama/inceleme süreci maliyetlidir. Bu durumda da insanlar maliyet/yarar hesabı yapar, bazı haberleri ihmal ederler. İşte son zamanlarda üzerinde epeyce durulan akılcı dikkatsizlik (rational inattention) kuramı, bu sorunla ilgileniyor ve şu sorulara yanıt arıyor: Akılcı bir karar alıcı, hangi haberleri hesaba katar, hangilerini ihmal eder? Buna nasıl karar verir? Bu çerçeve içinde bakıldığında, 2009 yılı nisan ayında yayımlanan "Türkiye Hükümeti 2008 Yılı Katılım Öncesi Programı" ihmal edilen haberler kategorisine düşmüş gibi görünüyor. Oysa öyle olmaması gerekirdi. Çünkü sonuç olarak hükümetin yaptığı 102 sayfalık bir açıklama. Hem Türkiye içine hem de AB bağlamında, yurtdışına hükümetin ekonomiye ilişkin değerlendirmelerini, öngörülerini ve alacağı önlemleri anlatıyor. Demek ki, karar alıcılar, herhangi bir nedenle, bu programın hükümetin önümüzdeki döneme ilişkin öngörülerini ve/veya alacağı önlemleri yansıttığına güvenememişler. Bu nedenle de bu haberin onlar için bilgi değeri düşük olduğu sonucuna varmış olmalılar. Hükümetin bu sonucu istemiş olduğunu sanmıyorum. Burada bir şeylerin yanlış olduğu açık. Aklıma gelenleri sıralayayım. Söz konusu program ortaya çıkınca hemen bulup okudum. Aklımdaki ilk soru, hükümetin küresel krizi nasıl algıladığı, Türkiye'nin ne kadar ve biçimde etkileneceği konusunda ne düşündüğüydü. Tabii bunun arkasından da alınan önlemlerin neler olduğu, bunların neyi nasıl etkilemesi beklendiği geliyordu. Bu açıdan düş kırıklığına uğradım. Gerek TEPAV'ın yaptığı çalışma ve gerekse kendi denemelerim, küresel krizin Türkiye'yi epeyce sarsabileceğini gösteriyordu. Program ise GSYH ve istihdamla ölçüldüğünde bu etkiyi çok daha az olarak gösteriyordu. Programın bu iyimser öngörülerinin gerçekleşebilmesi için ise bence, sayılan önlemlerin hem çok daha ötesine geçmek hem de bayağı şanslı olmak gerekiyordu. Ben de programı bir tarafa bıraktım. Anlaşılan, benim kadar kötümser olmayanlar da ikna olmamış. İkinci konu hükümetin bu programın kabul edilmesi ve benimsenmesi için pek gayret göstermemiş olmasıydı. Çok uzağa gitmeye gerek yok, bu program açıklanmadan dört beş ay önce, itibarını büyük ölçüde yitirmiş olan Bush yönetimi, hemen her kanalı (muhalefetin desteği dahil) kullanarak uygulamaya çalıştığı programı kamuoyuna tanıtmış, halkın güvenini sağlamak için elinden geleni yapmış ve bir noktaya kadar başarılı da olmuştu. ABD halkı, da büyük ölçüde, söylenenlerin, "arkasında muhalefetin de desteği olan bir program olduğuna" inanmıştı. Oysa Türkiye'de böyle bir şeye tanık olmadık.

    Politik saygınlık açığı Üçüncü nokta ise Türkiye'nin yakın geçmişiyle ilgili. Geçmişimizde hükümetlerimiz, sonucu kamuoyunda büyük düş kırıklığı yaratan o kadar çok benzer açıklamalar yaptılar ki, karar alıcılar böyle bir olaya baştan kuşkuyla bakar hale geldiler. Başka bir deyişle, programın içeriğinden bağımsız olarak, onu açıklayan herhangi bir hükümet "politika saygınlık açığı" (policy credibility gap) sorunuyla karşılaşmaktan kaçınamıyor. Bu da programın hem uygulama maliyetini artırıyor hem de başarı olasılığını düşürüyor.

    Oysa, orta dönemli bir program gerekli. Çünkü, bu sene ekonomiye ve özellikle de kamu finansmanına ilişkin göstergelerin ciddi bir biçimde bozulacağı açık. Gelecek sene ise düş görenler dışında, kimse işlerin birdenbire iyiye döneceğini beklemiyor. Bu durumda orta vadede işlerin tekrar yoluna konulabileceği konusunda hem içerideki hem de dışarıdaki karar alıcılara, sınırlı da olsa, güven verilmesi gerekiyor. Bu ise alınacak önlemlerin ve bunlardan beklenen sonuçların onlar tarafından iyi anlaşılması ile olanaklı. Bu yolla karar alıcıların algıladıkları belirsizlik, onların iş yapmalarına olanak sağlayacak düzeye belki indirilebilir. Böyle bir program ise ancak birkaç alanda epeyce gayret gösterilirse beklenen yönde sonuç verebilir. Bunlardan ilki programın teknik yapısının güçlü olmasıdır. Bu, hedeflerinin doğru seçilmesi, kullanılan araçlar ile hedefler arasındaki ilişkilerin açık bir biçimde ortaya konulması ve programın maliyetinin ölçülmesini gerektiren kapsamlı bir çalışmalar dizisinin yapılmış olması demektir. İkincisi, bu çalışmanın topluma anlatılması için bir kampanya açılmasıdır. Bu, nutuk atarak olmaz. Bu tür kampanyalar monologlarla yürümez, diyalog gerekir. Dolayısıyla program yaygın tartışmaya açılmalıdır. Eleştiriler, anlamsız olduklarında bile, ciddiye alınıp yanıtlanmalıdır. Bütün bunlardan sonra, yine de politika saygınlığı açığının kapatılması için, IMF'nin açıklanan programa destek verdiğini gösteren bir anlaşmaya gerek olacaktır. Bütün bu koşullar sağlanırsa, program başarılı olur mu? Şanslıysak evet.

    Bu yazı 01.06.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır