Arşiv

  • Mayıs 2024 (1)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Programın açıklanması güzel ama asıl önemli olan uygulama

    Hasan Ersel, Dr.08 Haziran 2009 - Okunma Sayısı: 1117

    Hükümetimiz dahil, pek çok kimse Türkiye'nin ciddi bir program açıklamasının bekleyişler üzerinde de olumlu etki yaratabilmesi olasılığını önemsemedi. Programın başarısı için ise var olması yetmez, programın etkin bir biçimde uygulanması gerekir. Hükümetlerin işi hep zordur. Eğer herhangi bir konuda bir şeyler yapmazsa, birileri kalkar "niye yapmadı" diye eleştirir. Hükümet bir şeyler yapınca, bu defa insanlar "orası iyi olmamış, burası tutmamış" diye eleştirmeye devam ederler. Başkalarından değil, kendimden söz ediyorum. Hükümeti orta vadeli ciddi bir programı yürürlüğe koymadığı için eleştiriyordum. 4 Haziran 2009'da hükümet "Yatırımlarda Devlet Yardımları, Aktif İşgücü Programlarının Güçlendirilmesi ve Kredi Garanti Desteği" başlıklı bir "program" açıkladı. Demek ki sıra, "programın eleştirisine" geldi. Her şeyden önce, bu programın yaşadığımız krizi hükümetin de ciddiye aldığını gösterecek biçimde açıklanmış olmasını olumlu karşıladığımı belirteyim. Hükümetimiz dahil, pek çok kimse Türkiye'nin ciddi bir program açıklamasının bekleyişler üzerinde de olumlu etki yaratabilmesi olasılığını önemsemedi. Galiba haksız da değillerdi. Çünkü şimdiye kadar, kendi başımıza, ciddi bir programı yürürlüğe sokamadık gitti. Onun için program ilan eden herhangi bir hükümet geçmişten (iktidardaysa kendi geçmişi de dahil) kendisine miras kalan bir "politika saygınlığı açığı" ile işe başlamak zorunda. Bu da hükümetin işini baştan zorlaştırıyor.

    Programın Temel Amaçları Programda belirtilen amaçları aşağıdaki başlıklar altında toplamak olanaklı:

    1) İç tüketimi artırmak: "Toplum yararına işler" programı çerçevesinde kısa süreli geçici istihdam yaratılması amaçlanıyor. Burada ekonominin üretim kapasitesine, kısa hatta orta dönemde katkı yapması beklenmeyen faaliyetler söz konusu. Dolayısıyla, makro ekonomik açıdan bakıldığında, geçici iş sağlanan insanların, bir süre için bu yolla gelir elde etmeleri ve dolayısıyla özel tüketim harcamalarının artması (hiç olmazsa daha da düşmemesi) sağlanmak isteniyor. Bu kısa vadeli bir hedef. Ama orta vadeli hedeflerin gündeme gelebilmesi için neredeyse bir ön koşul.

    2) İstihdamı özendirmek: 2001 sonrası dönemde Türkiye'de büyümenin istihdamı, işsizliği istenilen düzeyde düşüremediği gözlenmişti. Hükümet daha önce bu nedenle istihdamı artırmak ya da hiç olmazsa istihdam düzeyini korumak amacıyla bazı önlemler almıştı. (İşveren priminin 5 puanlık kısmı Hazine tarafından karşılanması, geçici mali sıkıntı içindeki işyerlerinin, işçilerini çıkarmak yerine istihdam etmeye devam etmeleri halinde, işçilerin ücretlerinin belirli bir kısmı 6 aya kadar kamu tarafından üstlenilmesi gibi.) Bu önlemlere ek olarak yeni istihdam için prim desteği verilmesi öngörülmektedir. Bütün bu önlemler bir birim üretim artışının daha çok istihdam yaratmasını sağlamaya (teknik deyimle, istihdamın üretime olan esnekliğini artırmaya) yönelik.

    3) Yatırımları özendirmek: İlk iki başlık altında özetlenen önlemlerin anlamlı sonuç verebilmesi için ise üretimin artmasıgerekmektedir. Program bu amaçla özel yatırımı kilit değişken olarak görmekte ve bunları artırmaya yönelik özendirimler sunulmaktadır. Bunlar açıklanan programda 1. Kurumlar/Gelir Vergisi İndirimi, 2. SSK Primi İşveren Hissesinin Hazine tarafından karşılanması, 3. Faiz Desteği, 4. Yatırım Yeri Tahsisi, 5. KDV İstisnası 6. Gümrük Vergisi Muafiyeti olarak sayılmaktadır.

    4) İhracatı özendirmek: Türkiye'nin kriz sonrasında yeniden biçimlenecek küresel ortamda mevcut sanayi yapısıyla rekabetçi olamayacağını düşündürten pek çok neden vardır. Bu nedenle Türkiye'nin yeni bir sanayileşme politikasını yaşama geçirmesi gerekmektedir. Açıklanan programın girişinde yer alan "Rekabet gücünü artıracak, teknoloji ve Ar-Ge içeriği yüksek büyük ölçekli yatırımlara destek olmak" bu bağlamda düşünülmesi gereken bir hedef olarak görünmektedir. İşgücüne ilişkin olarak gündeme getirilen bazı önlemler de aynı bağlamda ele alınabilir. Türkiye'de sanayinin istenen yönde dönüşüm sağlayabilmesinde nitelikli işgücü eksikliğinden kaynaklanan bir kısıt söz konusudur. Bunu aşmanın yolu olarak da işgücünün eğitimine ağırlık verilmesidir. Biraz dikkatle bakılırsa, "desteklenecek yatırım konularında ekonomik ölçek kriterlerini öne çıkarmak" hedefinin de, sonuçta, ihracatı özendirme, bağlamında değerlendirilmesi gerekir.

    5) Finansman olanaklarına ulaşımı sağlamak: Mali kriz ortamında ortaya çıkan belirsizliğin özellikle küçük ve orta boy şirketlerin kredi teminini zorlaştırması ciddi bir sorun olarak ortada. Program, bu sorunu, kısmen de olsa çözebilmek için, "Kredi garanti desteği" adı verilen bir mekanizmayı yaşama geçiriyor.

    6) Bölgesel eşitsizlikleri azaltmaya çalışmak: Türkiye'deki bölgesel eşitsizlikleri azaltmak için, sanayi politikası bağlamında alınan önlemler, kuruluşun faaliyet göstereceği yerin içinde bulunduğu gelişmişlik düzeyine bağlı olarak farklılaştırılmaktadır. Amaç, görece daha az gelişmiş yörelere daha fazla özendirim sağlamak. Dolayısıyla, geçen hafta, çok-hedefli, kısa dönemi hesaba katarak orta dönemde sonuç almayı amaçlayan, nereden bakarsanız bakın, iddialı bir program bizlere duyurulmuş oldu. Ortalıkta 6 farklı hedef olduğuna göre, 6 farklı araç kümesi olması gerek. Tabii bu altı hedefe ilişkin gelişmeleri takip edebilecek izleme kapasitesi olması gerek. Bu iş kolay değil. Çok sayıda hedefi izleyip, bunlardan bir kısmı ya da tümüyle uğraşmak, askeri havacılığın çok uğraştığı bir konu. Bilebildiğim kadarıyla bunu başarabilen yeni savaş uçakları bu amaçla çok güçlü radar (bilgi toplama aracı) ve bilgisayar (bilgi değerlendirme aracı) ile donatılıyorlar. Yani böyle bir amaca ulaşabilmek için özel gelişmiş donanım gerekiyor ve bu işin maliyeti de epeyce yüksek. İktisatta daha az olacağını sanmıyorum. Böyle bir programın uygulamada başarılı olması, nitelikli eleman kullanılmasını, ciddi bir kurumsal örgütlenmeyi ve eşgüdümü gerektirir. Özetle uygulama maliyeti yüksek bir projedir. Dolayısıyla, programın başarısı için var olması yetmez, programın etkin bir biçimde uygulanması gerekir. Bu noktadaki başarısızlık toplumun programa verdiği desteği çekmesine yol açabilir.  

    Bazı sorunlar ve sorular Üç konuya değinmek istiyorum. Bunlardan ilki kullanılan araçların etkinlik derecesiyle ilgili. Böyle bir program yapılırken, herhalde, hedeflere varmak için eldeki hangi araçlardan yararlanılabileceği düşünülmüş, değerlendirilmiş ve ondan sonra ulaşılan sonuçlar kamu oyuna açıklanmıştır. Dolayısıyla, ana hedefler ve seçilen araçların tutarsızlığı gibi bir sorun olmadığı varsayılabilir. Ancak seçilen araçların etkin olup olmadıkları sorusu, gündemde olmaya devam edecek. Bu bağlamda "yatırım özendirimlerine" dikkati çekmek istiyorum Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Alpay Filiztekin ile birlikte Türkiye üzerine yaptığımız bir çalışmada, yatırım özendirimlerinin istenen sonucu vermekte epeyce başarısız oldukları sonucuna ulaşmıştık. Çalışmamızın yer aldığı kitaptaki diğer makaleler de başka ülkelerde de benzer sonuçlar elde edildiği biçimindeydi. [Hasan Ersel & Alpay Filiztekin. "Incentives of Compansation? Government Support for Private Investments in Turkey" Ahmed Galal (Der.): Industrial Policy in The Middle East and North Africa, Kahire: The American University in Cairo Press, 2008, s. 11-34.] Ele aldığımız 1980-2000 döneminde kullanılan özendirimler, kabaca, bu programda önerilenlerden pek farklı değildi. O zaman başarısız olan önlemlerin bugün olumlu etki yapacağını beklememiz için bir neden var mı?

    Bölge tanımındaki fark İkinci konu ise "Sosyo-ekonomik gelişmişlik sıralamasına göre bölge" tanımının nasıl yapıldığına ilişkin. Burada yapılan şu: Bir yörenin (il vs.) sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyi bazı göstergelerle tanımlanmaya çalışılıyor. Burada önemli olan nokta böyle bir amaç için "tek bir göstergenin" (örneğin kişi başına gelir) kullanılamayacağı. Bu konuyla uğraşıp da tersini düşünen kimse yok. Tabii, hangi göstergelerin seçilmesi gerektiği konusunda farklı düşünmek olanaklı. Bu konuda uzlaşma sağlansa da her göstergeye ilişkin bilgi elde bulunmayabiliyor. Bu ise genelde karşılaşılan bir durum, Türkiye'ye özgü değil. Ancak sorun burada bitmiyor. Göstergeleri topladınız diyelim. İki yöreyi karşılaştırdığınızda, bunların bir kısmı açısından bir bölge, diğerleri açısından ise ötekisi daha iyi çıkabilir. Peki bu durumda nasıl karar vereceksiniz? İşte size uygulamalı matematiğin en zor sorularından birisi: Çok ölçütlü karar alma sorunu. Yıllar önce, programda ele alınana oranla çok daha basit bir sorun için (bankaların bilanço bilgilerine yapılarındaki benzerliklere göre gruplara ayrılması) uğraştığımda bu alanda çok sayıda yöntem olduğunu görmüştüm. Üstelik, o sıralarda, bu konudaki çalışmalar henüz hızlanmamıştı bile. Aradan geçen sürede kim bilir kaç ölçüt daha bulunmuştur. Bu konuda uygulanan yöntemlere ilişkin olarak doyurucu açıklama yapılması gerektiği kanısındayım. Bir kere, "il" böyle bir çerçeve için uygun bir birim olarak kabul edilebilir mi? Bazı illerimiz içinde gördüğümüz gelişmişlik farklılıkları, iller arasındakinden daha çok olabiliyor. (Buna hükümetin yaptığı açıklamada yer alan tablodan da bir örnek vermek olanaklı: Çanakkale ilinin Bozcada ve Gökçeada ilçeleri ile ilin kalanı farklı gelişmişlik düzeyi grupları içinde yer alıyorlar. Türkiye'de bu farklılığın olduğu tek il Çanakkale mi? Sanmıyorum.) Bu durumda birim olarak ili seçmek yanıltıcı olmuyor mu? İkinci olarak, hangi değişkenlere bakılarak sosyo-ekonomik gelişmişlik endeksi hesaplandı? Veriler hangi yıllara ilişkin? Bu konudaki çalışmalarda yaygın olarak kullanılmasına rağmen, hesaba katılamayan değişkenler var mı? Bunlar neler? Bunları aksak da olsa ikame edecek değişkenler kullanıldı mı? Bu göstergelere dayanarak sıralama hangi yöntem kullanılarak yapıldı? Üçüncü nokta illerin gelişmişlik düzeyleri itibariyle gruplandırılmasına ilişkin. Sıralanan iller hangi yöntemle gruplandırıldı? Neden bu yöntemler seçildi? Seçilen yöntemlerin olumlu ve olumsuz yönleri nelerdir? Ulaşılan grup yapıları, seçilen gruplandırma yöntemine oranla çok büyük farklılıklar göstermekte midir? Bu bilgilerin çok teknik olduğu düşünülebilir. Ama saydamlık açısından ilgili kamu kuruluşlarının bu bilgileri olabildiğince herkesin anlayabileceği biçimde açıklaması, daha önce açıklanmışsa da, tekrardan dikkati çekmesi gerekiyor. Üçüncü konu ise programın maliyetine ilişkin. Programın açıklandığının ertesi günü vermekte olduğu lisans düzeyinde "Türkiye Ekonomisi" dersinin final sınavı vardı. Tabii, hükümetin açıkladığı programı sordum. Sınavdan sonra bir öğrencim bana niçin bir gün önce yapılan açıklamada bu programın maliyetinin ne olacağına ilişkin bir bilgi olmadığını sordu. Sahi neden yok? Bu bilgi (daha doğru bir ifadeyle "tahmin") olmadan programın yapılabilir olup olmadığına nasıl karar vereceğiz?

    Bu yazı 08.06.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır