Arşiv

  • Mayıs 2024 (5)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Geleceğe kalkan son treni yakalayabilecek miyiz?

    Hasan Ersel, Dr.29 Haziran 2009 - Okunma Sayısı: 1010

    Dünyada mevcut sistemin işleyişindeki bazı sorunlar üzerine yapılan çalışmalarda epeyce yol alınmış görünüyor. Üstelik yalnızca mali alanda değil, toplumsal adaletsizlik ve çevre gibi sorunların çözümü için de adımlar atılıyor. Peki Türkiye, bu gelişmelerin neresinde?   Dünyanın gündemi ile bizimki pek birbirine uymuyor gibi görünüyor. Dünya giderek çok ciddi bir sorunlar yumağıyla karşı karşıya olduğumuz konusunda anlayış birliğine ulaşmakta. Birbiri ardından bu sorunların altından kalkabilmek için uzun soluklu bir bakış açısıyla neler yapılması gerektiğine ilişkin öneriler ortaya atılıyor. Geçen hafta bu yönde bir adım da Birleşmiş Milletler'den geldi. 24-26 Haziran 2009 tarihleri arasında New York'ta "Conference on the World Financial and Economic Crisis and Its Impact on Development" (Dünya Mali ve İktisadi Krizi ve Gelişme Üzerine Etkileri Konferansı) başlıklı bir toplantı yapıldı. Toplantıya ilişkin dokümanlardan anlaşıldığına göre ana tema, bu krizin ciddi toplumsal, siyasal ve iktisadi sonuçları olacağı. "Büyük Buhran"dan bu yana karşılaşılan en kötü krizin içinde olduğumuz burada da tekrarlanıyor. Ancak, daha dikkatle bakıldığında, bu krizin etkilerinin "Büyük Buhran"dan daha yaygın hatta, küresel ekonominin bütünü göz önüne alındığında belki de daha derin olması olasılığını yabana atmamak gerektiği de ortaya çıkıyor. Bu bağlamda da temel sorun, gelişmekte olan ülkelerin bu krizde çok büyük zarara uğramalarının beklenmesi. Bu grupta yer alan ülkeler arasında da büyük farklar var. Ancak ortak paydaları, iktisadi açıdan zayıf olanları koruma sistemlerinin gelişmemiş olması. Bu nedenle gelişmiş ülkeler dünyasında gelir kaybına yol açan kriz, bu dünyada insanların yaşamını bile kaybetmesine yol açabiliyor. Bu; açlık sınırının altına düşme, hastalıklar, siyasal karışıklıklar gibi çeşitli nedenlerle olabiliyor. Dolayısıyla olayın basit ve tek boyutlu bir çözümü de yok.  

    Uzun vadeli bakış gerekli Çözüm nasıl olabilir? Sadece bu konferansa ilişkin dokümanlarda değil, bu konuyu ele alan tüm belgelerde iki konu ön plana çıkıyor. Bunlardan ilki, bu durumdan kurtulmak, aslında bu duruma bir daha düşmemeyi sağlayacak önlemlerin alınmasıyla olanaklıdır. Bu ise orta/uzun dönemli bir bakış açısını gerektirir. Çünkü, pek de başarılı olmadığı anlaşılan (çevre sorunları, adaletsizlik vs) küresel gelişme çizgisinin değişmesini gerektirir. Bunun gerçekleşebilmesi için ise köklü yapısal değişiklikler yapılması zorunlu. Bu da söylemesi kolay, yapması zor bir şey. Bir kere insanların yaşadıkları düzenden çıkıp, az ya da çok, farklı bir yeni düzene geçmeye razı olmalarını sağlamak gerek. Bu kolay değil. Ama bir sorun daha var: Bu dönüşümün önemli bir toplumsal maliyeti var. Bunu kim karşılayacak? Gelişmiş ülkelerin bu açıdan avantajı var. O da bu amaca yöneltebilecekleri kaynakları (sermaye, teknoloji, nitelikli işgücü vs) olması. Dolayısıyla kaynakların kullanımındaki öncelikleri değiştirerek, topluma görece az bir ek yük getirerek bu dönüşümü sağlayabilirler. Gelişmekte olan ülkelerin ise bu olanakları ya yok ya da çok kısıtlı. Dolayısıyla bu dönüşümü yapabilmeleri şansı epeyce düşük. Ama bunu yapamazlarsa, dünyada gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasındaki uçurum daha da büyüyecek. Gelişmiş ülkeler, yeni dünya koşullarına uygun üretime geçerken onun teknolojik/toplumsal/iktisadi altyapısını oluşturabilecekler. Gelişmekte olan ülkeler ise eski dünyada kalmaya mahkûm olacaklar. Bunu kırmanın yolu var mı? Akla gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında toplumsal boyutu çok daha ön plana çıkarılmış "işbirliği" yapılması geliyor. Tabii bu işbirliğinin nasıl gerçekleştirileceği de ciddi bir konu. Dünyada bunun gerçekleşmesini ya da gerekli ölçüde gerçekleşmesini engelleyecek istenildiği kadar çok gerekçe bulmak olanaklı. Ama Birleşmiş Milletler dokümanlarında vurgulandığı üzere "Barış, istikrar ve zenginlik bölünemez" ise ne gelişmiş ülkeler ne de gelişmekte olan ülkeler bu gereksinimi görmezlikten gelebilir. Ama bu noktaya kaç yılda gelinir, bilmiyoruz. İş işten geçtikten sonra da olabilir. (Örneğin çevre sorunları).  

    Yeni düzen arayışları Bu koşullarda, mevcut durumun iyi olmadığını biliyor olduğunu ilan etmenin, böbürlenmek dışında, kimseye bir hayrı olmayacaktır. Sorun nereye gitmemiz gerektiğini ve bunu nasıl yapacağımızı etraflı bir biçimde ortaya koyabilmektedir. Bunun da tek yolu sorunları ve bunlar arasındaki karşılıklı ilişkileri ortaya koyup, üzerlerinde dikkatle çalışmak, öneriler türetmek, bunları tartışmaya (ülke içinde ve dışında) açmaktan geçer. Bu da her şeyden önce niyet meselesidir. Niyetiniz yoksa bu süreç başlamaz. Niyetiniz varsa, olanaklarınız ölçüsünde ilerleyebilirsiniz. Bu işi yapmazsak ne olur? Başkaları yapar. Onlar da doğal olarak, kendilerine uygun çözümler üretirler. Bize de ya hazırlıksız olduğumuz için, belki de işimize gelmeyecek bir çözümü kabul etmek ya da mızmız çocuk gibi her şeye itiraz etmek seçeneklerinden birisini seçmek kalır. Her iki yolda da toplum olarak kaybederiz. Şu anda, izleyebildiğim kadarıyla dünyada mevcut sistemin işleyişindeki bazı sorunlar üzerine yapılan çalışmalarda epeyce yol alınmış görünüyor. Burada kastettiğim mali sistemlerin işleyişindeki aksamaların ortaya çıkarılması. Ancak daha yapılması gereken çok iş var. Her şeyden önce içinde bulunduğumuz dünyada tek aksak olan mali sistem değildi. Çevre sorunları ve toplumsal adaletsizlikler başta olmak üzere pek çok alanda nelerin aksadığının ortaya çıkarılması gerekiyor. Yanlış anlaşılmasın, şimdiye kadar bu konularda hiçbir şey yapılmadı demek istemiyorum. Tam tersine, pek çok değerli araştırma yapıldı. Bunları bir eylem planı içinde birleştirme gayretine ve varsa eksikliklerin giderilmesine gerek var.  

    Türkiye ayağa kalkar ama... İşin bundan sonraki aşaması da kolay değil. Dünyada giderek artan karşılıklı bağımlılıkların pek çok konuda ortak hareket edilmesinin gerektirdiğini herkes kabul ediyor. Ama iş uygulamaya geldiğinde bu sanıldığı kadar kolay yürümüyor. Örneğin mali sistemde karşılaşılan sorunlara tanı koymak konusunda birbirlerine epeyce yaklaşan ABD ve Avrupa, çözüm noktasında farklılaşabiliyor. Çünkü, bu ülkelerin mali yapıları farklı. Hangi çözümün kabul edileceğine bağlı olarak, dönüşümün getireceği yük değişiyor. Sonuçta varılacak yer konusunda anlaşma olmuş olsa da ülkeler dönüşüm sürecindeki toplumsal maliyet konusundaki duyarlılıkları nedeniyle o kadar kolay bir noktaya gelemiyorlar. Bankacılık alanında Basel I ve Basel II'nin yaşama kavuşturulmasının uzun zaman alışının en önemli nedenlerinden birisi de bu. Oysa ki, bu düzenlemeler, siyasi niteliği diğer sorunlara oranla çok düşük, teknik bir alandaydı. Dolayısıyla, "işbirliği yapmak iyidir, insanlar da bunu bilecek kadar akıllıdır; o halde işbirliği yaparlar" biçiminde bir mantık yürütüp rahatlamanın, sorunu çözmekten kaçmak dışında, hiçbir anlamı yoktur.

    Böyle düşününce gelecek sene Türkiye'nin düşük hızda da olsa tekrardan büyümeye başlaması pek bir şey ifade etmiyor. Düştüğümüz yerden kalkabileceğimizi, herkes gibi, ben de tahmin edebiliyorum. Ama geleceğe kalkan son treni yakalayabilecek miyiz? O belli değil.

    Bu yazı 29.06.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır