Arşiv

  • Mayıs 2024 (2)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Rant hülyasıyla zenginlik sevdasından vazgeçip tasarruf ve yatırım yapmalıyız

    Hasan Ersel, Dr.06 Temmuz 2009 - Okunma Sayısı: 1020

    'Genç nüfusumuz, ekonomimiz güçlü, sahip olduğumuz potansiyel ve stratejik konumumuz' gibi argümanlarımız esasen tartışmaya açık argümanlar. Rant hülyalarıyla zengin olmayı bırakıp tasarruf ve yatırıma yönelmeliyiz. Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB) üyesi olmak gibi bir niyeti var. Gerçi bu niyetinde ciddi mi onu anlamak biraz zor ama öyle olduğunu kabul edelim. Peki AB böyle bir ortak istiyor mu? Bu soruyu, bu günlerde Türkiye'de sorarsak galiba çoğunluk "Hayır, Türkiye'yi ortak olarak görmek istemiyorlar" diye yanıt verecek. "Neden istemiyorlar" sorusuna ise ayaküstü verilen yanıtların çoğunluğu özünde "bizi sevmiyorlar" biçiminde. Ama bu gerçek yanıt mı, lafı uzatmamak için mi söyleniyor belli değil. Herhalde her aklı başında insan, kimsenin "sevdiği için" birisiyle ortak olmaya kalkışmayacağını bilir. Ortak olmanın nedeni, ortak olanların tek başlarına erişebilecekleri duruma oranla ortaklık yapmaları halinde ulaşacakları durumu tercih etmeleridir. Yani ortaklık, çıkara dayanır. Hele söz konusu olan ülkeler arası ortaklıklar ise. Peki Türkiye'yi almakla AB ne kazanacak? "Genç nüfusumuz..." diye başlayan edebiyatı bir yana bırakalım. Dünyada genç nüfusu olan tek ülke biz değiliz. AB, göçmen yasalarını uygun bir biçimde düzenleyerek, istediği nitelikte ya da ona en yakın insanları çekebilir, çekmektedir de. İspanya ve Portekiz'i bünyesinde barındıran AB için Güney Amerikalı gençlerden yararlanmak mı kolay olur, Türk gençlerinden mi?

    Ekonomimiz güçlü savı Akla gelebilecek ikinci bir ölçüt, Türkiye'nin güçlü bir ekonomi olması. Türkiye nasıl bir ekonomi? Bu konuda Türkiye'deki görüşleri iki başlık altında toplamak gerek. Türkiye'nin "güçlü bir ekonomisi olduğunu düşleyenler" ve "uğraşırsak güçlü bir ekonomiye ulaşabileceğimizi bekleyenler". İlk görüşte olanları düşleriyle baş başa bırakabiliriz. Türkiye ekonomisi güçlü görünmüyor. Tasarruf, yatırım oranları, yenilik yaratma kapasitesi, insan gücü donanımı, doğal kaynak donanımı vs göz önüne alındığında göze çarpan bir çekiciliği yok. Tabii bundan "durumumuz vahim" sonucu çıkmaz. Ama birinci lige (AB'yi bir an için öyle kabul edelim) çıkacak durumda görünmüyoruz. Türkiye'nin, bu bağlamdaki, zayıflıkları listesine, bir de "incinebilirlik" (vulnerability) eklenebilir. Son kriz sonrasında gelişmekte olan ülkeler dünyasında en çok etkilenen ülke Türkiye oldu. Tabloda başlıca gelişmekte olan ülkelerin 2009'un ilk çeyreğindeki büyüme performansları veriliyor. Bize en yakın daralan ülkelere bile tur bindirmişiz. Bilinen bir ek neden de yok üstelik. Ne bir doğal afet yaşadık ne de ülkeyi altüst eden bir toplumsal/siyasal çalkantı... Siz Avrupalı olsanız, bir ortak almak istediğinizde, bu tabloya göre kendi işlerini doğru dürüst yönetemeyip, rüzgârdan nem kapan Türkiye ile mi birlikte olmak isterdiniz yoksa, sözgelimi, Brezilya ile mi?

    Kim ne kadar büyüdü
    Ülke 2009 ilk çeyrek GSYH değişme hızı (%)
    Arjantin 4,9
    Brezilya -1,8
    Çin 6,1
    Hong Kong -7,8
    Hindistan 5,8
    Kore (Güney) -4,2
    Malezya -6,2
    Meksika -8,2
    Mısır 4,3
    Rusya -9,5
    Singapur -10,1
    Tayland -7,1
    Tayvan -10,2
    TÜRKİYE -13,8
    Kaynak The Economist

     

    AB, Rusya'dan korkunca Akla şu da gelebilir: Bu tablo eksik. AB üyesi iki ülke olan Letonya ve Estonya yok. Bu ülkelerin büyüme performansları Türkiye'den bile beter. Doğru ama ne yazık ki, bu AB'nin Türkiye'yi ortak almamak konusundaki eğilimini güçlendirecek bir sonuç. AB, bir noktada önemli bir hamle yapıp, çok sayıda ülkeyi içine alıverdi. Bu ülkelerin ekonomilerinin, yasal düzenlerinin, yönetişim yapılarının AB standartlarına uyup uymadığı iyice irdelenmeden bu yapıldı. "İstim arkadan gelir" diye düşünülmüş olacak. Bu acelenin nedeni, Avrupa'daki güç dengesini Rusya'nın aleyhine çevirmekti. Bu ülkeleri AB'ye alanlar da katılanlar da o tarihte neyle karşılaşacaklarını çok bilmedikleri ve içinde bulundukları durumdan bunaldıkları için, -memnun olduğu için- havai fişekler eşliğinde güle oynaya bu olay kutlandı. Rusya somurttu. Biz de kıskandık, bize haksızlık edildiğini düşündük. Galiba o noktada da kısmen haklıydık... Ancak aradan zaman geçince, bu kararın faturası daha iyi görünmeye başladı. Bu ülkeler AB'nin rekabetçi yapısına uyum sağlamakta zorlandı. Zaten ağır çalışan AB karar alma süreci daha da ağırlaştı. Ortaya yeni sorunlar çıktı. Örneğin şimdi AB, Bulgaristan'daki yolsuzluklarla nasıl baş edeceğini düşünüyor. Bu ülkeye yönlendirilen AB fonları donduruldu vs. Oysa AB'yi kuran ilk 6 ülkede böyle bir sorun bile yoktu. (Kişi düzeyinde yolsuzluk tabii olabiliyordu. Ama onun sonucunun ne olacağı da bu ülkelerin ceza yasalarında belirtilmişti. Bu yasalar da pekâlâ uygulanıyordu). Dolayısıyla bu genişleme kararı AB'ye önemli bir maliyet yüklemişti. AB bugün, yüksek sesle olmasa bile, Rusya'yı sıkıştıracağız diye yapılan bu genişlemenin maliyetine değer miydi diye soruyor herhalde. Şimdi bu durumda bir de Türkiye'nin üyeliğinden söz etmeye kalkışıldığında, AB'nin, yaptığı bu hatanın faturası ışığında, en azından kulaklarını kapatması kadar doğal bir şey olabilir mi? Hani "sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer" derler ya... Bir de AB'de hislerini daha yüksek sesle ifade edenler var. Onlar da özetle "Ne iyi komşuluk ilişkilerimiz vardı, nereden aklınıza geldi bizim eve taşınma fikri? Oturun evinizde... Yaz akşamları gelir bahçenizde çay içeriz" demiyorlar mı?

    Türkiye'nin potansiyeli Peki bizim buna karşı vereceğimiz yanıt ne olabilir? Akla şu geliyor: Evet, Türkiye ekonomisinin bugünkü durumu AB içinde yer almaya uygun değil. Ancak, ekonomisinin dinamizmi göz önüne alındığında Türkiye makul bir süre sonunda hem büyük ve hem de güçlü bir ekonomi olacak, bu nitelikleriyle de AB'ye, topluluğun toplam iktisadi (belki de siyasi) gücünü artıracak biçimde katkı yapacak duruma gelecektir. Galiba buna benzer sözler söylüyoruz da. Peki bu ciddiye alınabilir bir görüş mü? İşte bu sorunun yanıtı o kadar açık değil. "Niçin olmasın?" biçiminde de "Bu büyüme performansıyla olacak şey mi?" diye de yanıt vermek olanaklı. Biraz eldeki verilere bakalım: TÜİK, 7 Haziran'da, Türkiye için "satın alma gücü paritesiyle kişi başına gayri safi yurtiçi hasıla" (GSYH) endeksi tahminini yayımladı. Bunu AB ülkeleriyle karşılaştırmalı olarak verdi. Bu uluslararası gelir karşılaştırması yapmak için en (hatta tek) uygun yöntem. Bu bilgilere göre AB ülkeleri ortalaması 100 alındığında Türkiye'de bu endeksin değeri 45. AB içinde Türkiye'nin endeks değerinin altına bir tek ülke var. O da Bulgaristan (40). Şimdi şöyle düşünelim: Türkiye'nin AB'ye katılmasının bu ülkeler grubuna bir katkı yapması için bu ülkelerin satın alma gücü paritesiyle ölçülen kişi başına GSYH düzeyine ulaşmasının gerekli olduğunu kabul edelim. (Aslında AB kendisine katkı yapacak ülkeden bundan fazlasını da isteyebilir). AB'de kişi başına gelirin yüzde 2 artacağını varsayalım. Kendimize de AB üyeliği için 20 yıllık bir süre tanıyalım (2029). Bu durumda, söz konusu koşulun sağlanabilmesi için Türkiye'de bu yolla ölçülen kişi başına GSYH'nin yılda, ortalama yüzde 6.15 artması gerek. Bu Türkiye'de nüfus artışının yüzde 1'e düşeceği biçimindeki iyimser varsayım altında ekonomimizin önümüzdeki 20 yıl boyu yıllık ortalama olarak en az yüzde 7 büyümesi demek. Ne tarihimizde böyle bir dönem oldu ne de 2005 sonrası düşen büyüme hızı, verimlilikte kaybedilen ivme göz önüne alındığında bu yöne doğru bir gidiş ümidi var!

    Ah şu stratejik konumumuz "Bizim stratejik konumumuz çok önemli" diye başlayan başka bir avunma çizgimiz daha var. Çocukluğumdan beri duyarım. Ne konuda stratejik önemimiz olduğu uluslararası siyasal ortama göre değişiyor ama bizim "dünyada biricik olan konumumuz" vurgusu değişmiyor. Şimdiye kadar bunun bizim ileriye atılım yapmamıza ciddiye alınabilir olumlu katkısı olduğunu gösteren bir çalışma okuduğumu doğrusu anımsamıyorum. Ama hep söyleniyor. Şimdi de AB'nin enerji nakil yollarının üzerinde olmamızdan söz ediliyor. Bu bize büyük bir iktisadi avantaj sağlayacakmış. Şu anda bu düş Nabucco Projesi çerçevesinde dile getiriliyor. Peki sahiden öyle mi? 30 Haziran tarihli The Moscow Times'da "Gazprom Azeri gazı için öncelik alıyor" başlıklı bir haber var. Rusya'nın Gazprom şirketinin yöneticisi Aleksei Miller ile Azerbaycan'ın Devlet Petrol Şirketinin (Socar) Başkanı Rovnag Abdullayev bir anlaşma imzalamışlar. Buna göre Rusya gereksinimi olmamasına rağmen gelecek yıldan itibaren Azerbaycan'dan 500 milyon metreküp gaz alacakmış. Bu aslında önemli bir rakam değil. Ancak bunun yanı sıra üzerinde anlaşmaya varılan çok daha önemli bir konu var. O da Şahdeniz gaz alanının ikinci aşamasında Gazprom'a öncelik tanınması. Bu alan ise Nabucco Projesi ile Avrupa'ya taşınması söz konusu olan gazın temel kaynağı olacaktı. Şimdi Nabucco Projesi tümüyle mi öldü yoksa bizim burada alacağımızı düşlediğimiz rantın büyük bir kısmı uçup gitti mi? Bu durumda 13 Temmuz'da imzalanacak olan Nabucco anlaşması bize ne getirecek? Bu proje nedeniyle üstleneceğimiz sıkıntıya (çevre sorunları, inşaat, bakım, koruma masrafları vs) değer mi? Bence rant hülyaları kurarak zengin olmayı beklemeyi bir tarafa bırakmak gerek. Gelişebilmek için ne yapmak gerektiği açık. Tasarruf ve yatırım (beşeri sermayeye olan başta olmak üzere) artırmamız, teknolojik gelişmeye ivme kazandırmamız, iktisadi düzenimizin işleyişinde etkinliği artırmamız gerekiyor. Dünyayı yeniden keşfetmeye kalkmamıza da gerek yok. Arkadan gelmenin ezikliği çoktur ama bir de avantajı vardır. Önünüzdekilere bakıp ne yapmanız gerektiğini bulursunuz. Hele bir de kafanızı çalıştırıp gördüklerinizden ders çıkarırsanız, belki onları yakalayabilir, hatta şansınız yaver giderse, onları geçebilirsiniz bile. Bizim önümüzde, ne yazık ki, o kadar çok koşan var ki. Hem de açık farkla.

    Türkiye'nin argümanları ne kadar doğru

    • AB'ye üyelik için "genç nüfus" kozunu kollanıyoruz. Ancak AB, Türkiye'nin genç nüfusundan ziyade İspanya ve Portekiz'deki Güney Amerikalı göçmenlerden daha iyi yararlanabilir.
    • Verilere göre durum vahim olmasa da "Türkiye güçlü bir ekonomidir" argümanı da pek sağlam durmuyor. "İncinebilirlik" katsayısı yüksek olduğu da son krizde açıkça görüldü.
    • Satın alma gücü paritesiyle kişi başına GSYH endeksinde AB ülkeleri ortalaması 100 alındığında Türkiye'de bu endeksin değeri 45. Puanı 40 olan sadece Bulgaristan'ı geçiyoruz.
    • Yıllardan beri övünegeldiğimiz "stratejik konumumuz"un bugüne kadar ileriye atılım yapmamıza ciddiye alınabilir olumlu bir katkısı olduğunu gösteren çalışma görülmedi pek.

    Bu yazı 06.07.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır