Arşiv

  • Mayıs 2024 (3)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Toparlanmanın toplumsal krizle kesilmemesi için sosyal destek şart

    Hasan Ersel, Dr.05 Ekim 2009 - Okunma Sayısı: 858

    Ekonomik krizle birlikte özellikle alt ve orta gelir düzeyindeki hanehalkları önemli gelir kaybına uğradı. Yıllar sürebilecek ekonomik krizden çıkarken, toplumsal bir krizle karşılaşmamak için sosyal destek projelerine kaynak yaratılmalı.   Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV), UNICEF ve Dünya Bankası'nın (DB) ortaklaşa yaptığı bir çalışmanın sonuçları 29 Eylül 2009'da yayımlandı. "Ekonomik Kriz, Türkiye'de Ailelerin Refahını Etkiliyor" başlıklı; Adana, Ankara, İstanbul, İzmir ve Kocaeli'nde 2102 aileyle yapılan anketin sonuçları değerlendiriliyor. (Çalışmanın özet sonuçları için www.tepav.org.tr) Bu çalışmada ilgilenilen dönem Ekim 2008 ile Haziran 2009 arası. Ankete katılanların bu dönemde gelir kaybına uğrayıp uğramadıkları ve kriz karşısında yaşamlarını sürdürebilmek için ne türlü önlemler aldıkları konusu incelenmiş. Beklendiği gibi, bu dönemde gelir kaybı bildiren hanehalklarının oranı çok yüksek: Tüm ankete katılanların yüzde 75'i. Ama hanehalkları varlıkları (zenginlikleri) itibariyle sıralandıklarında, en düşük yüzde 20'yi oluşturanlarda bu oran yüzde 90 olarak elde edilmiş. Bu, son derece önemli bir bulgu. Krizin işsizlik üzerindeki vahim sonuçları ortaya konulmuştu. Ancak, krizin tüm etkisi bundan ibaret de değil. İş yapmaya devam edenlerin gelirlerinde de ciddi düşüş var. Üstelik bu etki, fakirlerde çok daha belirgin. Kayıtlı sektörde çalışanların ücret gelirlerindeki düşüş yüzde 18! Kayıt dışı çalışanların üçte biri ücret kaybına uğradığını belirtmiş. Bu tür gelir elde edenlerin ücretlerindeki düşüş, kayıt içi çalışanlarınkinden çok daha fazla. Benzer bir vahim tablo kendi işyerinden elde ettikleri gelirlere bağlı olan hanehalkları için de geçerli. Onların da en az varlıklı olanların yüzde 84'ü gelirlerinin düştüğünü belirtmiş. Daha yüksek varlık gruplarında yer alan hanehalklarında da gelir kaybına uğrayanların oranı yüksek. Öte yandan, krizin işsizlikte önemli artışa yol açtığı malum. İşsizlik oranını 2001 krizi sonrasında da düşürmeyi başaramamıştık. Üstelik bunu küresel ekonomide büyümenin ve ticaretin hızlı olduğu bir ortamda sağlayamamıştık. Bunun Türkiye'ye özgü bir sonuç olduğunu söylemek, aslında haksızlık. Ama başka ülkelerde de bu sonucun ortaya çıkmış olması, bizim derdimizi azaltmıyor. Kriz başladığından bu yana ise küresel ekonomideki gelişmeler, istihdam konusunda yardımcı olmak şöyle dursun, olumsuz etki yaratıyor. Geçen yazımda üzerinde durduğum TEPAV'ın yayımladığı. Sarp Kalkan ve Ülkem Başdaş tarafından yapılan "Kriz Döneminde İhracat Yapısının İşsizlik Üzerindeki Etkileri" başlıklı önemli çalışmada, Türkiye'nin ihracatında 2009'un ilk yarısında görülen düşüşün istihdam üzerindeki olumsuz etkileri net bir biçimde ortaya konuluyordu.  

    Krizin şakası yok Bütün bunlar bir arada düşünüldüğüne, karşılaştığımız krizin hiç de şakaya gelecek bir tarafı olmadığını ve özellikle de az gelirli olarak tanımlanabilecek hanehalklarını çok ciddi bir biçimde vurduğunu ortaya çıkarıyor. Zaten krizlerin en belirgin özelliği de bu... Akla şu soru gelebilir: Krizin bu darbesine karşı hanehalkları yaşamlarını nasıl sürdürüyorlar? Bu sorunun yanıtı da TEPAV-UNICEF-DB çalışmasında araştırılmış. Özet açıklamada verilen bilgilere göre en fazla başvurulan yol, "daha ucuz gıda maddelerine geçiş". Hanehalklarının yüzde 73'ü bu yola gitmiş. Benzer bir eğilim gıda dışı ürünlerde de var (yüzde 65). Büyük bir olasılıkla, gıdada bu geçiş daha kolay (süpermarket yerine pazara gitmek) olduğu için arada fark çıkıyor. Ama ana fikir aynı. Sıralamada yüzde 53 ile üçüncü sırada yer alan kalemse ürkütücü bir boyuta işaret ediyor: "Gıda Tüketim Miktarının Azaltılması". Krizden en çok etkilenen hanehalklarının görece az gelirli/varlıklı oldukları düşünülürse, bunun anlamı "beslenme sorununun" artmakta olmasıdır. Bunun başta çocukların sağlığı olmak üzere doğuracağı sorunları saymaya gerek yok sanırım. Hele hanehalklarının yüzde 29'unun "koruyucu sağlık hizmetlerinden", yüzde 26'sının ise "sağlık hizmetlerinden" yararlanmayı düşürdüklerine ilişkin bulgular ile birlikte düşünülürse, durumun vahameti çok daha iyi anlaşılır. Hanehalklarının kendi başlarına aldıkları bu önlemlerin çözüm olmadığı, tam tersine çok daha büyük sorunlara yol açacağı açık. Zaten bunlara "önlem" demek bile bir anlamda yanıltıcı. Bunlar çaresizliğin yansıması.  

    Dışarıdan destek nasıl Hanehalklarının dışarıdan alabilecekleri destekler var mı? Akla ilk gelen işsizlik yardımı. Ancak çalışmada da belirtildiği üzere Türkiye'de Şubat 2009 itibariyle işsizlik sigortası yardımı alanlar, işsizlerin yaklaşık yüzde 7'si. (Oysa OECD ülkelerinde bu oran yüzde 50-60 arasındaymış.) İşsiz olmayıp, gelirinde ciddi düşme olanlara destek verebilecek bir resmi mekanizma olarak düşünülebilecek kamu yardımlarından en yoksul olanlar yararlanabilmekte. Ancak, en az varlıklı yüzde 20 hanehalkı göz önüne alındığında, bu yardımların kişi başına gelire oranı sadece yüzde 6,6. Buna karşılık, bu hanehalklarının tanıdıklardan borç ve yardım alma gibi yollarla temin ettikleri desteklerin gelirlerine oranı yüzde 47. Öte yandan biraz daha yüksek gelirli hanehalklarına göz atıldığında, onların da kredi kartı ve benzeri borçlanma yollarına daha çok başvurmakta, dolayısıyla ileriye yönelik daha çok risk almakta oldukları anlaşılıyor. Bu durumun sürdürülebilir olmadığı açık. Türkiye'nin krizden çıkması umarım uzun sürmez. Ama gerçekçi sayılabilecek en az süreyi bile düşünsek, bu resmi olmayan mekanizmaların çalışamadığı noktayı geçeceğimiz söylenebilir. Dostlardan borçlanmanın ya da yardım almanın hem iktisadi hem insani bir sınırı var. Kredi kartı borcunu artırmanın da. Bütün bunlar dikkate alındığında, önümüzdeki ayların, hatta korkarım ki birkaç yılın kolay geçmeyeceği, hele kendiliğinden hiç geçmeyeceği anlaşılıyor. Türkiye'de krizden çıkış sürecinde alınacak önlemlerin neler olacağını bulmak için ABD ve Avrupa'ya bakmanın pek bir yararı olmayacaktır. Oralarda bankacılığın toparlanması, şirketlerin yeniden yapılanması temel sorun. Bunun toplumsal maliyeti ise epeyce yüksek. Buna karşılık resmi toplumsal güvenlik ağlarının var ve güçlü olması ise bu ülkelerin avantajı. Türkiye'de durum tersine. Türkiye'nin alması gereken önlemler bankacılık ve şirketler kesiminde önümüzdeki dönemde ortaya çıkabilecek bozulmaların yaygınlaşmamasını sağlamak, doyurucu olmasa bile yeterli bir hedef olarak düşünülebilir. Ancak, toplumsal güvenlik ağı açısından ciddi sorunumuz var. Ne eskisi kadar gayri resmi desteklere güvenebilecek durumdayız ne de bu araştırmanın da gösterdiği üzere, resmi destek mekanizmamız yeterli. Yıl(lar) ile ölçülebilecek iktisadi krizden çıkış sürecinin, toplumsal/siyasal kriz ile kesilmemesi için resmi kanalları güçlendirmek, bunun için de önemli ölçüde ek kaynak bulmak zorundayız.

    Bu yazı 05.10.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır