Arşiv

  • Mayıs 2024 (1)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Türkiye'de neden ihracat yapılır

    Hasan Ersel, Dr.26 Ekim 2009 - Okunma Sayısı: 2626

    Küresel talebin düşmesi iç talepteki daralmayla birleşince ihracatın, riski azaltmaya yönelik ihracat uygulaması, anlamını yitirmiş oldu.    Türkiye'de kurulu bir şirket neden ihracat yapar? Bu soruya, "Tatlı kârlar olduğu için" biçiminde kestirme bir yanıt verirsek yanlış olur. Bugünkü rekabetçi küresel ortamda, dünyada ihracat ne kolay bir iştir ne de "zannedildiği kadar" kârlıdır. Konuya şöyle yaklaşılabilir: Türkiye'nin iç pazarını, hele sanayi ürünleri söz konusu olduğunda, bizim önemli ihracat pazarımız olan Avrupa Birliği ülkelerindeki gibi rekabetçi olarak düşünemeyiz. Türkiye'nin iç pazarını, iktisat kuramcılarının "tekelci rekabet" adını verdikleri aksak rekabet tipi ile tanımlamak daha uygun olur. Bu piyasada yine çok sayıda satıcı vardır. Çünkü Türkiye'de iç pazara giriş, ithalat yoluyla, bir dereceye kadar serbesttir. Ancak iç pazarda satılan mallar marka, nitelik vs itibarıyla faklılaşmışlardır. Bu tür piyasada sınırlı fiyat rekabeti ve kalite rekabeti olur. [Bazı piyasalarda (örneğin otomobil), bu yapı nitelik farklılıklarının olduğu "az satıcılı" (oligopolistik) piyasaya da dönüşebilir. Bu durum, bu yazının amacı açısından farklılık yaratmıyor.] Bu tür piyasalarda, "genelde" kâr oranları, rekabetçi piyasaya oranla yüksek olur. Peki, buna rağmen şirketlerimiz neden çok daha rekabetçi, dolayısıyla daha az kârlı ve zahmetli dış pazarlara girmek/tutunmak için uğraşıyorlar?   

    Risk düşürme stratejisi Bu soruya iki farklı yanıt verilebilir. Bunlardan ilki üretim miktarının artmasının birim başına maliyeti düşürmesidir. İktisatta "ölçeğe göre artan getiri" denilen olayın geçerli olduğu üretim faaliyetleri söz konusu olduğunda, iç pazar yeterince büyük değilse, dış pazarı buna ekleyerek ölçek büyümesi sağlanabilir. Bu, birim başına maliyet düşüşü sağlamak yoluyla kârlılığı artırmaya katkı yapabilir. Kuşkusuz bu, her üretim faaliyeti için geçerli değildir. Bazen teknoloji "ölçeğe göre artan getiri" olanağı vermez, bazen de iç pazar yeterince geniş olabilir. İkinci yanıt daha genel bir nitelik taşımaktadır. "İç pazarda satış yapmak" ve "ihracat" iki farklı iktisadi faaliyet olarak düşünülebilir. Bunların her ikisinin de riski vardır. İç pazarda satışlar iktisadi durgunluk, üretilen mala vergi konması, tüketicilerin tercihlerinin değişmesi gibi nedenlerle düşebilir. Öte yandan dış pazarda rekabetin yoğunlaşması, çapraz kurlarda beklenmedik gelişmeler gibi nedenlerle satışlar olumsuz etkilenebilir. Eğer "iç ve dış piyasalar birbirlerinden bağımsızlarsa"; o zaman, bu iki piyasada birden faaliyet göstermenin şirketin toplam riskini düşürebileceği kolayca gösterilebilir. Üstelik bu sonuç dış piyasanın riskinin iç piyasadan daha fazla olduğu zaman bile, tabii bazı koşullar altında, geçerlidir. Demek ki iç piyasadaki herhangi bir olumsuz gelişmeye karşı kendisini sigorta ettirmek isteyen bir şirket için ihracat pazarına yönelmek anlamlı bir stratejidir. Bu nedenle Türkiye'de yerleşik şirketlerin bir kısmı iç pazarın yanı sıra ihracata da yönelmektedirler. Bu tür şirketlere "geleneksel ihracatçılar" diyelim. Bu yaklaşım, dayandığı iç ve dış piyasaların birbirlerinden bağımsızlığı varsayımı geçerli olmadığında beklenen sonucu vermez. 2008 ve sonrasında gördüğümüz de budur. 2008'in son çeyreğinden başlayarak Türkiye'de iç pazar, içsel nedenler ve bunlara eklenen dış şokun da etkisiyle daraldı. Benzer bir gelişme ihracatımızda da oldu. 2008 Ekim ayında yüzde 1,7 düşen ihracatımız daha sonraki aylarda hep çift haneli, hatta yüzde 20-30 arasında seyreden oranlarda düştü. Bunun sonucu olarak geleneksel ihracatçı şirketler risklerini düşüremediler.  

    Farklı bir ihracat tipi Türkiye'nin ihracatında özellikle 2001 sonrasında daha da belirginleşen bir başka eğilim ortaya çıktı. Bu da Türkiye'de yerleşik bazı şirketlerin uluslararası üretim zincirinin içinde yer alması olgusu. "Zincir üyesi" olarak adlandırabileceğimiz bu ikinci tür şirketler, özünde, içinde yer aldıkları zincirin gereklerine göre üretim ve ihracat yapmak üzere faaliyet gösteriyorlar. Bu tür şirketlere örnekler otomotiv ve ara malı gibi sanayilerden verilebilir. Aslında bu şirketlerin davranışlarında da riski düşürme kaygısı ön planda. Ancak yöntem farklı: Uluslararası üretim zincirinin parçası olan bir şirket, zinciri oluşturan temel karar birimi (ya da birimleri) ile üretimin belli bir aşamasını Türkiye'de yapmak için anlaşıyor. Ne kadar üretileceği, üretim zincirinin diğer halkalarından alınan girdileri nereden ve hangi koşullarla alınacağı, üretimin zincirin hangi halkalarına hangi koşullarla satılacağını kapsayan birden çok yılı kapsayan bir bağıt yapılıyor. Böyle bir bağıtın var olması, uluslararası üretim zincirine katılan şirket için riski düşüren bir unsur. Hangi fiyattan, kime satacağını ve ithal girdi gereksinimini hangi koşullarda, nereden sağlayacağını biliyor. Dikkat edilirse bu tür şirketlerin durumu yukarıda ele alınanlardan farklı. "Zincir üyesi" şirketler için dış piyasa o kadar riskli değil. Çünkü bu şirketler için başka ülkelerdeki pazarlara girme, o pazarlardaki payını koruma gibi bir sorun yok. Bu sorunu çözmek uluslararası üretim zincirini oluşturan ana şirketin sorunu. Bu şirketler de genelde uluslararası dev şirketler. Oysa küresel odaklı şirketler iç pazara yöneldiklerinde bu faaliyetlerinin riski onlarda kalıyor. Bu açıdan bakılırsa, belki de küresel odaklı şirketler için ihracat, iç pazar için üretim yapmaya oranla daha da az riskli bile olabilir. 2008 krizinin küresel niteliği, "zincir üyesi" şirketleri de olumsuz etkiledi. Küresel talebin düşmesi, zincirin her halkası için üretim ve ihracat düşüşlerine yol açtı. Türkiye'de iç talepteki daralma da bu etkiyi iç pazarla hafifletme şansı olabilecek şirketlerin bile bunu başarabilmelerini engelledi. Dolayısıyla yapılan bağıt, 2008'in olağanüstü koşullarında, bu şirketleri de riskten koruyamadı. Onların da üretimi düştü.  

    Hangisi katkı sağlar Türkiye'nin ihracatına ilişkin miktar ve fiyat endekslerine bakıldığında, kabaca, "geleneksel ihracatçıların" hâkim olduğu kesimlerde kriz ortamında yüzde 20-30 arasında fiyat düşüşü, buna karşılık yüzde 5-10 arasında miktar azalması görülüyor. Buna karşılık "zincir üyesi" ihracatçıların hâkim olduğu kesimlerde ise fiyat düşüşleri az, miktar ise çok düşmüş. Geleneksel şirketler ihracata devam edebilmek için fiyattan ciddi ölçüde taviz vermek zorunda kalmışlar. Zincir üyesi ihracatçılar ise fiyatlarını fazla düşürmemişler, buna karşılık ihraç ettikleri miktarlar yüksek oranlarda azalmış. Bu ilginç farklılığın nedenlerini ortaya koymak krizden çıkış için ve sonrasında izlenecek politikalar açısından önemli olabilir. Bu ihracatçı şirket türlerinden birisi için uygun olan politika önerisi ötekisi için etkili olmayabilir. Oysa 2008 krizi sonrasının dünyasında ihracat yapabilmek daha da zorlaşacak. Üstelik Türkiye'nin ihracattan sağladığı döviz gelirine gereksinimi de şimdikinden fazla olacak. O zaman, yanıtı hiç de kolay olmayan şu soruyu sormak gerekecek: Bu iki ihracatçı şirket türünden hangisi ülke ekonomisine daha çok katkı sağlar?  

    Türkiye'nin ihracatı (milyon $)
    1999 26.587
    2000 27.774
    2001 31.334
    2002 36.059
    2003 47.252
    2004 63.167
    2005 73.476
    2006 85.534
    2007 107.271
    2008 132.027
    2009* 64.622

      * Ocak-ağustos dönemi ihracat verisi. Kaynak: TÜİK  

    Bu yazı 26.10.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır