TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Son dönemlerde iyice belirginleşen bir gelişme var: Mal ve hizmet ithalatımız hız keserken, mal ve hizmet ihracatımızın hızla artmasına dayanarak ekonomimiz hiç de küçümsenmeyecek bir şekilde büyüyor. Buna karşın, son dönemlerde özel tüketim harcamalarının artış hızı neredeyse durma noktasına geldi.
Pazar günkü yazımda bu eğilimin kalıcı olması halinde hiç de olumlu bir gelişme olmayacağı üzerinde durmuştum. Öyle ya, sonuçta vatandaşların refahı açısından asıl olan tüketimlerinin artması. Ekonominin sürekli büyüdüğü, buna karşın tüketimin hep yerinde saydığı bir ekonomide bir sorun olması gerekir. Hele ki bu ekonomide bir de nüfus artışı varsa.Bu durumda artmayan tüketim, aslında kişi başına azalan tüketim anlamına gelir.
Ekonomik analizlere yer verilen bir blog sitesi bulunan ve Capital dergisinde de yazan sayın Orhan Karaca bir eleştiri notu yollamış. Mal ve hizmet ihracatımızın GSMH içindeki payının 2002-2006 döneminde, 1990-2001 dönemine kıyasla yaklaşık 19 puan yükselerek yüzde 43.6'ya çıktığını belirtiyor. Bu nedenle, ihracat artışının büyümeye katkısının, günümüzde geçmişe kıyasla çok daha yüksek olacağını belirtiyor. Bu olgudan yola çıkarak, iç talebin gerilediği dönemlerde, eğer mal ve hizmet ihracatı artışı varsa ekonominin durgunluğa girmekten kurtulacağını vurguluyor. Dolayısıyla bu tür bir büyümenin olumlu olduğunu vurguluyor.
Sayın Karaca'nın analizine katılıyorum.İç talebi frenlenmek zorunda kalındığı dönemlerde ihracatın böyle bir otomatik istikrar sağlayıcı işlev görmesi şüphesiz yararlı. Öte yandan, pazar günü dikkati çekmek istediğim ve yukarıda özetlediğim nokta da yeteri kadar açık. Birbirleriyle çelişmiyorlar.
Önemli olan şu: Son dönemlerde ekonomimizde gözlenen gelişme sürdürülmesi arzu edilen bir gelişme değil. Bu resme, artış hızı giderek azalan özel yatırım harcamalarını ekleyin, makine ve teçhizata yapılan harcamaların ise küçüldüğünün altını özenle çizin: Sürdürülemezlik daha bir belirginleşiyor.
Eğer enflasyon bundan sonra Merkez Bankası'nın öngörülerine paralel biçimde gelişmezse, yeni hükümetimiz de orta vadede verimliliğimizi ve rekabet gücümüzü artırıcı mikro reformları devreye sokmazsa, bu tür sürdürülemezlik durumları ile bundan sonra da karşılaşacağız.
"Enflasyon ve mikro reform şimdi nereden çıktı?" diye soran olabilir. Ama yanıtı var:
İç talebi durma noktasına getiren iki unsurdan söz edilebilir. İlki, uluslararası piyasalarda geçen yıl gözlenen çalkantı ve liradaki değer kaybıydı. Etkilerinin ortadan artık kalktığını söyleyebiliriz. İkinci neden ise ortada duruyor. Nominal faizlerde son dönemlerde gerçekleşen düşüşe karşın, (enflasyon hedefine göre hesaplandığında) reel faiz hâlâ yüksek.
Enflasyon yolunda gitmeli ki, iç talebi olumsuz etkileyen bu unsur da ortadan kalksın.
Mikro reformlarsa, eskiden cari işlemler açığı sorunu çıkaran tüketim ve yatırım artış hızı düzeyi her neyse, artık o düzeyin bu sorunu çıkarmamasını sağlar. Farklı bir ifadeyle, kalbimizin hızla çarpmasına yol açan cari işlemler açığı düzeyi mikro reformlar sayesinde daha yüksek olur. Daha farklı bir ifadeyle de sürdürülebilir tüketim ve yatırım artış hızımız (potansiyel büyüme hızımız da diyebiliriz) yükselir.
Bu köşe yazısı 12.07.2007 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.