TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Dün şu 'yeni çapamızdan' söz ediyordum.Aslında ortada yeni bir çapa falan yoktu. Stand-by yerine, IMF ile farklı bir anlaşma çerçevesi olasılığı vardı. O çerçevenin ismi de 'Rezerv Artırma İmkânı (reserve augmentation line: RAL)' idi.Bizde yapılan döviz rezervine dayalı yeni program tartışmaları dikkate alınınca işin bir de eğlenceli tarafı vardı. IMF'nin ilgili dokümanları (dünkü yazıda nasıl bulunacakları var) okununca ortaya çıkıyordu: Yeni uygulamanın amaçları arasında "disiplinli bir makroekonomik politika çerçevesine sahip olan, ancak hâlâ bazı kırılganlıkları bulunan üye ülkelerin maliyeti yüksek olan döviz rezervi biriktirme ihtiyaçlarını azaltmak" gösteriliyordu.RAL anlaşması imzalayan bir ülke normal koşullar altında kredi kullanmıyor IMF'den. Ancak bu anlaşmayı imzalayan ülkeler sermaye hareketlerinde ani kesilmeler nedeniyle zor duruma düşer ve fona başvururlarsa kotalarının üç katına ulaşan kredi çekebiliyorlar. Bu krediler normal bir stand-by anlaşmasındaki gibi dilimler halinde olmayacak. O ülke tek bir seferde bu krediyi çekebilecek. Türkiye açısından düşünülürse yaklaşık 5.5 milyar dolarlık bir imkân anlamına geliyor bu. Hangi ülkeler böyle bir anlaşma imzalayabilecek? Dört tane temel ölçüt var. İlkine göre, ülkelerin anlaşmayı imzaladıkları tarihte IMF kredilerine ihtiyaç duymuyor durumda olmaları gerekiyor. Dahası, fona normal koşullar hüküm sürdükçe ihtiyaç duymayacakları bir yapıya kavuşmuş olmaları koşulu var.İkinci olarak, ülkelerin uygulamakta oldukları güçlü bir ekonomik programları olması gerekiyor. Buna karşın, bankacılık ya da şirketler kesiminde bazı bilanço sorunları bulunacak. Bu sorunlara el atılmış olacak. Bu çerçevede yapısal reformlar aksatılmadan sürdürülecek. Böylelikle, kırılganlıklar azalma eğilimi gösterecek. İleride de kırılganlık azaltıcı politikaların sürdürüleceğine dair piyasalara güven verilecek. Kısacası, hassasiyetlerini azaltmakta olmalarına karşın yine de sermaye hareketlerine karşı hassas olacak o ülkeler.Üçüncüsü, borçları uygulanmakta olan program altında mutlaka sürdürülebilir düzeyde olacak. Sürdürülebilirlik için yeni önlemler alınmasına ihtiyaç duyulmayacak. Bu çerçevede mevcut makroekonomik programın daha sıkılaştırılmasına gerek olmayacak.Dördüncüsü, bu ülkeler şeffaf olacak. Ülkeye ilişkin verilere ulaşılabilecek. Bu veriler güvenilir olacak. İleriye yönelik uygulanacak para ve maliye politikalarına ilişkin niceliksel programlar açıklanacak.Stand-by anlaşmasının kaynak ihtiyacı had safhaya geldiğinde yapıldığı dikkate alındığında, bu çerçevenin oldukça farklı olduğu görülüyor. Anlaşmalar birer yıllık yapılacak ve yenilenebilecek. Türkiye böyle bir anlaşma yapabilir mi?Yukarıda sayılan dört ölçüt çerçevesinde bakalım. İlk koşulu sağlıyoruz; şu anda IMF kaynağına gereksinmemiz yok. İkinci koşul da sağlanıyor. Bilanço zayıflıkları var. Bunlar geçmişe kıyasla çok daha az, ama varlar. Üçüncü koşul biraz sorunlu. Borcumuz sürdürülebilir düzeyde. Buna karşın mali disiplinde tekrar bir sıkılaştırmaya ihtiyacımız var. Ayrıca sosyal güvenlik reformunu da gerçekleştirmemiz gerekiyor. Dördüncü koşulu da sağlıyor Türkiye.Kısacası, seçim dönemindeki mali gevşemeyi telafi edersek ve sosyal güvenlik reformunu yaparsak bu tür bir anlaşma imzalayabiliriz.'Yapılabilirlik' bir tarafa, bu anlaşma işimize yarar mı? Onu da perşembe günü tartışalım.
Bu köşe yazısı 01.10.2007 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Burcu Aydın, Dr.
05/10/2024
Fatih Özatay, Dr.
04/10/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
03/10/2024
Fatih Özatay, Dr.
02/10/2024
Güven Sak, Dr.
01/10/2024