Arşiv

  • Mayıs 2024 (3)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Vilfredo Pareto ile Üç Farklı Ortamda Tanışmıştım; Tabii Gıyaben….

    Hasan Ersel, Dr.11 Nisan 2011 - Okunma Sayısı: 5093

    Büyük bir hevesle başvurduğum Mülkiye’deki öğrencilik yaşamım 1963 sonbaharında başladı. İlk yıl benim için bir düş gibiydi. Adını uzaktan duyduğum, daha sıklıkla gazetelerde rastladığım değerli hocalar, bana hiç bilmediğim ve birbirinden farklı konular anlatıyorlardı. Biraz maymun iştahlılığımdan biraz da gençliğimden, özellikle siyasal kelimesinin çağrıştırdığı her derse sarılıyor, ne söylenirse öğrenmeye ve hangi kitabın adı geçerse bulup okumaya çalışıyordum. Yıl ortasındaki ara sınavda bunun çıkar yol olmadığını öğrendim. Siyasi tarih, siyasal kuramlar filan derken, muhasebe çalışmayı unutmuştum. Sonra durumu toparladım. Ama Mülkiye’deki ilk iki yılımın hazırladığı temelin ne denli önemli olduğunu daha sonra kendim ders anlatırken ya da bürokraside çalışırken çok daha iyi anladım. Yaşamım boyu hocalarıma ne çok şey borçlu olduğumu bana gösteren çok deneyimim oldu. Emekli oldum, hala oluyor.

    Bu arada Mülkiye’de birinci sınıfta Vilfredo [Federico Damaso] Pareto (15 Temmuz 1848 – 19 Ağustos 1923) adını ilk kez duydum. Siyaset kuramına ilişkin derste, seçkin (elit) kuramı bağlamında Gaetano Mosca (1858-1941) ve C. Wright Mills (1916-1962) ile beraber Vilfredo Pareto’nun görüşleri üzerinde durulduğunu anımsıyorum. O tarihte Mosca’nın kitabı Türkçe’ye çevrilmişti ve bize de hocalarımız tarafından yardımcı ders kitabı olarak önerilmişti.[1] Kitabı baştan sona okumuştum. Ne kadarını anladığımı bilemiyorum. Ancak seçkinlerin siyasal yaşamdaki rolü, o günlerin tartışmaları içinde kafamda bir soru olarak kalmıştı. Mülkiye’de üçüncü sınıfta mikroiktisat ders kitabımızda[2] “Pareto optimal durum" kavramıyla karşılaştım. Kavram şöyle açıklanıyordu: Eğer hiç kimsenin durumu kötüye götürülmeden bazı kimselerin durumu iyileştirilebiliyorsa buna Pareto İyileştirmesi (Pareto improvement) deniliyordu. Pareto iyileştirmesi yapılamayan duruma ise Pareto Optimal Durum adı veriliyordu. Biraz matematik öğrenmeye başladığımda Pareto’nun bu kavramının optimizasyon kuramında kullanıldığını gördüm. Çok amaçlı programlama adı altında toplanabilecek sorunların çözüm kümesi olarak Pareto Sınırı [ya da yüzeyi] (Pareto frontier [surface]) tanımlanıyordu. Bu da iktisattaki Pareto etkin noktalar kümesinde karşılık geliyordu. Hem bu kavramın ne anlama geldiğini çıkarmam hem de bu bağlamda sözü geçen Pareto’nun siyasal düşünceler dersinde tanıştığım kişi olduğunu anlamam epeyce zaman almıştı. Daha sonra asistan olduğumda, hocam Prof. Dr. Tuncer Bulutay ile gelir dağılımı üzerine çalışmaya başlamıştık. İlk ortak yayınladığımız çalışmalardan birisi bu konuda idi.[3] Bu çalışma sırasında da Pareto dağılımını öğrendim. Ama bu defa o kadar şaşırmamıştım. Arada geçen süre içinde yaptığım okumalar sonucunda, Pareto’nın bir dahi olduğuna ve hangi taşı kaldırsam altından çıkacağı sonucuna zaten varmıştım.

    Pareto Etkin Durum Kavramı İktisatta Niçin Çok Önemli?

    İktisatçı olmam nedeniyle daha sonraki çalışmalarımda beni en çok meşgul eden Pareto etkinlik kavramı oldu. Bu kavram iktisatta neredeyse herhangi bir iktisadi durumun “iyi olup olmadığının” ölçütü gibi söyleniyordu. Toplumsal açıdan “iyi olmanın” ne demek olduğunu bir türlü kafamda açıklığa kavuşturamadığım için “iyi olmayı” çağrıştıran “optimal” sözcüğünü kullanmayıp, Leonid Hurwicz’i izleyip, onun ısrarla kullandığı ve sanırım giderek daha da çok benimsenen Pareto etkin (efficient) ifadesini kullanmayı yeğledim. Ancak sorun sadece bir kelime seçiminden ibaret değildi. Neden Pareto etkin olma koşuluna iktisatçılar bu kadar önem veriyordu? Sorunun bir açıdan yanıtı apaçıktı ve matematikle tam uyuşuyordu. Eğer hiçbir olumsuzluğa yol açmadan, hiç olmazsa bazı kimseler için daha tercih edilen bir duruma ulaşmak olanaklıysa bunu yapmaktan daha doğal ne olabilir ki? Olaya böyle baktığımızda iktisat politikasının Pareto etkin duruma nasıl varılacağı sorunu ile meşgul olmasında şaşacak bir şey yok. Ancak sorun burada bitmiyor. Aslını ararsanız, buradan başlıyor. Çünkü Pareto’nun bu ölçütü toplumsal durumları kümesi üzerinde bir sıralama oluşturamıyor. Tek yapabildiği Pareto etkin olmayan bir durum ile buradan hareketle ulaşılabilecek bir Pareto etkin durumu karşılaştırdığında ikincisinin toplumsal açıdan daha tercih edilir olduğunu söylemek. İki Pareto etkin durumdan hangisinin toplumsal açıdan tercih edilmesinin uygun olacağı sorusuna ise yanıt veremiyor. Pareto’nun ölçütü, Pareto etkin durumları karşılaştıramıyor. Örneğin iki ulaşılabilir Pareto etkin toplumsal durum olsun. Bunlardan birisinde servet[4] eşit, ötekisinde ise ilkine oranla çok daha eşitlikten uzak dağılmış olsun. Toplumsal açıdan bunların hangisi tercih edilmelidir? Pareto ölçütü bu soruya yanıt veremiyor. Bu iki durumu “toplumsal açıdan karşılaştırılamaz” olarak ilan ediyor! Bu en azından “garip” değil mi? Siyasal iktisadın ortaya çıktığından bu yana üzerinde durduğu en temel sorunlardan birisinde Pareto’nun geliştirdiği ölçüt işe yaramıyor. Servet dağılımı üzerinde kafa yormuş, bu amaçla bir istatistiksel dağılım (Pareto dağılımı) fonksiyonu geliştirecek kadar çalışmış bir insan, nasıl olur da servet dağılımına duyarsız bir ölçüte dayanarak toplumsal durumları incelemeyi düşünmüş olabilirdi ki?

    Pareto İlkesi (ya da 80/20 Yasası)

    Galiba yukarıdaki sorunun yanıtı kendi içinde: Pareto servet dağılımı üzerinde düşündüğü için, farklı servet dağılımları söz konusu olduğunda ortaya çıkan durumları karşılaştırmakla pek ilgilenmemişe benziyor. Bu ifade çelişkili gibi görünüyor, ama değil. Çünkü Pareto servet dağılımının, ne zaman içinde ne de ülkeler arasında pek değişiklik göstermediği kanısında. Bu kanısını ise, bugün Pareto dağılımı olarak bilinen, kendisinin bulduğu bir dağılım fonksiyonunun temel katsayısının (α) sabit olduğuna ilişkin bulgularına bağlıyor.

    Pareto şu gözlemden hareket etmiş. İtalya’da toprak mülkiyetinin yüzde 80’nin, toprak sahiplerinin yüzde 20’sinin elinde olduğunu saptamış. Benzer bir ilişkinin gelir için geçerli olduğu sonucuna varmış. Bu konudaki görüşlerini 1895-7 arasında yayınlanan bir dizi çalışmasında ortaya koymuş. 1897’de yayımlanan Cours d’Economie Politique adlı kitabında (Cilt II, paragraf 957-65) ise genel bir açıklamaya yer vermiş. Bu saptamayı yapmasının kendisinin siyasal iktisattaki tutumuyla da bir ilgisi var. Pareto, zaman içinde görüşlerini değiştirip liberalizmden uzaklaşmış ama sosyalizme hep karşı olmuş. Özellikle de Marx’ın düşüncelerine. Sosyalizme yönelttiği eleştirilerinden birisi de bir anlamda olmayacak bir işle uğraşıyor olmaları; yani gelir dağılımının değişebileceğini sanmaları. Öte yandan, kendisinin seçkinler kuramıyla bir arada düşünüldüğünde, servetin (ya da gelirin) büyük kısmını elinde tutanlar seçkinler olduğu sürece, bu eşitsizlik onu pek rahatsız da etmiyor. Bu türde bir eşitsizliğin olması gerektiği kanısında. Pareto’nun vefatından sonra dünyada olup biten gelişmelere baktığımızda özellikle gelir dağılımının hem ülkeler arasında farklı olduğunu hem de, zaman içinde, kalıcı olarak değiştirilebildiğini görüyoruz. Dolayısıyla, özde Pareto’nun bu görüşünün ve buna dayanarak sosyalistlere yönelttiği eleştirinin dayanağı yok.

    Ama başka ilginç bir nokta var. O da Pareto dağılımının pek çok konuda çok başarılı bir yaklaşım vermesi ve önerdiği sabit olma özelliğinin pratikte oldukça işe yaraması. Bazı örnekler: insanların yerleştikleri yerlerin, petrol rezervlerinin, internet mesajlarının büyüklüklerinin dağılımları. Bu nedenle işletme yönetiminde de “80/20 Kuralı” olarak adlandırılan Pareto’nun bulgusu yaygın olarak kullanılıyor. Yine örnek vereyim: i) satışların yüzde 80’i müşterilerin % 20sine yapılır, ii) Kârın yüzde 80’i, üretilen mal ya da hizmetlerin % 20sinden sağlanır, iii) Stoklarda bulunan malzemenin yüzde 80i, bunları sağlayan  şirketlerin yüzde 20sinden gelir, iv) Satışın yüzde 80nin, satış elemanlarının % 20si yapar vs.!

    Pareto’nun Siyasal Görüşleri

    Pareto iktisatla sonradan ilgilenmeye başlamış bir insan. Hali vakti yerinde ve asil bir ailenin çocuğu. Mühendislik öğrenimi görmüş. 22 yıl inşaat mühendisi olarak çalışmış. Bu dönemde iki İtalyan demiryolu şirketinde yönetici olarak da görev yapmış. İktisada derin ilgi duymasını sağlayan İtalya’nın o sıralarda önde gelen iktisatçılarından birisi olan Maffeo Pantaleoni’nin (1857-1924) Economie Politique Pure adlı  kitabını okuması olmuş. Bu onu Leon Walras’ın çalışmalarına yöneltmiş. Önce Pantaleoni ile sonra da Walras’la tanışmış. Walras Pareto’dan çok etkilenmiş. O sırada Lausanne üniversitesindeki görevinden ayrılıyormuş. Yerine Pareto’yu önermiş. Bu göreve atanan Pareto ömrünün kalanında iktisat ve sosyoloji ile meşgul olmuş.

    Pareto 50 yaşı dolaylarına kadar liberal çizgide yer almış. Demokrasi, özgürlük, serbest ticaret ve insancıllığın, militarizm, korumacılık ve dinin baskıcı dünyalarına karşı çözüm sağladıklarına inanıyormuş. Ancak, başta İtalya olarak Avrupa siyaset yaşamında tanık oluğu olayların etkisiyle giderek daha karamsar ve kuşkucu olmaya başlamış. Demokrasinin topluma vaat ettiğini veremeyecek bir düzen olduğu sonucuna varmış. Ona göre Avrupa deneyimi, demokrasinin plutokrasiye, yani toplumun zenginler tarafından yönetilmesine, yol açmaktan başka bir şeye yaramadığını göstermiş. Giderek sosyalist düşünceye ve demokrasiye olan karşıtlığı artmış.[5]

    Bu duygular içinde de kendi Seçkin Kuramını (Elite Theory) geliştirmiş ve toplumun “seçkinler” tarafından yönetilmesinin doğru olacağını savunmuş. Pareto’nun seçkin kuramını anlatmaya kalkışmayacağım.[6] Ancak iktisatçı gözüyle birkaç noktaya dikkati çekmek istiyorum. Pareto’nun seçkin dediği insanlara bu niteliği kazandıran onların “kendilerinden ayrılamaz kaynaklarıdır” (inalianable resources). Yani zihinsel becerileri, yetenekleri vs. Dolayısıyla Pareto asalet ya da parasal zenginlik gibi boyutları seçkini nitelemek için kullanmamış, kullanılmasına da şiddetle karşı çıkmış. Bu bağlamda Pareto’nun finansçıların toplumun yönetimini ele geçirmesine son derece karşı olduğunu da belirtmeliyim. Zaten demokrasiden soğumasının temel nedeni de paranın iktidarına yol açmış olması. Bence, finansın hakim olduğu dünyanın sorunlarını derinden yaşadığımız bu günlerde Pareto’nun bu tutumunun altı çizilmelidir. İkinci üzerinde durmak istediğim nokta ise Pareto’nun azınlıkta olacağını düşündüğü seçkinler grubunun kendini yenilemesi için toplumsal akışkanlığa çok önem vermekte olmasıdır. Bu görüşü, kendisinin daima serbest ticareti savunmuş olmasıyla birleştirildiğinde tutarlı görünmektedir. Ancak Pareto bu bağlamda demokratik toplumların hedeflediği herkese fırsat eşitliği sağlayacak akışkanlığa açık görünmemektedir. O seçkin olabilecekler için fırsat eşitliğinden yana bir tavır almışa benzemektedir.

    Pareto, bir noktada bıkıncaya kadar, güçlü bir polemikçi idi de. Hatta onu bu yönüyle tanıtırken “acımasız” nitelemesi bile yapılabilir. Onun bu çabalarına bakanlar onu “Burjuvazi’nin Karl Marx’ı” olarak adlandırmışlardı. Öte yandan elit kuramına katkısını da göz önüne alanlar Pareto ile Faşizm arasında da ilişki kurdular. Bu en azından tartışmalı bir konu. Benito Mussoloni’nin Pareto’nun görüşlerine büyük önem verdiği doğru. Rahmetli babamdan bana miras kalan pek çok kitap arasında Benito Mussoloni’nin özyaşamöyküsünün İngilizce çevirisi vardı. Bu kitapta[7] Mussoloni şöyle yazıyor “Pareto, Lausanne’da siyasal iktisat üzerine dersler veriyordu  Hepsini merakla takip ettim….Çünkü, burada geleceğin siyasal iktisat felsefesini özetleyen bir hoca vardı.” (s. 27). Mussoloni iktidara geldiğinde (1922) Pareto’ya senatörlük de teklif etti. Ancak, Pareto bu teklifi bozuk olan sağlığını ileri sürerek kabul etmedi.[8]

    Öte yandan Mussoloni’nin Faşist iktidarının ilk yıllarında Pareto’nun iktisat ve toplumbilim alanındaki görüşlerini uyguladığı söylenebilir. Ancak bu görüşleri Pareto çok daha önceki yıllarda oluşturmuş ve yayınlamıştı. Öte yandan, Pareto’nun Mussoloni’nin başlattığı harekete bir ölçüde sempatiyle baktığını da söylemek olanaklı. Ama, Pareto hiçbir zaman da Faşist Parti’ye üye olmadı. Öte yandan, Pareto’nun kendi başına buyruk kişiliği ve sözünü sakınmayan karakterini bilenler, “eğer yaşasaydı çok kısa zamanda Mussoloni’yle takışır, ona sert eleştiriler yöneltirdi” diyorlar.

    Bütün bunlardan “Pareto faşist çizgide bir düşünürdü” sonucu çıkar mı? Talcott Parsons çıkarılamayacağı kanısında: “O bir düş kırıklığına uğramış liberaldi, faşist değildi” diyor. Tabii tersini düşünenler de var. Kendimi değerlendirme yapacak düzeyde görmüyorum. Ama bir benzetme yapayım:

    Adolf Hitler II. Dünya Savaşının ortasında (1940 yılında) birden Avusturya’lı besteci Anton Bruckner (1824-1896)’e ilgi duymaya başladı. Onu ön plana çıkardı. Kendi parasıyla Bruckner araştırmalar merkezini finanse etti, bestecinin bir zamanlar çaldığı orgu tamir ettirdi vs. Hatta Goebbels’in notlarına göre, Bruckner’in uzun süre kaldığı St. Florian manastırını bir kültür merkezine dönüştürmeyi bile düşünüyordu.[9] Bunlara bakıp Anton Bruckner’in Nazi düşüncesine yakın olduğu söylenebilir mi? Hayır. Bruckner belki garip bir insandı ama özünde önemli bir senfonici ve dini müzik bestecisiydi. Nazilerin düşünce dünyasıyla ise uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktu.[10] Öte yandan Hitler’in bir başka sevdiği besteci de [Wilhelm] Richard Wagner (1813-1883) idi. Wagner’in siyasal görüşleri, özellikle Yahudi karşıtı tutumu, göz önüne alındığında ise bu yakınlığın Bruckner’le olandan farklı nitelikte olduğu söylenebilir. Mussoloni ile Pareto arasındaki ilişki de Hitler’in bu bestecilere olan tek yönlü ilgisine benziyor, ama Wagner’le olana daha yakın gibi.[11]

    Pareto’nun İktisadi Düşünce Tarihindeki Yeri Üzerine

    Pareto toplumsal sistemin en gelişmiş insan organizasyonu olduğunu düşünüyordu. Ona göre bir toplumun doğal durumu dinamik denge idi. Bu temel gözlemden hareketle, Walras’ın yaklaşımını yöntemsel açıdan iki noktada daha ileri noktalara taşıdığını söylemek yanıltıcı olmaz. Bunlardan ilki, denge kavramına verdiği önemdi. Bu noktada Pareto’nun Walras’ın düşüncesini daha saydamlaştırdığı söylenebilir. İkinci nokta ise dengenin salt iktisadi sistem içinde değil, toplumsal ve iktisadi ilişkiler bütünü içinde aranması gerektiğine ilişkin görüşü idi. Bu açıdan bakıldığında, Pareto’nun Walras’ı aştığı açık. İktisadın yanı sıra toplumbilim ve siyaset bilimi alanındaki çalışmalarını, bu görüşünün doğal sonucu olarak görmek gerekiyor. Bu açıdan bakıldığında Pareto’nun programının bugün hala geçerliğini koruduğunu söyleyebiliriz. Bu alanda iktisattaki genel denge modelleri düzeyinde sonuçlar henüz elde edilmiş değil.

    1950lerin başından itibaren iktisat kuramında genel denge okulunun hakimiyetini kurmuş olmasının, bu bilim dalına önemli katkılar sağladığı kanısındayım. Ancak, bu yaklaşımın çok yönlü bir toplumsal bilimci/iktisatçı olan Vilfredo Pareto’yu da “Pareto etkinlik” kavramına indirgediğini de gözden uzak tutmamak gerek. Oysa Pareto’nun, iktisat, toplum ve siyaset arasındaki karşılıklı ilişkilerin ortaya konulmasına yönelik programını geliştirilmesi, bu dallarda çalışanlara daha geniş ufuklar açabilir. Onun bu konuda tatmin edici sonuçlara varamamış olması, bunun yapılamayacağı anlamına gelmiyor. Walras genel dengenin varlığını kanıtlayabilmiş miydi ki?

     


    [1] Gaetano Mosca: Siyasi Doktrinler Tarihi, Çeviren Semih Tiryakioğlu, İstanbul: Varlık Yayınları, 1963.

    [2] Sencer Divitçioğlu: Mikro İktisat-Fiat ve Refah Teorisine Giriş, İkinci Baskı, İstanbul: İ.Ü. İktisat Fakültesi Yayını, 1965.

    [3] Bulutay, T. Ve H. Ersel: “The Distribution of Income in Certain Turkish Cities”, The Turkish Yearbook of International Relations, Cilt 8, 1971, s. 29-84

    [4] Servet dağılımı ile gelir dağılımı aynı değil. Örneğin ABD’de servet dağılımı, gelir dağılımına oranla eşitlikten çok daha uzaktır. Konu önemli olmakla birlikte, bu yazı çerçevesinde “servet” ve “gelir” arasında her zaman ayrım yapmayan bir yaklaşım izlenmektedir.

     

    [5] Burada Pareto’nun tutumu ilginç. Demokrasinin hedeflerini benimsiyor. Ama gözlediği Avrupa demokrasilerinin bu hedefleri sağlamayı olanaksız kılacak kadar farklı bir çizgide seyrettiklerini gördüğü için bunlara karşı çıkıyor. Burada akla iki soru geliyor. i) Pareto demokrasiye mi karşı, gözlediği kendisine demokratik diyen toplumlardaki uygulamalara mı? ii) Önerdiği çözüm, benimsediği demokratik toplum hedeflerini sağlamayı olanaklı kılıyor mu?

    [6] Elit kuramı konusunda örneğin, aşağıdaki kaynağa başvurulabilir:

    Mark Evans: “Elitism”, Colin Hay, Michael Lister ve David Marsch (Der.): The State-Theories and Issues, Houndmills: Palgrave-Macmillan, 2006, s. 39-58.

    [7] Benito Mussoloni: My Autobiography, Çeviren ve önsöz yazarı Richard Wasburn Child [ABD’nin İtalya nezdindeki eski elçisi], Londra: The Paternoster Library, 1937 [İlk baskısı 1928].

    [8] Pareto bu teklifi aldıktan bir süre sonra 1923’de vefat etmiştir.

    [9] Bu konu Frederic Spotts: Hitler and the Power of Aestetics, London: Hutchinson, 2002, s. 230-233’de ele alınıyor. Hitler’in 1940’da başlayıp 1942’de doruk noktasına ulaşan Bruckner hayranlığının, bir ölçüde, onun kendi müzik zevkindeki değişmeye bağlamak olanaklı görülüyor. Hitler aslında 1937’de de Bruckner’in büstü önünde saygı duruşu yaparken fotoğrafını çektirmiş, bunun basın yoluyla dağıtılmasını da sağlamıştı. Bu gösterinin bir parçası olarak Münih Filarmoni Orkestrası da Brucker’in 7inci Senfonisini çalmıştı. Ama bu dönemde Hitler’in Bruckner’in müziğine ilgi duyduğuna ilişkin hiç bir bilgi yok. Goebbels, anılarında, kendisinin Bruckner’in müziğinden hiç hoşlanmadığını belirttikten sonra, bütün bu yapılanların sadece propaganda için olduğunu açıkça yazıyor. Oysa 1942’ye gelindiğinde Hitler Bruckner’in 7 inci senfonisini “Alman yaratıcılığının en güzel örneklerinden birisi” olarak nitelendiriyor ve Beethoven (1770-1827)’in 9uncu senfonisine denk bulduğunu söylüyordu, (Spotts, a.g.e. s. 232).

    [10] Spotts (a.g.e. s. 232), Hitler’in, Bruckner’i siyasal görüşlerini kendisine yakın bulmaktan çok, Avusturya’nın kırsal kesimlerinin alçakgönüllü  Katolik inançlı insanını simgeleyen kişiliği nedeniyle örnek göstermek istediği kanısında. Gerçi Bruckner Wagner’e hayrandı ve onun izleyicisiydi. Bu nedenle de Viyana’daki Almancı çevreler, liberallerin sembolleştirdikleri kuzey Alman Protestan Johannes Brahms (1833-1897)’a karşı Bruckner’i ön plana çıkarmaktaydılar. Bruckner’in bu çevreden övgüler almasına ve destek bulmasına rağmen onların siyasal programlarıyla ilgilendiğine ilişkin bir bilgi yok. Yapıtları arasında, vatanseverce şiirler üzerine erkek korosu için bestelenmiş sadece bir iki parça var. Bunlar da istek üzerine bestelenmiş pek de önemli olmayan yapıtlar olarak görülüyor. Tabii Hitler’i Bruckner safına iten bir başka nokta da Brahms’ı destekleyen Viyana’nın liberal çevresinde Yahudi’lerin de önemli yeri olmasıydı.

    [11] Aslında Hitler, Wagner’in eşi Cosima’da kendisine çok daha yakın ve sadık bir müttefik bulmuştu. Cosima, sadece Richard Wagner’i Yahudi karşıtlığında kışkırtmakla kalmamış, daha sonra Wagner’in kurduğu Bayreuth operasını Nazi’lerin bir kültür merkezine dönüştürmüştü.

     

    * Bu yazı İktisat ve Toplum Dergisi'nin 6. sayısında yayımlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır