TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Ekonomideki birimlerin davranışları, organizasyonları ve birbirleriyle olan ilişkileri değişmedikçe yapısal dönüşümün sağlanamayacağı açıktır. Bu açıdan bakıldığında makro önlemlerin amacının, mikro önlemlerin olumlu sonuç vermesini sağlayacak ortamı yaratmak olduğu ortaya çıkar.
30 Mart 2007 tarihli Referans gazetesinde Avrupa Birliği (AB) ile müzakerelerde 10 ay sonra ikinci başlığın açıldığı haberi yer aldı. Buna göre İşletmeler ve Sanayi Politikası alanında müzakereler başlıyor. AB-Türkiye ilişkilerinin pek de yürümediği izleniminin hakim olduğu dönemde önemli bir gelişme. Ancak bu konudaki olumsuz havayı dağıtmaya yetip yetmeyeceği pek açık değil. Ama olumlu değerlendirileceği açık.
Haberin kaynağı olan AB Komisyonu'nun 29 Mart 2007 tarih ve 8031/07 sayılı açıklamasına göre bu faslın geçici olarak kapatılabilmesi için iki koşul kabul edilmiş. Bunlardan ilki 11 Aralık 2006'da konulan koşulun tekrarı: Türkiye'nin Ortaklık Anlaşması'nın ek protokolünü, hiçbir ayrım yapmaksızın uygulaması. Özetle Türkiye'nin Güney Kıbrıs'a limanlarını kullanıma açmayı kabul etmesi.
İkinci koşul ise teknik nitelikte. Türkiye, AB Komisyonuna, sanayide rekabet gücünü artırmaya yönelik bir sanayi politikası stratejisi sunacak. Bu 2003 yılında hazırlanan stratejideki tüm kilit endüstrileri kapsayacak. Bu bağlamda gemi yapımı, demir yolu ve gıda sanayileri özellikle vurgulanıyor. Bu strateji dokümanının halen hazırlanmakta olan iki sektörel strateji dokümanını (çelik ve otomotiv), doğal olarak başka sektörel strateji dokümanı hazırlanırsa onları da hesaba katacak. Koşul, motorlu araçlar ve tekstil sektörleri belirtilerek, Türkiye'nin teknik komitelerinin ulaştığı sonuçların da ele alınmasını istiyor.
Özel devlet yardımları
Referans'ta yayınlanan haberde, AB ülkelerinin rahatsız olduğu temel konu çelik sektörüne sağlanan "özel devlet yardımları". Söz konusu ülkeler bu "özel yardımların" haksız rekabete yol açtığını ileri sürüyorlar. Haberden anladığım kadarıyla Türkiye "Türkiye, çelik sektörüne sağladığı özel devlet yardımlarının durdurulması konusunun Rekabet faslının açılış kriteri olduğu gerekçesiyle bu başlığa kapanış kriteri yapılmasına karşı çıkmış".
Devlet Bakanı Babacan, bu faslın 2008'in ilk yarısında kapatılacağını düşündüğünü söylemiş. 11 Aralık 2006'da tüm fasılların kapatılması için Türkiye'nin Güney Kıbrıs'a limanlarını kullanıma açması koşulu getirilmişti. Bunların nasıl bağdaşacağını kestirmek zor. Ancak daha ilginç olan kamu yardımları sorunu. Ancak önce bir noktayı açıklığa kavuşturmak gerek. Türkiye'nin AB ile yaptığı anlaşma gereği bu destekleri 2001 yılında durdurması gerekiyormuş. Ama durdur[a]mamışız. Konuyu daha genelde ele almak istiyorum. Devlet neden özel kesime destek verir ve desteğini bir türlü kesemez?
Ekonomideki karşılıklı bağımlılıklar
Yaygın söyleme göre, devletin ona buna destek sağlamasının temel nedeni siyasilerin çıkarlarını kollama sevdalarıdır. Öyle olduğunu sanmıyorum. İşin içine bu boyutu sokan siyasiler olmuştur, hatta belki çok olmuştur. Ama sorun bundan ibaret değil, öyle olsaydı çözümü kolaydı. Çünkü, toplumumuzda, bu tür bir destek veren siyasetçi de bundan yararlanan da hoş karşılanmıyor. Bu "yolsuzluk" olarak görülüyor. Ancak, teşvikler/destekler devam ediyor. Dikkat edilirse, özel girişimcilere destek verilmesi siyasal partiler arasında pek fark yok. Özetle, özel kesimin bu işi rekabet ortamında çözmesi gerektiğini savunan görüşler lafta kalıyor, uygulamada ise sorun destek vermenin biçimleri ve amaca uygunluğuna dönüşüyor. Niçin siyasetçiler bu riski alıyorlar?
Çünkü, çoğu kez destek için başvuran bir şirket ya da sektörün gerekçesi, kendi kararlarıyla düzeltemeyeceği bir aksaklıktan kaynaklanan yükün hafifletilmesidir. Bu gerekçe haklı ya da haksız olabilir. Ama üretimin toplumsal boyutu olmasının doğal sonucu olduğu açıktır. En ücra köşede tek başınaymış gibi görünen bir üretici bile, başka üreticilerden ya girdi alır, ya enerji temin eder, ya malını taşıtır ya da birilerinin emeğinden yararlanır. Bu biçimde ilişkide bulunduğu birimlerin bir ya da birkaçında ortaya çıkan aksaklıklar, hiçbir kusuru olmasa da o üreticiyi etkiler.
Öte yandan iktisat politikası kararları, yan etkisi olmayan ilaçlar değildir. Her karardan olumlu etkilenenler olduğu kadar olumsuz etkilenenler de olacaktır. Üstelik bu olumsuz yan etkinin ne kadar olacağını kestirmek de o kadar kolay değildir. Alınan bir kararın beklenmeyen olumsuz yan etkilerinin, bundan etkilenenlerin sorumluluğu olduğu ileri sürmenin de hakkaniyete uygun olacağı en azından tartışmalıdır.
Şimdi bu tür dışsal şoklardan şikayetleri yansıtan bir başvurunun yapıldığını düşünelim. Bu başvuruyu alan iktisat politikası yapımcısı nasıl davranabilir? Akla gelen ilk yol bu dışsal şokların nerelerden kaynaklandığını bulmak, oralarda gerekli düzeltmelerin yapılması yoluyla üretimdeki bu tür karşılıklı ilişkilerin yola girmesini sağlamaktır. Doğru olan da budur. Ancak, bu ne yapılması söylendiği kadar kolay ne de çabuk sonuç alınabilecek bir yoldur.
Oysa önlemlerin ya bir an önce alınması gereklidir, ya da öyle olduğu zannedilir. İşte bu durumda, sorunun doğuranlara yönelmek yerine sorundan etkilenene destek olmak daha pratik ve, itiraf etmek gerekir ki, albenisi daha yüksek olan bir çözüm olarak ortaya çıkmaktadır. Sonra mı ne olur? Kamu yetkesinin verdiği bir şeyi almak "hak" gibi algılanır. Bir süre sonra da, geçmişte ülkemizde defalarca tanık olduğumuz üzere, olay sona erer ama "destek" devam eder. Çünkü destek alanın bu işten bireysel olarak çıkarı çok, desteği sonuçta ödeyen vergi mükellefine ise bu destek nedeniyle düşen ek yük azdır. Vilfredo Pareto XX. yüzyıl başında, bu durumda ilk grubun olaya daha fazla sahip çıkarak mücadeleyi kazanacağı uyarısında bulunmuştu.
Mikro reformlar
Yapılması gerek ise "ilk yolda ilerlemektir" demiştim. İşte kabaca mikro reformlar denildiğinde kastedilen budur. Bunlara mikro reform denir, çünkü bu tür reformlar en fazla sektör düzeyinde, somut bir konuda değişiklik yapmayı hedeflerler. Onun için de bu kelime genelde çoğul olarak kullanılır. Bu tür reformları yapmanın yolu ekonominin bütününü karşılıklı ilişkiler içinde olan birimler olarak tanımlamak, bu ilişkileri ortaya koyma, ondan sonrada aksaklıkları, bütünü gözden kaybetmeyen bir çerçeve içinde ve uygun bir sıralamayla, giderecek biçimde bir reform programı uygulamaktır. Bu zahmetli bir süreçtir. Uygulayıcıların hem bütünü kavrayacak, hem de detayları anlayacak bilgi düzeyinde olmasını gerektirir. Bir de üstüne çok farklı kişilere dert anlatıp onları ikna edebilme sabrı ile maharetine sahip olmaları. Sanırım bu nedenle mikro reformlara kalkışmak kimseye cazip gelmez. Riski çok, getirisi düşük bir girişim olarak görülür ve uzak durulur.
Oysa ekonomideki birimlerin davranışları, organizasyonları ve bir birleriyle olan ilişkileri değişmedikçe yapısal dönüşümün sağlanamayacağı açıktır. Bu açıdan bakıldığında makro önlemlerin amacının, mikro önlemlerin olumlu sonuç vermesini sağlayacak ortamı yaratmak olduğu ortaya çıkar. Bunu söylemekle makro önlemlerin önemini yadsımıyorum, sadece "mikro reformlara desteklenmediklerinde önemsizleşirler" demiş oluyorum.
Bu köşe yazısı 02.04.2007 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.