Arşiv

  • Nisan 2024 (12)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Hükümet programında cari açık küçümseniyor

    Hasan Ersel, Dr.10 Eylül 2007 - Okunma Sayısı: 1686

     

    Hükümet programında ihracatın 2013 yılında iki katına çıkacağına ilişkin beklenti, cari açık sorununun çözümünü içermemektedir. Oysa enflasyon konusunda söylendiğine benzer, cari açığın rahatsız etmeyecek düzeye indirilmesinin hedeflenmesi gerekirdi.

    60. Hükümetin programında şöyle bir ifade var. Aynen alıyorum: "Açıklayacağım program, istikrar zemininde ilerleyen ekonomik ve sosyal gelişme sürecimizde bir 'sıçrama dönemi' programıdır. Bu bakımdan temel hedefimiz Türkiye'yi take-off'a, 'kalkış'a geçirerek daha güvenli bir hıza ve yüksekliğe taşımaktır".

    "Take-off" havacılıkta da iktisatta da kullanılan ama farklı anlam taşıyan teknik bir deyim. Hükümet programında İngilzce deyim kullanılmasının herhalde bir nedeni olmalı diye düşündüm.

    Uçakların 'take off'u

    Önce havacılıktan başlayayım. Uçaklar kalkarken pist üzerinde giderek hızlanırlar, sonra burunlarını hafifçe havaya dikerler, bir noktada tekerlekleri yerden kesilir. Kurallara göre jet yolcu uçakları 10,7 metre yüksekliğe çıktıklarında kendi motor güçleriyle "kalkış tırmanma hızına" ulaşmış olmaları gerekir. Çünkü uçaklar ancak bunu sağladıklarında havada kalabilir duruma gelir ve uçuşlarına devam edebilirler. Yukarıdaki alıntıdaki ikinci cümle bu gözle okunursa, programın Türkiye'nin, gelişmiş ülkelerin kişi başına gelir düzeyine ulaşmasını sağlayacak bir konuma (belli bir gelir düzeyi ve büyüme hızı) gelmesini hedeflendiği söylenebilir. Programda kişi başına 10000 dolarlık gelir düzeyine ulaşılması (10,7 metre yükseklik karşılığı) ve yıllık yüzde 9'un üzerinde büyüme hızı (kalkış tırmanma hızı karşılığı) sağlanacağının ima edilmesi bundan olsa gerek. Bu hedefler tutturulamzsa, nasıl uçak 10,7 metrede belli bir hıza ulaşamadığında havada kalamıyorsa, Türkiye de gelişmiş ülkelere ulaşamaz denilmek isteniyor olmalı. O halde, ciddi bir zorluğa dikkat çekiliyor.

    İktisadi sürecin iktidarı

    İktisatta ise, take-off deyimi daha çok Walt Whitman Rostow (1916-2003) tarafından geliştirilen Gelişmenin Aşamaları adlı tarihsel gelişme modeli ile ilişkilendirilir. [W.W. Rostow: Stages of Growth-A Non-Communist Manifesto, Cambridge University Press, 1960]. Rostow, bu modelinde gelişme sürecinin beş aşamaya ayrılacağını söylüyordu. Bunlar sırasıyla i) geleneksel toplum, ii) kalkış (take-off) için ön koşullar, iii) kalkış (take-off), iv) olgunluğa yöneliş ve iii) yüksek kitlesel tüketim dönemi (olgunluk) idi. Bu çalışmanın 1960'larda Türkiye'de de ilgi çektiğini anımsıyorum. Rostow'un çerçevesi içinde "kalkış" aşamasının ayırt edici özelliği toplumun gelenekler yerine iktisadi süreç tarafından yönlendirilmesidir. Bu aşamada iktisadi gelişmenin kurallarının artık iyice yerleşmiştir. Bunu sağlayan bir ekonominin "olgun" hale gelmesi ise, Rostow'a göre, 50-100 yıl alır!

    Hükümet programının, Rostow'un modeline dayandığı, hele olgunlaşma süresine ilişkin kötümser sayılabilecek kehanetini benimsediği söylenemez. Ancak programın toplum yaşamını yeniden düzenleyecek olan yapısal reformların yapılacağı bir dönemden söz etmesi Rostow'un "kalkış" aşamasını çağrıştırıyor. Yani "gelenekler yerine iktisadi gelişmenin kurallarına göre hareket edilen bir dünyaya geçilmesi". Akla şu soru geliyor: Acaba hükümet hem hızlı büyümeyi ve hem de toplumsal reformları gerçekleştirmeyi birarada sağlamayı hedefliyor olabilir mi? Olabilir, ama bana pek gerçekçi gelmiyor.

    Hükümet programındaki take-off terimini, dönüşüm ya da yeniden yapılanma olarak yorumlayarak cari denge sorununa bakmak istiyorum.

    Cari denge sorunu

    Hükümet programında, cari açık bağımsız olarak yer almıyor. Metinde 2013'e kadar ihracatımızın nominal olarak yüzde 100 artmasının beklendiği belirtildikten sonra cari açığın finansmanında doğrudan "küresel yatırımların" payının arttığı ve mali disiplinin gerekliliği üzerinde durulurken cari açığın kontrol edilmesinden söz edilmekle yetiniliyor. Bu tutum, benim için her zaman, sanırım içinde bulunduğumuz ortamda herkes için, yadırgatıcıdır.

    Türkiye'nin cari açığı yüksektir ve kolayca azalacak gibi de görünmemektedir. Uluslararası piyasalarda her çalkantıda yüreğimiz ağzımıza gelmesinin önemli bir nedeni de bu. "Cari açık büyük olsa da onu doğrudan yabancı yatırımlarla finanse ettiğimiz süre sorun yoktur" biçimdeki mantıklama da pek anlamlı değilidir. Sonuçta yabancı yatırımcı da, az ya da çok, kâr transferi yoluyla ileride cari açığı artırıcı etki yapacaktır. Bunu dengeleyebilecek olan, gelen yabancı sermayenin döviz kazandırıcı faaliyetlere yönelmiş olmasıdır. Oysa, şu ana kadar gözlenen yabancı sermayenin hızla genişleyen iç pazara yönelik alanlara itibar ettiğidir. Sanırım bu da doğaldır.

    Dış ticaret açığı ve ihracat

    Hükümet programında ihracatın 2013 yılında iki katına çıkacağına ilişkin beklenti, cari açık sorununun çözümünü içermemektedir. Gerçi Türkiye'nin ticaret açığı, cari açığının temel nedenidir. Ama, yakın geçmişimizden gördüğümüz üzere, Türkiye'nin ihracatı dış ticaret açığındaki büyümeyle beraber artabilmektedir de. Bunun akla gelebilecek bir açıklaması şu olabilir: "İhracatta kullanılan bazı girdilerin ithal edilmesi teknik zorunluluktan ya da küresel üretim zinciri içede yer alma anlaşmalarındaki taahütlerden kaynaklanabilir. Bu nedenle ihracatımız artarken ithalâtın da artması normaldir." Acaba bu açıklama yeterli mi? Bu yılın ilk 7 ayına bakalım: Toplam ihracatımız 58.4 milyar dolar. Sadece "ara malı/hammade" ithlâtımız ise 68.4 milyar dolar. Geçen yılın aynı döneminde de durum pek farklı değil. O zaman da ihracatımız 47 milyar dolar aramalı/ham madde ithalâtımız ise 55.5 milyar dolarmış. Demek ki iç piyasaya yönelik üreticiler de önemli ölçüde ithal ara malı/hammade kullanıyor. Dolayısıyla ithalâtımızdaki artışı, sadece ihracat artışı ile açıklamak anlamlı değil.

    Petrol ve türevleri

    Akla gelen ikinci bir başlık da petrol ve türevleri ithalâtı. Türkiye'nin petrol üreticisi olmadığı malum. Dolayısıyla petrol ve türevlerinin iç piyasa için de kullanılması doğal. Ancak acaba sorun petrolden mi kaynaklanıyor? Türkiye'nin 2006 ve 2007'nin ilk yedi ayında petrol faturası, sırasıyla 16.1 ve 17.5 milyar dolar. Petrolu dışarıda bıraktığımızda ara malı/hammade ithalâtının ihracata oranı yine de yüksek çıkıyor. 2006 ve 2007'nin ilk yedi ayında toplam petrol dışı ara malı/hammadde ithalatının toplam ihracata oranı sırasıyla yüzde 82,3 ve  87,1 olmuş. Özetle ihracatımızdan kazandığımız dövizin yüzde 80' inden fazlasını petrol dışı ara malı hammade almaya harcıyoruz.

    Bu oranın düşmesi gerek. Hükümet programında, enflasyon konusunda söylendiğine benzer, cari açığın rahatsız etmeyecek düzeye indirilmesinin ("sıfırlanacağı" gerçekçi olmazdı) hedeflenmesi gerekirdi. Böyle bir hedef sanayinin net döviz kazancını artırmasını sağlayacak yapısal değişimi amaçlayan yeni bir sanayileşme politikası ile desteklendiğinde anlam kazanacağı açık. Oysa programda bunlar yok. Bunları görememek  beni düş kırıklığına uğrattı.

     

    Bu köşe yazısı 10.09.2007 tarihinde Referans Gazetesi'de yayınlanmıştır.

     

    Etiketler:
    Yazdır