Arşiv

  • Nisan 2024 (12)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Tayyip Bey, kısa vadede, faiz oranlarını indirebilir

    Güven Sak, Dr.03 Nisan 2007 - Okunma Sayısı: 1759

     

    Finansal piyasalarımız nisan ayı eşiğine doğru yaklaşıyor. Nisan ayının ortasından itibaren Türkiye ekonomisinin yakın ve orta vadeli geleceği ile ilgili daha fazla bilgi sahibi olacağız. Nisan ayı eşiği aşıldığında, hayat belki de kolay olmayacak ama en azından, daha fazla öngörülebilir olacak. Ekonomimizi etkileme potansiyeline sahip risklerin birinden kurtulmakla kalmayacağız, aynı zamanda, tam bu ay içinde, belki de onu bir fırsata dönüştürebileceğiz. Bakalım nasıl olacak? Bakalım zaman ne gösterecek?

    Biliyorsunuz Türkiye, çifte seçim döneminde. Öncelikle cumhurbaşkanlığı seçimlerinin rengini iki hafta içinde öğreneceğiz. Sayın Başbakanımız, iki hafta içinde, iki konuda kararını açıklayacak: Birincisi, cumhurbaşkanı adayı olup olmadığı belli olacak. İkincisi ise cumhurbaşkanı adayının Meclis dışından olup olmadığı ortaya çıkacak. Nisan ayının ortasına geldiğimizde, siyasi açıdan, önümüzü daha iyi görebileceğiz. Ekonomimizi etkileyebilecek risklerin birinden kurtulacağız. İyi olacak.

    Ama bakın iş o kadarla sınırlı değil. Aslında faiz oranlarının seyri konusunda da önümüzü daha iyi görebilecek hale geleceğiz iki hafta içinde. Mart ayı enflasyon rakamları da beklenebileceği gibi, iyi gelirse, faiz oranlarının, inandırıcı bir biçimde, aşağıya doğru hareketlenebilmesi için Tayyip Bey'in "doğru" siyasi kararı alması yeterli olabilecek. Tayyip Bey, eğer "doğru"yu seçerse, seçimlere faiz oranlarını aşağıya doğru hareketlendirerek gidebilecek. Bunun için Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası'nın (TCMB) ilk adımı atması filan da gerekmeyecek. Piyasalarımız ikincil piyasada faiz oranlarını aşağı çekmeye başlayacak. Merkez Bankası olsa olsa süreci, inandırıcı bir biçimde, takip edebilecek. Yok Tayyip Bey, yanlışı seçer, yanlışta ısrar ederse tam tersi olacak. Ama o zaman bile, bir belirsizlik üzerimizden kalkmış olacak. Bakın o bile iyi olacak.

    Bize kalırsa cumhurbaşkanlığı seçimi ile genel seçimlerin piyasalar üzerinde son derece önemli bir etkisi bulunuyor. Biz, yıllık bileşik olarak bakıldığında, yaklaşık yüzde 20 civarında olan faiz oranlarının içinde, bu konuya ilişkin bir risk priminin zaten var olduğunu düşünüyoruz. Hatırlayın lütfen Mayıs 2006 çalkantısını. Dünyada her yer çalkalanmıştı. Ama en çok biz çalkalandık. Faiz oranları en çok burada yükseldi. Kur ve borsa en fazla burada oynadı. Sonra onlar duruldu. Kur ve borsa başladıkları yere doğru hareketlendi. Bizde kur ve borsa başlangıç noktasına döndü. Ama faiz oranı olduğu yerde kaldı. Eski Başkan Serdengeçti'nin yüzde 13 civarında bıraktığı faiz, yüzde 20'lere çakıldı.

    Şimdi şöyle bir düşünelim. Arjantin'de, Brezilya'da, Meksika'da ve Türkiye'de, Yükselen Piyasalar Endeksi'ne (EMBI+) bir bakalım. Bu endeks bizim gibi ülkelerin toplam risk primini göstermektedir. Aşağıdaki tabloda bu ülkelerdeki EMBI+ değişimleri verilmiş. Tabloya göre 5 Mayıs 2006'dan (çalkantının başladığı tarih) 30 Haziran 2006'ya (etkinin en çok hissedildiği gün) kadar geçen sürede Türkiye diğer ülkelerden daha fazla etkilenmiş. 30 Haziran'dan bugüne ne olmuş? En az toparlanma Türkiye'de gerçekleşmiş. Arjantin'de, Brezilya'da, Meksika'da EMBI+ çalkantı öncesi seviyelerine geri dönerken Türkiye'de o nispette bir toparlanma yaşanmamış. Neden böyle? İlk akla gelen global likidite şartları olabilir. Ama unutmayın, global likidite koşullarındaki değişiklik hepimizi aynı anda ve aynı yönde etkiledi ve bundan sonra da etkileyecek. Üç aşağı beş yukarı benzer bir risk primini hepimizin paylaşıyor olması lazım. Tamam cari işlemler açıklarımız farklı olabilir. Ama hepimiz dış sermaye girişlerine karşı duyarlıyız. O nedenle "üç aşağı beş yukarı" bu konuyla ilgili risk priminin aynı risk primi olması lazım. Bu birinci nokta. Gelelim ikinci noktaya, Türkiye'nin kendine özgü risk primini belirleyen ikinci husus, dış siyasi riskler olabilir. Son günlerde alevlenen İran tartışması buna bir örnek. Önemsiz değil, önemli ama içeride alınacak kararlarla yönetilmesi son derece zor. Dışarıdan bakınca, bu ABD Kongresi ve bu ABD yönetimine bir arada bakınca harekât şansı artmış değil, azalmış gibi duruyor.

    Yükselen Piyasalar Endeksi'ndeki (EMBI+) Değişim
    Arjantin Brezilya Meksika Türkiye
    5 Mayıs 2006-30 Haziran 2006 24 18 18 75
    30 Haziran 2006-30 Mart 2007 -47 -34 -30 -26

    Türkiye'nin kendine özgü risk primini belirleyecek üçüncü husus ise iç siyasi risklerle alakalı. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin 2014 yılına kadar gidecek bir "gereksiz tartışmalar" sürecini açma ihtimali risk primini artıran bir faktör. Başlayacak "gereksiz tartışmalar"la birlikte, genel seçimlerden dağınık bir parlamento çıkması ihtimali de risk primimizi aynı yönde etkileyen bir unsur.

    Böyle bakıldığında, biz cumhurbaşkanlığı meselesi ile ilgili bir risk priminin zaten faiz oranlarının içinde bulunduğunu düşünüyoruz. Peki, bu risk primi nisan ayında alınacak karardan nasıl etkilenir? Tayyip Bey cumhurbaşkanı olmayacağını ve cumhurbaşkanının, Meclis dışı dahil, uzlaşmayla seçileceğini açıklarsa risk ortadan kalktığı için primi de tamamen silinir. Faiz oranlarında hızlı bir iniş için imkân yaratılmış olur. Bu en iyi senaryo olur. Tayyip Bey, cumhurbaşkanı olmayacağını ve cumhurbaşkanının AKP grubundan seçileceğini açıklarsa, faiz oranları açısından fazla bir değişiklik olmayabilir. Tayyip Bey, cumhurbaşkanlığı için adaylığını açıklarsa, faiz oranlarının ne olacağını, bu adaylığın neden olacağı tartışmalar belirler.

    Negatif anlamda neler olabileceğini söylemek için henüz erken ama bir nokta herhalde açıktır. Tayyip Bey, çok yüksek olan faiz oranlarını, hızlı bir biçimde düşürebilir. Faiz oranlarındaki iniş güven ortamındaki artıştan kaynaklanabilir. Ortada bir fırsat vardır. Bu fırsat kaçırılmamalıdır. Sayın Başbakanımız nefsinin esiri olmamalıdır.

     

    Bu köşe yazısı 03.04.2007 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır