TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Türkiye son 13 yılını 5 milli eğitim bakanı değiştirerek geçirdi. Nedir? Eğitim işinde son 13 yıl heba edildi. Ama İngilizler öyle yapmadı. Geçen yıl, son 15 yılın en önemli müfredat değişikliğini yaptılar. Bilgisayar programlama derslerini ilk öğretime soktular. 5 yaşındaki bebelere makinelerle konuşmayı öğretmeye başladılar. Reform, 2014 yılının Eylül ayında uygulamaya girdi. Aradan yaklaşık 1 yıl geçti. Bugün arada neler olduğunu bir hatırlatayım size. Ben İngilizlerin iyi yaptıklarını düşünüyorum. Bir makineyle nasıl konuşacağını bilmeyenin, 21’inci yüzyılla işi olmaz. Ayrıca 21’inci yüzyılda yapacak bir işi de olmaz, bana sorarsanız. Gelin bakın neden?
Bir örnekle başlayayım müsaadenizle. Eskiden bizim evin yakınlarındaki Migros’ta şimdiye kadar bildiğimiz kasiyerli kasalar vardı. Şimdi bir de Jet Kasa koydular. Aldıklarınızı kasaya kendiniz okutuyorsunuz. Sonra kredi kartınızla ödeyip geçiyorsunuz. Jet Kasa’nın kasiyeri olmuyor. Aynı durum otoparklar için de geçerli. Hayatımızın her alanında daha az beceri gerektiren işlerin hepsi ortadan kalkıyor. Artık o işleri makineler yapıyor. Halbuki yakın zamanda yeni AVM’ler yapıldıkça kadın istihdamı artıyor diye sevinmiştik. Her yeni 1 metrekare alışveriş merkezi, daha çok kadına iş demekti. Artık o da öyle olmayacak.
Makineler hayatımızı değiştiriyor
Önümüzdeki dönemde, hem hizmetler sektöründe hem de üretim sürecinde daha fazla makine kullanılacak. Makineleri işletmek için şimdilerde az sayıda insan çalıştırmak gerekiyor. Artık gerekmeyecek. Makineler kendi aralarında da konuşmaya başlayınca, insana, üretim sürecinin az beceri gerektiren işlerinde, iş filan kalmayacak. Stok sayımını yapan makine ile üretimi yapan makine aralarında konuşup mal tedarik sürecini yöneten makineye kendileri sipariş verecekler. Makineler şimdilik birbirleri ile bilgisayar programcılarının tasarladığı komutlar sayesinde konuşacaklar. Sonra yapay zeka dönemi de gelecek. Çok değil, az kaldı. Ne olacak? Bilgi işlem teknolojisi üretim sürecinin yapısını değiştirecek. Artık vasat bir eğitimle, vasat üstü gelir elde etmek mümkün olmayacak. Eğitimi vasat olanın, yaşamı da vasat olacak. Eğitimi ortalamanın altında olanın, işi filan olmayacak. Halbuki şimdiye kadar böyle değildi.
Örnekleri hep Amerikan ekonomisinden bulmak mümkün. Bizim buralarda kimsenin istatistikle işi olmadığı için, ortada istatistik filan yok. Veri bulmak için bizim buralarda iğneyle kuyu kazmak gerekiyor. Amerikan verilerine göre, 21’inci yüzyıl bundan öncesine benzemiyor. 1973 yılından 2013 yılına, verimlilik artışı ortalama yüzde 107 civarında Amerikan ekonomisinde. Ama 1973 yılından bugüne, üretim sürecinde vasat bir iş yapan işçinin geliri yüzde 17 gerilemiş. Nedir? Makineler devreye girmiş, üretimde verimlilik artmış ama işçi ücretleri gerilemiş. İşçinin işini makineler almış. Halbuki 2’nci savaş sonrasındaki büyüme dönemi böyle değildi. O vakit, hem verimlilik artar hem de işçi ücretleri yükselirdi. O çağ bir altın çağdı. Son dönemde artan küresel eşitsizlik tartışmasının temelinde de bu olgu var aslında. Bir ara değinirim.
Hayat değişirken, bakış açımızı da değiştirmek gerekir
Nobel ödüllü iktisatçı Milton Friedman’ın 1960’lardan kalma şakasının artık bir anlamı kalmıyor benim gördüğüm. Friedman, 1960’larda kalkınmakta olan bir Asya ülkesini ziyaret ediyormuş. Üstadı bir altyapı projesini ziyarete götürmüşler. Binlerce kişi ellerinde kürekler, kazmalarla çalışıyormuş yol yapmak için. Etrafta hiç makine yokmuş. Buldozer, traktör, ekskavatör filan hak getire. Friedman, “Bu iş nedir?” diye olmayan makineleri sormuş. “Daha kolay olmaz mıydı?” demiş. Ziyareti organize eden hükümet görevlisi bu yol yapım projesinin istihdam amaçlı bir proje olduğunu, bu nedenle makine kullanmadıklarını söylemiş. İşte o vakit, üstat dayanamamış, “Peki, o vakit, neden insanların eline kürek yerine kaşık vermiyorsunuz?” diye sormuş.
Bakın istihdam desteklerini tasarlarken artık böyle düşünmüyoruz. Artık yapılacak iş ile istihdam ve yoksullara verilecek desteği birbirinden ayırabiliyoruz. O zaman 1960’lardı. Şimdi bir yeni dönemdeyiz. Türkiye için düşünün şimdi, 20’nci yüzyılda iş bulmak için bir diploma sahibi olmak, İngilizce bilmek şart değildi. Olursa iyi oluyordu ama şart değildi düzgün bir yaşam için. 21’inci yüzyılda diploma ve İngilizce de yetmeyecek, üzerine bir de makinelerle konuşabilme yeteneğine sahip olmak gerekecek.
Ben kodlama bilgisinin, makinelere dert anlatmayı bilmenin, yapmaya çalıştığı işi kavramak açısından da son derece önemli olduğunu düşünüyorum. En basit aşamalarına indirgeyip bir aptal makineye izah edebiliyorsanız, siz o işi biliyorsunuz demek. İngilizler bundan bir yıl önce bilgisayar programlamayı ders haline getirdiler. Şimdi ilkokul bebeleri, 5 yaşından başlayarak kod yazmayı öğreniyorlar. İlk yıl sonunda ne oldu? İlkokullarda Phyton’a olan talep, Fransızca’nın yerini aldı. Öyle diyorlar. Phyton bir programlama dili bu arada. Problem? Elbette var. Öğretmenlerin daha iyi eğitilmesi gerekiyor. İlkokulda ilgi yüksek ama ortaokulda düşüyormuş. Ortaokuldakiler dersleri çok basit buluyorlarmış. Müfredatın elden geçirilmesi gereğine işaret ediyor bu durum. Ama siz sonuca bakın: İngilizler çocuklarını 21’inci yüzyıla hazırlıyor, Türkler beceremiyor. Değil yapmak, henüz konuşma aşamasına bile gelemedik. Ben tek tük örnekler dinliyorum. Ama onlar hep özel çabalar. Ne oluyor? Fakir, devletimiz sayesinde, düz ovada yolunu şaşırırken, zengin arabasını dağdan aşırıyor.
Rüzgar esmeye başlayınca kimileri duvar örer, kimileri ise yel değirmeni yapar
Ben hadisenin çocuklarımıza makinelerle konuşmayı öğretmenin de ilerisinde önemli olduğunu düşünüyorum. Mesele, ihtiyacı, imkanı görüp adım atma, zihniyeti değiştirme meselesi.
Bakın mesela herkes Suriyeli göçmenlerden bahsediyor. 7 milyar dolar harcadık filan diyorlar. Suriyeli göçmenlere bir nevi yük gibi, katlanılması gereken bir doğal afetmiş gibi bakıyor bu 7 milyar dolar harcadım onlara diyen 20’nci yüzyıl liderleri. Halbuki 21’inci yüzyıl liderleri için Suriyeli göçmenler bir fırsattır ve onlara da bir fırsat verilmelidir. Nasıl?
Dünyada yaklaşık 300 milyon Arapça konuşan insan var. Türkçe ilk 5’e giremiyor diller arasında. Neden kimse Suriyeli göçmenlerden bilgisayar programlarını Arapçaya uyarlamaları için destek almayı düşünmüyor? Makinelerle insanlar arasındaki ilişkiler orada da değişecek. Neden biz ortadaki bu imkanı israf ediyoruz? Almanların Suriyeli göçmenler için programlama dersleri tasarladığını biliyor musunuz? Onlar yapıyor. Biz yalnızca konuşup şikayet ediyoruz. Onlar balık tutmalarına imkan veriyor, biz bir yandan balık dağıtıp ardından “Bunlar çok yediler” diye şikayet ediyoruz.
Ben böyle durumlarda hep o Çin atasözünü hatırlıyorum: “Rüzgar esmeye başlayınca kimileri duvar örer, kimileri ise yel değirmeni yapar.” Yel değirmeni yapanlar tarihin önlerine getirdiği imkanı bir zenginleşme fırsatına çevirirler. Rüzgarın önüne duvar örenler ise, kaderlerinden şikayet eder dururlar. 20’inci yüzyıl siyasetiyle 21’inci yüzyıl siyaseti arasındaki anlayış farkı budur.
Suriyeli göçmenler Türkiye için bir fırsattır. Bu arada, söylemiş olayım.
Bu köşe yazısı 02.11.2015 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.