TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Geçtiğimiz günlerde, Birleşik Krallık’ta (BK) yerel seçimler yapıldı[1]. Bu seçim, Türkiye’nin yerel seçimlerinden farklı bir karakter taşıyor. Öncelikle BK’nin adadaki her parçası (İngiltere, İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda) için farklı türden seçimlerin aynı gün gerçekleştirildiğini söyleyelim. İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda’da ulusal parlamento seçimleri yapılırken İngiltere’de belediye meclisleri ve belediye başkanının seçimle geldiği 18 şehirden Londra dahil dördünde belediye başkanlığı seçimleri gerçekleştirildi.[2]
Yerel seçimler hiçbir zaman sadece yerel değil, özellikle Birleşik Krallık gibi küresel bir oyuncu açısından hiç değil. Dolayısıyla, bu seçimlerin sonuçları AB’nin geleceğinden dünyadaki yerelleşme tartışmalarının içeriğine, Avrupa’da yükselen aşrı sağcı dalganın etkilerinden kriz sonrası ekonomik yapıya kadar pek çok konuyu kapsar nitelikte. Bu çerçevede beş soruda Birleşik Krallık yerel seçimlerini değerlendirelim:
1. Nasıl oldu da Londra göçmen, Müslüman ve işçi sınıfından bir aileye sahip bir belediye başkanı seçti?
Türkiye kamuoyunda da çok yankı bulduğu üzere Londra belediye başkanlığını, sekiz yıl aradan sonra bir İşçi Partisi (İP) adayı kazandı. Bu aday, Sadiq Khan, gerek kendisine karşı yürütülen (kimi zaman ırkçılığa kadar varan) karşı propagandayla gerekse de Pakistan’dan İngiltere’ye göç etmiş Müslüman bir işçi sınıfı ailesine mensup olmasıyla öne çıktı. Kendisine en yakın rakibi Muhafazakâr Parti (MP) adayı Zac Goldsmith’e 250.000 oya yakın fark attı ve belediye başkanı oldu.
Peki bu başarı nasıl kazanıldı? Khan’ın en önemi vaatlerinden birisi, dar gelirlilerin ailelere yönelik yeni evler sağlayacağını söylemesi idi. Bunun yanında, dört yıl boyunca ulaşım ücretlerini donduracağını söylemesi de, gün içinde işlerine ulaşmak için pahalı bir toplu taşıma sistemini kullanmakta olan çalışan kesimlerin ilgisini çekti. Politik söylemini ise Londra’nın etnik, dinsel ve dilsel farklılıklar üzerinden ayrışmasını değil, birleşmesini sağlamak için aday olduğunu her fırsatta vurgulayarak kurguladı. Çeşitlilik içinde birlik idealinin mülteci krizinin yoğun olarak yaşandığı bir ortamda kazanması başlı başına müthiş bir olay ama rakibinin hamleleri de Khan’ın işini kolaylaştırdı. Zira MP iktidarının son bütçe tartışmalarında engellilere yapılan yardımların kısılmasını önermesinin de İP’nin Londra kampanyasına yardımcı olduğu değerlendiriliyor. Aynı zamanda, tüm ilk ve orta dereceli okulları “akademilere” yani kendi kendisini yürüten, fon yaratan okullara çevirmeye yönelik yasa tasarısının da MP kampanyasını güçsüzleştiren konulardan olduğu söyleniyor. Bu tartışmalara geçtiğimiz sekiz yılda Londra Belediye Başkanlığı yapan ve karizmatik bir lider olarak görülen MP’li Boris Johson’ın bu seçimde aday olmamasını ve MP içindeki AB’ye muhalif kesimin başını çekmesini de eklersek, Khan’ı seçimi kazanmaya götüren politik durumu daha iyi anlamlandırabiliriz.
2. Seçimler Brexit (BK’nin AB’den çıkış/AB’de kalış referandumu) açısından ne ifade ediyor?
BK siyasetini gözlemleyenler, özellikle İngiltere’de, önümüzdeki Haziran ayının 23’ünde yapılacak ve BK’nin Avrupa Birliği üyesi olmaya devam edip etmeyeceğini belirleyecek referandum gündeminin geçen haftaki seçimde etkili olduğunu söylüyorlar. Her ne kadar seçimlerin İngiltere ayağı bir “belediyeler” seçimi olsa da, özellikle kuzeybatı ve güneybatı bölgelerinde geleneksel olarak İşçi Partisi’ne (İP) oy veren işçi sınıfı kesimlerinden Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi’ne (BKBP) kayan oyları bu yönde değerlendirenler var. (Özellikle maden, denizcilik, balıkçılık gibi sektörlerde çalışan ya da emekli olmuş) İngiliz işçi sınıfı üyelerinin, son on yıllarda yaşadıkları ekonomik gerilemeyi AB’nin BK üzerindeki etkisine bağlama eğiliminde oldukları biliniyor.[3] Buna ek olarak, yerel seçimlerde İP kampanyası için sahada çalışan uzmanların görüşleri de dikkate değer: geleneksel olarak İşçi Partisi’ne oy veren kent yoksulları, sosyal refah harcamalarının (özellikle Doğu Avrupa’dan gelen) AB üyesi ülke vatandaşları tarafından gittikçe daha fazla kullanıldığını -kendilerinin yeteri kadar pay alamadıklarını düşünüyorlar. İşçi sınıfı ve kent yoksullarının bu tutumu, AB referandumu sırasında AB’de kalmak yönünde propaganda yapacağını açıklayan İP için çetrefilli bir politik durum ortaya koyuyor.
2010 ile 2015 arası Liberal Demokratlarla (LD) birlikte, geçen yıldan itibaren de tek başına iktidarda bulunan Muhafazakar Parti (MP), AB referandumu konusunda ikiye bölünmüş görünüyor. Başbakan Cameron her ne kadar “AB ile koşulları gözden geçirdik, geçireceğiz; bu durumda BK’nin AB’de kalması tercih edilmelidir” şeklinde bir politik pozisyon tuttursa da, MP içindeki önemli bir kesim AB’nin ekonomik gerekliliklerinin BK ekonomisine zarar verdiğini öne sürerek, açıkça AB’den çıkılmasına dair görüşler öne sürüyorlar. Bu durum özellikle Londra belediye başkanlığı seçimlerinde önemli bir belirleyici olmuşa benziyor çünkü MP içindeki bu ayrımın başını çeken kişi bir önceki Londra Belediye Başkanı Boris Johnson. Johnson’ın Londra siyasetinde çok büyük etkisi olduğu herkes tarafından kabul ediliyor. Öyle ki kimi yorumcular, Londra gibi İP ağırlıklı seçmenin olduğu bir şehirde MP’nin iki kere belediye başkanlığını kazanabilmesini doğrudan Johnson’ın Londralılar üzerinde etkili olan karizmasına bağlıyorlar. Bu seçimde, Johnson hem aday değildi hem de parti yönetime AB referandumu konusunda muhalif olan en önemli politik figürlerden birisiydi. Dolayısıyla, MP adayı Goldsmith’in, Johnson’ın popülaritesini kendi kampanyasına tahvil etmesi pek mümkün olmadı.
3. Avrupa’da solun yükselişi devam ediyor mu, İP’nin yeni solcu lideri Jeremy Corbyn yaşadığı ilk seçimde ne kadar başarılı oldu?
2008 ekonomik krizinden sonra Avrupa’da, daha çok da krizi en derinden yaşayan Yunanistan ve İspanya gibi ülkelerde, merkezin solundaki partiler güç kazanmaya başladılar. Merkez sol diye de tabir edilen geleneksel sosyal demokrat partiler, ya kendi içlerindeki muhalefet ya da başka partiler yoluyla, 2. Dünya Savaşı sonrası politik düzlemde elde ettikleri güçlü konumlarını kaybetmeye başladılar. Yunanistan’da SYRIZA iktidar oldu, İspanya’da PODEMOS güçlü bir rüzgar yakaladı. BK’de geleneksel olarak işçi sınıfını temsil eden sosyal demokrat İP, 2015 seçimlerini merkez sol argümanlarla yürüttü, yeni bir politika öneremedi, kaybetti ve kendine yeni bir lider seçti.
İP’nin 2015 seçimlerindeki başarısızlıktan sonra yaşadığı bu lider (ve bir ölçüde paradigma) değişikliği 2016 yerel seçimlerinin önemli bir bileşeniydi. İP, siyasi yelpazenin merkezine hitap etmeye çalışan Ed Milliband başkanlığında girdiği genel seçimlerde, hiçbir anket şirketinin ya da siyasal gözlemcinin tahmin edemediği bir yenilgi aldı. Ed Milliband bu sonuçla birlikte istifa etti ve bu istifayı takiben yapılan parti konferansında, sol söylem ve politikalar öneren Jeremy Corbyn (gelir adaletsizliğine ve Britanya’nın mülteciler konusundaki pozisyonunu değiştirmesi gerektiğine vurgu yaparak) parti genel başkanı seçildi. Bu lider ve söylem değişikliği parti içinde hala önemli bir tartışma konusu; İP’nin bir merkez parti olarak kalması gerektiğini, başka türlü 2020’de iktidar olamayacağını düşünen deneyimli partililerle, Corbyn ile birlikte hareket eden sol siyaset figürleri ve partiye yeni katılan gençler arasındaki fikir ve yöntem tartışması devam ediyor. Geçen haftaki seçim bu tartışmanın devam edeceğine yönelik sinyaller verdi.
İngiltere’deki yerel seçimlere siyasi yelpazenin merkezinde değil solunda yer alan yeni lideri Jeremy Corbyn ile giren İP, 2011 yerel seçimlerinde kazandığı belediye meclisi sandalyelerini büyük oranda korudu; beklenenden çok az bir kayıp söz konusu. Bu durum, çok tartışmalı bir şekilde liderlik koltuğuna oturan Corbyn’in parti tabanında kabul edildiğini ancak henüz 2020’de yapılacak genel seçimlerde çoğunluğu kazanacak kadar İngiltere toplumuna hitap edemediğini gösteriyor. Her ne olursa olsun İP, BK’nin İngiltere kısmında 2011’deki yerel seçimlere göre olmasa da geçen yılki genel seçimlere göre oyunu artırdı ve birinci parti oldu. Bu aynı zamanda MP iktidarı için de erken bir uyarı olarak nitelendirilebilir.
Bir yandan, Corbyn liderliğindeki İP, İngiltere ve Galler’de 2011 seçimlerindeki pozisyonunu korudu, 2015 seçimlerine göre oyunu artırdı ve üstüne bir de Londra belediye başkanlığını kazandı. Burada İP adayı Sadiq Khan’ın kişisel performansının da çok önemli olduğu kaydediliyor. Öte yandan, İP’nin İskoçya Parlamentosu seçimlerinde aldığı yenilgi önemli sonuçları olabilecek bir başarısızlık olarak ortada duruyor. Geleneksel olarak İskoçya’da çok güçlü olan, uzun süre yönetiminde bulunmuş İP, bu seçimde MP’nin dahi gerisine düşerek üçüncü parti oldu. Siyasi gözlemciler bu sonucu iki durumla ilişkilendirme eğilimindeler. Yeni lider Jeremy Corbyn’in İskoçya’da gerektiği gibi kampanya yapmamış olması ve İUP partisinin bağımsızlık referandumunun öncesinden itibaren kazandığı ivme. Her iki alanda da İP liderliğinin nasıl bir tepki vereceği ve 2020 genel seçimlerine doğru nasıl bir politika üreteceği BK siyasetinin geleceği açısından büyük önem taşıyor.
4. Aşırı sağın Avrupa’daki yükselişi İngiltere’yi ne kadar etkiledi? BKBP’nin geçen yılki genel seçimlerde kazandığı ivmeyi bu seçimde de devam ettirdiği görülüyor. Bu durum, Avrupa’nın pek çok yerinde (pek çok ortak nedenle) yükselen aşırı sağcı ve milliyetçi siyasetin bir izdüşümü olarak görülebilir. Genel olarak AB ve göçmen karşıtlığı üzerinden siyasetini oluşturan BKBP, (gerek iş bulmak gerekse de sosyal yardımlardan yararlanmak açısından) sosyal refahtan daha az pay almaya başlayan dar gelirli kesimlerde karşılık bulurken, aynı anda sağcı/muhafazakar/milliyetçi kesimlere de hitap ediyor. Bu nedenle hem İP hem de MP için, farklı yerelliklerde farklı nedenlerle önemli bir rakip olarak ortaya çıkmış durumda. Dar bölge seçim sistemi BKBP’nin yasama organlarındaki temsilini belirli bir düzeyde tutuyor olsa da, ulusal ölçekte artan popüleritesi önümüzdeki dönemde BK siyasetinin önemli bir değişkeni olacak gibi görünüyor.
5. Seçimler İskoçya bağımsızlık tartışması açısından ne ifade ediyor?
İskoçya’da yapılan yerel parlamento seçimini ise İskoç Ulusal Partisi (İUP) üçüncü kere büyük farkla kazandı (yüzde 47 oy oranı) ancak mutlak çoğunluğa ulaşmak için gereken milletvekili sayısının iki milletvekili gerisinde kaldı. Bu sonucun ortaya çıkmasında, 2014 yılında İskoçya’da yapılan ve “İskoçya bağımsız bir ülke olmalı mıdır?” sorusunun sorulduğu referandum kampanyası sırasındaki İUP politikaları ve geçtiğimiz genel seçimlerde kazandıkları büyük başarının etkili olduğu söylenebilir. Her ne kadar 2014 referandumunda İskoç toplumunun yüzde 55’i BK’nin içinde kalma yönünde oy vermiş olsa da, o süreçte UİP lideri Nicola Sturgeon önemli bir politik figür olarak ortaya çıkmaya başlamıştı.
İskoçya parlamentosu seçimlerinin, BK ulusal politikasına bir diğer etkisi ise daha şok edici oldu. Tarihinde ilk kez İP, İskoçya’da ana muhalefet partisi pozisyonunu MP’ye kaptırdı, üçüncü parti konumuna geriledi. Bu durum, İP açısında önemli bir başarısızlık olarak görülür ve asıl sorumlu parti içi muhalefet tarafından yeni lider Corbyn olarak gösterilirken, ulusal politika açısından daha önemli bir şey oldu. İUP’nin ve bağımsızlık yanlılarının siyasi temsil açısından en güçlü oldukları dönemde, (geleneksel olarak İskoçya’da çok varlık gösteremeyen) MP, başkent Edinburgh’un bile bir bölgesinde seçimleri UİP’ye karşı kazandı. Bu sonuç, gerek İskoçya bağımsızlığı konusu gerekse de AB referandumu bağlamında önemli bir kilometre taşı olarak anılıyor. İP’nin İskoçya’daki “eski güzel günlerine” dönebilmek için hangi politikaları geliştireceği de merak konusu; bu konuda parti yetkilileri Corbyn’den çok yeni seçilen, genç İskoç İşçi Partisi liderine bel bağlamış görünüyorlar. İUP, İskoçya Parlamentosunda çoğunluğu kıl payı kaçırmış olsa da İskoçya’daki siyasi üstünlüğünü büyük ölçüde koruyor. Bu sonuç önemli; İskoç bağımsızlık talebi masada olmaya devam ediyor. İUP AB bütünlüğü içinde bir bağımsızlıktan yana. BK’nin AB’den çıkması durumunda İskoçya’daki bağımsızlık talebi daha güçlü dillendirilecek gibi görünüyor. Bu talebin artması yalnız BK açısından önem taşımıyor, etnik kimlikleriyle sorun yaşayan tüm ülkeleri etkileme potansiyeli bulunuyor.
Başta değindiğimiz gibi, yerel seçimler hiçbir zaman sadece yerel değil. Bu yerel seçim sonuçları da kaideyi bozmuyor. BK iç siyasetine dair soruların yanında, bir yerelleşme ve ulus-üstüleşme projesi olarak AB’nin geleceğinin, BK’nin içinden geçtiği politik tartışmalardan ne yönde etkileneceğine dair pek çok soruyu da beraberinde getiriyor.
[1] 5 Mayıs 2016, Perşembe
[2] Diğer belediye başkanlıkları oluşturulduğu tarihte seçildiği için, her belediyede başkanlık seçimi aynı tarihte yapılmıyor.
[3] Daha fazla bilgi için bknz. http://www.lrb.co.uk/v37/n08/james-meek/why-are-you-still-here