Arşiv

  • Nisan 2024 (7)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Reeskont kredisi ve ekonomik temellerle uyumsuz kur hareketleri

    Fatih Özatay, Dr.08 Kasım 2017 - Okunma Sayısı: 2746

    Uzun bir süredir para politikası hakkında yazmak içimden gelmiyor. İki temel nedenle: Birincisi, bugün Türkiye’nin ekonomik alanda karşı karşıya kaldığı sorunların çözümü büyük ölçüde ekonomi politikası dışındaki alanlarda (kural hâkimiyeti, hukuk sistemine güven, demokrasi, dış politika…) atılacak bir dizi adıma bağlı; para politikasıyla bir ilgisi yok. İkincisi, “kendi hedefini önemsemeyen” bir para politikası uygulaması var yıllardır; ne yazacağım?

    Bu orucumu bozuyorum; zira son günlerde para politikası alanında bir dizi gelişme var: Yılın son enflasyon raporu açıklandı. Merkez Bankası (MB) ihracat reeskont kredilerine ilişkin yeni bir karar aldı. Bu kararı alırken “son dönemde piyasalarda ekonomik temellerle uyumlu olmayan fiyat oluşumu” var dedi. Türkiye’de bir süredir sıkı para politikası ama gevşek bir maliye politikası uygulandığı sıkça dile getirilir oldu.

    MB, neredeyse 2010’nun sonlarından bu yana oldukça karmaşık bir para politikası uyguluyor. Üstelik bu karmaşa bu yılın başlarından itibaren arttı. İyi değil bu gelişme. Mesela şu reeskont kredisi işini ele alın. MB çok eskiden böyle bir aracı kullanıyordu ama geçen yüzyılın sonlarına doğru başlayan bir süreç çerçevesinde bu işten kademeli olarak çekilmişti. Mesela, MB’nin 2017 Para ve Kur Politikası metninde yer alan Tablo 3’te 2002-2008 döneminde net ihracat reeskont kredisi olarak bir yılda en fazla 34 milyon dolarlık bir tutar görünüyor. Bunlar da daha önce açılan kredilerin bakiyeleri olmalı zira en azından MB’de görev yaptığım Mayıs 2001-Nisan 2006 döneminde ihracat reeskont kredisi açılmadığını biliyorum. Küresel krizden sonra tekrar kullanılmaya başlandı bu araç. 2015’te 15, 2016’da ise 12 milyar dolarlık kullanım gerçekleşti, 2017 için 20 milyar dolarlık limit ayrıldı.

    “Anladık; çağdaş bir para politikası aracı değil ama ne zararı var ihracat reeskont kredilerinin” diyebilirsiniz. Zararı özellikle gerilimli günlerde ortaya çıkabiliyor. Mesela hafta başında açıklanan kararda 1 Şubat 2018’e kadar vadesi dolacak ihracat reeskont kredileri vadelerinde ödenmeleri halinde döviz kuru belli bir düzeyde (mesela bir dolar 3.70 lira olarak) sabitlendi ve borcun döviz yerine lira cinsinden ödenmesi mümkün hale getirildi. Şu: 100 dolarlık bir senedi kırdırarak ve o günkü cari kur kullanılarak hesaplanan lira karşılığı neyse o olarak aldığınız bir krediyi, vadesinde 100 dolar yerine o zamanki dolar kuru mesela 4 lira da olsa (400 lira olarak değil) 370 lira olarak ödeyebileceksiniz. Peki, vadesi 2 Şubat 2018’de dolacak krediler ne olacak? 100 dolar borçları olduğu için 100 dolar (ama o zamanki kur yine 4 lira olsa 400 lira karşılığında) ödeyecekler. Bir gün önce ödeyenlere kıyasla dezavantajlı konuma düşecekler. Anlamsız tartışmalara yol açan ve daha da açacak bir uygulama. Ne gerek var? İşin elbette bir de şu yönüne bakın: Bu karar aynı zamanda Şubat 2018 için MB’nin düşündüğü “ekonomik temellerle uyumlu” kur için imada bulunuyor: 3.70. Yine aynı soru: Ne gerek var?

    Son günlerde yaşanan kur hareketlerinin “ekonomik temellerle uyumlu olmadığı” savına gelince. MB, böyle bir savı kuvvetli bir şekilde 2001 yazındaki kur sıçraması karşısında kullanmıştı. O zaman haklıydı bu sav. Zira çok güçlü bir ekonomik istikrar ve yapısal reform programı yürürlükteydi. Buna karşın, yapısal reformların birkaçını yürürlüğe koymaktan sorumlu olan iki bakan işi yokuşa sürüyordu. Oysa o zaman kamu borcu ve borçlanma maliyetleri yüksek düzeydeydi. Bunların kabul edilebilir düzeylere inmesi ancak mevcut programın eksiksiz uygulanmasına bağlıydı. Programın eksiksiz uygulanmayacağına dair algılar bir yandan risk primini ve dolayısıyla Hazine’nin borçlanma maliyetlerini yükseltiyor diğer yandan liradan kaçışı tetikleyerek dövize talebi artırıyor ve dolayısıyla kuru yükseltiyordu. Yükselen kur ve faiz borcu daha da artırıyor, risk primi daha da yükseliyor ve ekonomi kısır bir sarmalın içinde debelenme eğilimi taşıyordu. İşleri bozma potansiyeli taşıyan başka bir olumsuzluk yoktu. Ne dış politika alanında ne de büyük merkez bankalarının alacakları olası kararlar bağlamında. Bu çerçevede, o iki bakan gerekli reformlara yeşil ışık yaksalar döviz kuru normal bir düzeye inecek ve ekonomik temellerle uyumlu hale gelecekti. Dolayısıyla, o dönemde MB ayrıntılı bildiriler yayınlamaya bu “ekonomik temellerle uyumlu olmayan kur hareketleri” savı ve gerekçeleri ile başladı ve doğru yaptı.

    Oysa şimdi döviz kurunun arkasındaki hareketler açısından durum farklı; 2001’deki duyurunun püf noktası eksik. Birincisi, büyük merkez bankalarının faiz artırma döngüleri başladı; o kararları biz almıyoruz (kontrol etmiyoruz). İkincisi, döviz kurunu etkileyen ve teoride bizim değiştirebileceğimiz olumsuzlukları değiştirmek pratikte o kadar kolay değil. Zira büyük bir kısmı dış politika alanında ve çetrefilli konular. Kısacası, 2001 yazında iki bakanın ayak diremesini ortadan kaldırmakla ekonomik temellerle uyumlu bir kur patikasına dönmek mümkünken, şimdi öyle “kolay” değil iş. Kaldı ki bugünkü ekonomik temellerin sağlam olduğunu iddia etmek de çok mümkün değil: Mesela şirketlerin yüksek döviz borçları, lira cinsinden kredi-mevduat oranının yüzde 150’lerde olması, temel enflasyon göstergelerinin yükselmesi, yüksek bir işsizlik oranı falan… Öyleyse nereden çıkıyor bu “son dönemde piyasalarda ekonomik temellerle uyumlu olmayan fiyat oluşumu” savı? Uzadı; şu sıkı para politikası-gevşek maliye politikası dedikoduları da başka bir yazıya kalsın.

    Bu köşe yazısı 08.11.2017 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.

    Yazdır