Arşiv

  • Mart 2024 (18)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)
  • Nisan 2023 (9)

    2017 değerlendirmesi (2)

    Fatih Özatay, Dr.27 Aralık 2017 - Okunma Sayısı: 1873

    Geçen haftaki yazımda 2017 yılında ekonomimizi değerlendirmiş ve yedi önemli soruna dikkat çekmiştim. Mümkün olduğunca gruplayarak o sorunları doğuran nedenleri tartışmak istiyorum bugün. Bazı sorunları tek gruba sokmak mümkün değil; birden fazla grupta yer alabilirler bu nedenle.

    İlk sorun grubu. “Yüksek enflasyon”, “döviz kurunda belirgin artış ve oynaklık” ile “lira cinsinden kredilerin lira cinsinden mevduata oranının yüksek olması”: Bu gruptaki ilk iki sorun temelde para politikası ile ilgili. Merkez Bankası’nın (MB) politika faizini (şu sıralarda geç likidite penceresi faizi) yeteri kadar yükseltmemesi, yıllardır enflasyonun hedefin oldukça üzerinde seyretmesine yol açtı. Ağırlıklı olarak dış şoklar nedeniyle ortaya çıkan ani ve uzun süreli kur artışlarının doğuracağı ek enflasyona da tepki vermekte çok geç kaldı MB. Üstelik bu tepki gerektiğinden az oldu. 2016’nın son aylarında başlayan ve 2017’nin ilk aylarını kapsayan dönem ile son birkaç ayda yaşadıklarımız tipik iki örnek. Bu süreçte doğal olarak döviz kuru lüzumsuz yere aşırı yükseldi ve oynaklık gösterdi. 2017’de enflasyonun yükselmesinde 2016 sonunda maliye politikasında başlayan gevşeme de önemli bir paya sahip. Gevşek para politikası bir ölçüde lira cinsinden mevduatların da yeterince artmamasına yol açtı. Keza kredi garanti mekanizmasına maliye politikası yoluyla getirilen teşvik, kredi artışını hızlandırdı. Dolayısıyla, gevşek para politikası-gevşek maliye politikası bileşimi üçüncü sorunda rol oynadı.

    İkinci sorun grubu. “Türkiye’de yerleşik olmayanlara döviz borcunun onlardan döviz alacaklarından çok yüksek olması” ve ilk sorun grubundaki sorunların tümü: Bu gruptaki sorunlar temelde kadim sorunlarımızdan biri olan yetersiz tasarruf oranımız ile ilgili. Ülke olarak gelirimizden daha fazla tüketim ve yatırım harcaması yapmak ancak yurtdışından borçlanmakla mümkün. Borçlanmıyorsanız ya da borçlanma olanaklarınız yoksa gelirinizden daha fazla harcayamıyorsunuz. Şöyle de belirtilebilir: Tasarruf düzeyinizin izin verdiği ölçüde yatırım yapabiliyorsunuz. Farklı bir anlatımla büyümeniz düşük düzeyde kalıyor. Ama büyümeden feragat etmek istemiyorsanız ve elbette borçlanabiliyorsanız bu sefer de dış borç birikiyor. Zamanla yüksek döviz borcu-düşük döviz alacağı bileşimi önemli bir risk kaynağına dönüşüyor. Çünkü şirketlerin bilançoları kur artışlarına karşı son derece kırılganlaşıyor.

    Böyle bir kadim sorunumuz varken, enflasyonun altında ya da onun çok az üzerinde bir faiz politikası sürdürmek yangına körükle gitmek demek. Dikkat ederseniz ilk grupta değindiğim sorunlara burada da yer verdim zira düşük tasarruf oranı o sorunların ortaya çıkmasında rol oynuyor. Mevduatların yeteri kadar artmaması ile düşük tasarruf düzeyi arasındaki ilişki açık. Öte yandan dış şoklar, yurtdışından borçlanma olanaklarını etkiliyor ve döviz kurunda ani sıçramalara yol açabiliyor. Dolayısıyla, ilk gruptaki sorunlar bir yandan (ve ağırlıklı olarak) kısa vadeli ekonomi politikası ile ilgiliyken diğer yandan daha uzun vadeli bir boyuta da sahipler.

    Düşük tasarruf oranı sorununu çözmek kolay değil. Çözüm açısından 2017 başında uygulamaya konulan “otomatik katılımlı bireysel emeklilik sistemi” doğru yönde atılmış bir reform adımı. Öte yandan, son haftalarda, döviz geliri olmayan şirketlerin döviz cinsinden borçlanmalarını zorlaştıracak (ya da engelleyecek) düzenlemeler üzerinde çalışıldığı haberleri çıktı. Uygulamaya konulursa, bu da bu sorun grubunun başında yer alan ve Türkiye’ye ilişkin risk algılamasını artıran temel faktörlerin başında gelen “yüksek döviz borcu-düşük döviz alacağı” sorununu zamanla hafifletir.

    Üçüncü sorun grubu. “Yetersiz makine ve teçhizat yatırımı”, “düşük doğrudan yabancı yatırım” ve “yüksek işsizlik”: İşsizlik oranımızın yüksek olmasında yeteri kadar üretken kapasite yaratamamamızın, farklı bir ifadeyle makine ve teçhizat yatırımımızın yetersiz düzeylerde kalmasının önemli bir rolü var. Bu sorun, şüphesiz çok daha “derin” sorunlarla ilgili. İyi çalışmayan bir hukuk sistemi, toplumda kutuplaşmanın giderek keskinleşmesi, oyunun kurallarının çok sık değişebiliyor olması, iç ve dış güvenlik sorunları, demokrasi açığımız…

    Hepsi birden yatırım ortamını son derece olumsuz yönde etkiliyorlar. Bu “derin” sorunların yanı sıra ilk iki gruptaki sorunları doğuran nedenlerin de rolü var: Belirsizliği artırıp ileriye yönelik plan yapmayı zorlaştırıyorlar. Özellikle de Türkiye’nin dışarıdan borçlanmaya muhtaç yapısının bizi dış şoklara karşı kırılganlaştırması yatırımların ileriye ötelenmesine ya da hiç yapılmamasına yol açıyor. İşin ilginci, “derin” sorunlarımızı çözmenin ikinci gruptaki sorunların arkasında yatan nedenlere çözüm bulmaktan daha kolay olması. Üstelik bunlara çözüm, sadece ekonomimizi düzeltmek açısından değil daha güzel bir Türkiye oluşturmak açısından da gerekiyor.

    2017’den çok daha güzel bir yıl dilerim hepinize…

    Bu köşe yazısı 27.12.2017 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.

    Yazdır