Arşiv

  • Mart 2024 (17)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)
  • Nisan 2023 (9)

    Nereye gitti bunca borç?

    Fatih Özatay, Dr.14 Mart 2018 - Okunma Sayısı: 2680

    Türkiye’nin en önemli ekonomik sorunlarından biri -diğer tüm ekonomik sorunlarının şu ya da bu biçimde etkisi olduğu için belki de en önemli ekonomik sorunu- yüksek işsizlik oranına sahip olması. Kasım döneminde gerçekleşen işsizlik oranı yüzde 10.1 oldu. 2017 ortalaması ise daha yüksek: Yüzde 11. Tarımdaki istihdam yanıltıcı olabiliyor. Bu nedenle işgücü piyasası uzmanları, tarım dışı işsizlik oranına bakmayı daha doğru buluyorlar. O daha da yüksek: Yüzde 13.1.

    Elbette dünyada bizden daha yüksek işsizlik oranına sahip ülkeler de var. Ama neden kötü örneklere “özenelim”; hedef almamız gerekenlere bakalım: Kasım 2017 verilerine göre işsizlik oranı Japonya’da 2.7, Almanya’da 3.6, ABD’de 4.1 ve İngiltere’de 4.3. Bizim de yer aldığımız G20 grubundaki büyük gelişmekte olan ülkelerden de böyle düşük işsizlik oranı örnekleri verilebilir: Meksika: 3.6, Çin: 4 ve Endonezya: 5.4. Bir zamanlar gelişmekte olan ülkeler sınıfında olup, bir süredir terfi ettiği gelişmiş ülkeler liginde keyif çatan Kore’de ise yüzde 3.8.

    Bunca “derin” siyasi tartışma ortamında bu sorun gündeme yeteri kadar gelmiyor. Geldiğinde de nasıl çözülebileceğine dair genel geçer sözlerin dışında dişe dokunur bir ekonomi politikası önerisi duymuyoruz. Oysa sorun yukarıdaki rakamların sergilediğinden daha da ağır. Bu olguyu ortaya koyabilmek için gelin işsizlik oranına iki ayrı açıdan bakalım.

    15 yaş ve üzerindeki çalışanlarla bir işi olmayıp iş arayanların toplamı işgücünü oluşturuyor. İşsizlik oranı bu verilerden hesaplanıyor: Bir işi olmayıp iş arayanlar işgücüne bölünüyor. Oysa bir işi olmayan ama iş de aramayanlar işgücüne dahil edilmiyor. Dolayısıyla işsizlik oranı hesabına girmiyorlar. Bu hesaplama biçimi sadece Türkiye’de değil diğer ülkelerde de kullanılan hesaplama biçimi.

    Türkiye açısından sorun şu ki, 15 yaş ve üzerinde çalışmak istemeyen çok sayıda kişi var. Bu nedenle işgücüne katılım oranı (çalışanlar ile çalışmayan ama iş arayanların toplamının işgücüne oranı) oldukça düşük: 2017 ortalaması yüzde 52.9. Oysa yukarıda işsizlik oranı değerlerini verdiğim ülkelerin büyük çoğunluğunda bu oran çok daha yüksek. Avrupa İstatistik Kurumu (Eurostat) işgücüne katılım oranını 15-64 yaş nüfus için hesaplıyor. Buna göre Avrupa Birliği ortalaması 73.3, Almanya’da 77.9, İngiltere’de 77.5. 15 yaş ve yukarısı değil de Eurostat’ın yaptığı gibi 15-64 yaş arası dikkate alınınca aynı oran Türkiye’de yüzde 58.2.

    Şöyle düşünün: Bir gün ansızın iş aramayanların bir kısmı da iş aramaya başlasınlar ve dolayısıyla işgücüne dahil olsunlar. Bu durumda Türkiye’de işsizlik oranı ne olurdu? Bu soruyu yanıtlamak için tekrar 15 ve üstü nüfusa döneyim ve işgücüne katılma oranının bir gün ansızın yüzde 60’a yükseldiğini kabul edeyim. Yukarıdaki örnekler çerçevesinde bu düzeyin yüksek sayılamayacağı ortada. Bu durumda işsizlik oranı, 2017 ortalamasının dokuz puan üzerine çıkacak ve yüzde 11 yerine yüzde 20.2 olacaktı. Bu açı, Türkiye’deki işsizlik sorununun aslında gözlenenden çok daha ağır olduğunu güzel anlatıyor.

    Bir başka açıdan daha ele alınabilir sorun. 2008-2009 küresel krizi sonrasında büyük gelişmiş ülkelerin uyguladığı bol kepçe para saçma politikası, bazı gelişmekte olan ülkeleri “borçlanma obezi” yaptı. Hafta başında, Dünya’da, Evrim Küçük’ün “Ucuz para ile gelen 40 trilyon dolar başlarına iş açacak” başlığı altında güzel bir değerlendirmesi yer alıyordu. Uluslararası Finans Enstitüsü verilerine göre büyük gelişmekte olan ülkeler arsında iki obez dikkat çekiyor: Türkiye ve Çin. Bu ülkelerde dört kesimin (hanehalkı, kamu, finans şirketleri ve finans dışı şirketler) toplam borcunun gayri safi yurtiçi hasılaya (GSYH) oranı son yıllarda hızla yükseldi. Öte yandan bir başka istatistik, yerleşik olmayanlara alacak verecek ilişkisi dikkate alındığında bize şunu söylüyor: G20’de yer alan büyük gelişmekte olan ülkeler arasında, döviz cinsinden borçları ile döviz cinsinden alacakları arasındaki farkın GSYH’ye oranla en yüksek olduğu ülke Türkiye. Soru şu: Bu kadar borçlanmaya karşın işsizlik oranı neden bu kadar yüksek? Ya da şu: Nereye gitti bu kadar borç?

    Bu köşe yazısı 14.03.2018 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır