TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Bu hafta sonu yapılacak seçimlerin, derde deva olmasının tek şartı, siyasetçilerimizin, daha iki gün önce hata yaptıklarını kabul edip, nedamet getirmeleridir. Aksi takdirde, cumhurbaşkanlığı seçimleri esnasında belirginleşen gerginliğin tekrarlanmaması mümkün değildir. Ortadaki mesele Türkiye'de kontrol ve dengeleme mekanizmalarının yanlış tasarlanmış olmasıdır. Sistem, 1980 Anayasası'nda doğru tasarlanmayınca, gerginliği ve kutuplaşmayı engellemenin tek yolu siyasetçilerin aklıselimle davranmasıdır. Aklıselimin buradaki karşılığı, stratejik davranabilme, fikirleri uygulamaya koyabilme kabiliyetidir. O da bizimkilerde yoktur. Türkiye'de siyasetçilerin problemi, fikirleri, yarın için problem biriktirmeden, kriz hazırlığı yapmadan uygulamaya aktarabilme güdülerinin fazla gelişememiş olmasıdır. O nedenle seçimden sonra nedamet yoksa, istikrar da yoktur. Seçmenin durumdan çıkarması gereken vazife budur: Sandalye dağılımı, nedameti kolaylaştırmalıdır.
Şimdi elinizi vicdanınıza koyup söyleyin: Kararların satranç değil de tavla oynar gibi alındığı bir sistemde, stratejik davranabilmek, ittifaklar kurup geliştirebilmek mümkün müdür? Satranç oynarken yalnızca o anki hamleyi değil, o anki olası bir hamlenin getireceği daha sonraki hamleleri de düşünmek gerekir. Yalnızca kendi hamlelerinizi değil, rakibinizin olası hamlelerini de dikkate almak önemlidir. Halbuki tavlada zarı atar, çıkan sonuca göre ilerlersiniz. Satrançta anlık karar yoktur, bütünü hep düşünmek gerekir. Tavla bir anlık kararlar oyunudur. Sizden bir çaba beklemez. Acaba biz onun için mi tavlayı daha çok tutarız? O vakit, bu siyaset, bizim hakkımızdır. Memleketin hastanesi neyse, postanesi de öyle olacaktır.
Bu genel çerçeveyi akılda tutarak, nisan ayındaki cumhurbaşkanlığı seçimleri esnasında memleketin neden gerildiğine kısaca bir bakalım müsaadenizle. AKP Meclis'teki büyük çoğunluğuna karşın cumhurbaşkanını neden seçememiştir? Halbuki AKP o büyük çoğunlukla Türkiye'yi beş yıl yönetmemiş midir? Biz meselenin yukarıda vurguladığımız operasyonel zafiyetle yakından alakalı olduğunu düşünüyoruz. İsteseydi, -gerekli hamleleri önceden planlamış olmak şartıyla elbette- seçebilirdi. Ama kötü yönetim başarıyı engellemiştir. Bu, zaten bu dönemin klasiği değil midir?
2002 yılında, hükümetin, AKP tarafından kurulmasında herhangi bir sorun yaşanmazken neden 2007 yılında cumhurbaşkanlığı seçimleri bir soruna dönüşmüştür? Bunu doğru cevaplamadan, seçim sonrasını doğru değerlendirebilmek mümkün değildir. 2002 yılında hükümetin AKP tarafından sorunsuz olarak kurulmasını sağlayan iki temel neden vardır: Bunlardan ilki Avrupa Birliği (AB) çıpasının uzlaştırıcı bir etki ile toplumsal kutuplaşmayı engellemiş olmasıdır. İkinci neden ise cumhurbaşkanlığının bizim sistemimizde kontrol ve dengeleme mekanizmasının (checks and balances system) merkezinde yer alıyor olmasıdır. 1980 Anayasası'nın son derece anti-demokratik ve kötü tasarlanmış kontrol ve dengeleme mekanizması ile cumhurbaşkanına verdiği yetkiler, 2002 yılında, hükümetin AKP tarafından sorunsuz bir biçimde kurulmasına imkân sağlamıştır. "Kötü" siyasetçileri gözeteceği varsayımı ile yazıldığı açık olan bu anayasa, belki hatalıdır ama bir işlev görmüştür.
2007 yılına gelindiğinde, AB çıpasının zayıflaması ve AKP'nin mevcut kontrol ve dengeleme mekanizması çerçevesinde cumhurbaşkanlığı seçimlerine öylece dalıvermesi, Türkiye'yi bir anayasal krize sokmuştur. Daha önce gerekli hazırlık hamlelerini yapmadan, cumhurbaşkanlığına doğru anlık bir hamleye girişmek, hedefe ulaşmayı engellemiştir. Mesele genlerimizden gelen operasyonel kabiliyetsizlikle yakından alakalıdır. Halbuki, kötü tasarlanmış kontrol ve dengeleme mekanizması, bizim siyasetçilerimizin daha da kabiliyetli olmasını gerektirmektedir. 2007 yılında olup bitenin özeti budur.
Peki, seçim sonrasında bizi ne bekler? Bu anayasa böyle kaldıkça, Türkiye cumhurbaşkanını uzlaşma ile seçmek zorundadır. Kısa vadede sistemi değiştirmek mümkün olmadığına göre ilk iş, nisan ayında cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında herkesin "kendisinin" hata yaptığını kabul etmesidir. İhtiyacımız bir fedakârlık yarışıdır. Hepimizi temsil edebilecek, kimsede bir "kazandık" hissi yaratmayacak bir cumhurbaşkanı üzerinde uzlaşmadan, girdiğimiz bu çıkmazdan çıkış şansı yoktur. Aksi takdirde, tıkanan "reform kapısı"nı açabilmek mümkün olmayacaktır. Türkiye sıçramaya, talihini değiştirmeye hazırdır. Vakit gelmiştir. Ancak sistemimiz, geleceğimizi, siyasetçilerimizin kişisel sağduyusuna bağlı kılmaktadır. Bu iyi değildir.
Seçim sonuçları, fedakârlık ve nedamet yarışını kolaylaştırmalıdır. Uzlaşmayı zorunlu kılacak her sonuç iyidir. O yüzden, dağınık parlamento bu dönemde daha iyidir. Uzlaşma kültürünü geliştirir. AB sürecinde de işimize yarar.
Bu köşe yazısı 20.07.2007 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Burcu Aydın, Dr.
05/10/2024
Fatih Özatay, Dr.
04/10/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
03/10/2024
Fatih Özatay, Dr.
02/10/2024
Güven Sak, Dr.
01/10/2024