TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Geçenlerde lafa aynen şöyle başlamıştım: “Bugünlerde herkesin aklında aynı soru: ‘Mart’tan sonra ne olur?’ Benim anladığım, kimse seçim sonuçları ile filan ilgilenmiyor. Herkesin aklı ekonomide.” Rakamlara bakınca merak devam ediyor. Yine oradan devam edeyim.
Türkiye’nin kahir ekseriyetine göre, memleketin birinci problemi ekonomidir
Kamuoyu yoklamalarına bakarsanız, milletin yüzde 70’ten fazlası “Türkiye’nin en önemli sorunu nedir?” diye sorulduğunda, hemen, “Ekonomi” diyor. “Terör” diyenlerin oranı yüzde 5’in altında. Halbuki bu soruya 2018 yılının şubatında verilen cevaplarda “Terör” ve “Ekonomi” seçenekleri birbirine eşit oranlarda idi. Yarısı “ekonomi”, diğer yarısı ise “terör” diyordu. 2018’de ekonomi yönetiminin kararıyla memleketi maruz bıraktığımız kur şoku, hem ekonomiyi, hem de milleti şallak mallak etti.
İlle de denediğimiz “faiz oranlarını yükseltmektense, döviz kurunu serbest bırakmak daha evladır” önermesi, yanlış çıktı. Ali Rıza Amca ile Ayşe Teyze ekonomide bir problem olduğunu, 2018 yılında bu kadar çok hissetmeyebilirlerdi ama bu yanlışla hissettirdik.
Mevduatın yarıdan fazlası yine döviz hesabı oldu
Aşağıdaki grafik, “Türkiye’nin en önemli sorunu nedir?” sorusuna kahir ekseriyetle “ekonomi” diyen milletin, “Mart’tan sonra ne olur?” sorusunu nasıl cevapladığını gösteriyor, bana sorarsanız. Grafik, 2005’ten bugüne toplam banka mevduatı içinde döviz tevdiat hesaplarının (DTH) seyrini gösteriyor.
Döviz hesaplarının toplam banka mevduatı içindeki payı 2018 yılının yüzde 52’ye yükseliyor. Sonra 2019 başında önce 49’larda geziniyor. Mart ayı itibariyle yeniden yüzde 50’yi aşıyor. Kur şoku ile birlikte enflasyon hissedilir biçimde yükselince ve artık unuttuğumuz kur şokunun tekrar mümkün olduğu anlaşılınca millet kendi göbeğini kendisi kesiyor. Ekonomi yönetiminden, tedbir yerine “Nisan’da tedbirleri açıklayacağız” açıklaması gelince, millet, neme lazım deyip, kendi tedbirini kendisi alıyor zannımca. Ben banka mevduatlarının dağılımına baktığımda bunu görüyorum.
Döviz hesapları hiç toplam mevduatın yarısını aşmamıştı
DTH günlük hayatımıza 1989’da girdi. O yıllarda, Türkiye, sermaye hareketlerini serbestleştiriyordu. Rahmetli Turgut Bey daha başbakandı. Ağustos ayında alınan kararla, milletin ekonomik özgürlük alanı genişledi, millete gerektiğinde kendi göbeğini kendisi kesmesi için bir imkân sunuldu. Ekonomi yönetimi, kendine güveniyordu.
DTH’nin toplam banka mevduatı içindeki payı, 2001 krizi yıllarında yüzde 50 civarındaydı. 2007 yılında Batı’da kriz başlarken, Türkiye normalleşmeye başlamış, DTH’nin toplam mevduattaki payı yüzde 39’a inmişti. 2009’da Türkiye küçülürken yüzde 35’teydi. 2011’de yüzde 28’i bile gördü. Şimdi ise yüzde 50’yi aştı. Demek ki neymiş? Döviz kurunu serbest bırakıp, ekonomiyi “yeniden dengelendirmek” çok da iyi bir fikir değilmiş. Yaptık ve 2000’lerin başına geri döndük.. Not edeyim. Bir daha yapmayalım.
Türkiye’nin sağlam ve herkese güven verecek bir plana ihtiyacı var
Üç tespitle bitireyim. Birincisi, artan enflasyon ve olası kur şokundan satın alma gücünü korumak için milletin güvenli bir liman arayışı içinde olması son derece normaldir. Ortaya bir ekonomik program koymayınca, “Marttan sonra ne olur?” arayışının böyle bir sonuca yol açması son derece sağlıklıdır. Millette bir gariplik yoktur. Türkiye’nin bir an önce sağlam ve herkese güven verecek bir plana ihtiyacı vardır. plan yok diye vaziet böyle böyledir.
İkincisi, dövize yönelen tasarrufların bankacılık sistemine DTH olarak yatırılıyor olması, milletin bankacılık sistemine güveninin işaretidir. Bu da son derece sağlıklıdır. Rahmetli Demirel’in sevdiği gibi söylersem, “kurumlar çalışmakta, kurallar işlemektedir, her şey yolundadır.” Milletin sistemle bir problemi yoktur. Türkiye’nin bir an önce sağlam ve herkese güven verecek bir plana ihtiyacı vardır.
Üçüncüsü, sağlam ve herkese güven verecek bir plan ortaya konulduğunda, sistemin sorunsuz işlememesi için aslında hiçbir neden yoktur. Bu planın ortaya çıkışı zaman gerektireceği için millet DTH’ye yönelmektedir.
Bu geçiş döneminde nelerden sakınmak gerekir: Öncelikle, “DTH faiz gelirlerinde gelir vergisi stopajı”nı artırmak gibi, idarenin olup biteni idrak etmekten uzak olduğu izlenimini verecek adımlardan kesinlikle kaçınılmalıdır. Bu tür maksatsız adımlar, sağlam ve herkese güven verecek bir planı, kısa vadede asla beklememek gerektiği kanaatini besler yalnızca. Kötüdür.
İkincisi, bu tür bir geçiş döneminde gizli-kapaklı işlerden, kamuoyu beklentilerini beceriksizce yönetmeye çalışmaktan uzak durmak gerekir. Geçen Cuma günü döviz kurunda olup bitenleri bu çerçevede görmek gerekir. Böyle bir geçiş döneminde “İstikrar için yabancının tasarrufuna muhtaç olanın, gizli-kapaklı işlerden uzak durması ve son derece şeffaf olması gerekir” ilkesini rehber edinmekte fayda vardır.
DTH’nin kıymetini bilelim
DTH’ler hayatımıza 1989’da girdi derken idrak ettiğim bir husus, buraya bir ek yapmayı zorunlu kılıyor. 2018 yılında üniversiteye girenler 2000’li yıllarda doğdular. Bir kaç hatırlatma yapayım bitirmeden.
Türkiye’nin 8’inci Cumhurbaşkanı Turgut Özal, 9 Kasım 1989’da görevine başladı. 9 Kasım 1989 aynı zamanda Berlin Duvarı’nın yıkıldığı gündür. Halbuki, Doğu Almanya’yı ziyaret eden, zamanın Sovyetler Birliği Lideri Gorbaçov daha iki gün önce (7 Kasım 1989’da) Doğu Alman Lideri Honecker’e “Tarih, gecikenleri affetmez (Life punishes those who come too late)” demişti, çok iyi hatırlıyorum.
Neyse, Turgut Bey cumhurbaşkanı olarak ilk konuşmasını ise 10 Kasım’da yaptı. Ölümünün 51’inci yılında Atatürk’ü anma toplantısında konuştu. Ağustos 1989’da, daha bir kaç ay önce, başbakan olarak, Türkiye’de sermaye hareketlerini serbestleştiren adımları atmıştı. DTH o çerçevede gündeme gelmişti..
10 Kasım toplantısında, Özal, söze “21’inci yüzyıla doğru yol alırken, üç temel hürriyeti geliştirmenin, onları titizlikle korumanın, uygar dünyanın saygın devletlerinden biri olmak için vazgeçilmez şartlar olduğunu görmeliyiz. Bu üç hürriyet, serbest düşünce, din ve vicdan hürriyeti ile teşebbüs hürriyetidir.” diyerek başladı.
Sonra “Atatürk ‘Kimsenin düşüncelerine ve vicdanına egemen olunamaz.’ der. Gerçekten, O’nun yarattığı Türkiye Cumhuriyeti’nde, düşündüğünü söyleyemeyen, düşünme kabiliyeti çeşitli şekillerde engellenen, düşünceye saygıyı öğrenemeyen bir toplumun ilerlemesine, gelişmesine imkân var mıdır?” vurgusunu pek güzel yaptı. Ve konuyu “Ferdin iş kurma, risk alma, daha çok çalışıp, daha çok üretme hevesi engellenirse bir milletin kalkınması da o ölçüde zorlaşır.” diyerek teşebbüs hürriyetine getirdi. Bugün, düne doğru baktığımızda, Türkiye mesafe almış gibi görünüyorsa, o üç hürriyet sayesindedir. Cumhuriyetin kazanımları iledir. Doğrusu ya, ben, döviz hesaplarını da o kazanımlardan biri olarak görme eğilimindeyim bugün.
Bir nevi DTH, milletin kendi göbeğini kendisinin kesmesine, yani tedbir alması gerekenler, hareketsiz kalınca, kendi tedbirini kendisinin almasına imkân veriyor. Açık seçik söyleyeyim: DTH’nin Kıymetini bilelim. Yarın o sayede, tedbirler alındığında, iç tüketim tempolu bir biçimde yeniden büyüyecek. Nokta.
Bu köşe yazısı 25.03.2019 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.