Arşiv

  • Mart 2024 (18)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)
  • Nisan 2023 (9)

    Selçukluların Bâtınîlerle mücadelesi

    Hilmi Demir, Dr.06 Eylül 2020 - Okunma Sayısı: 4106

    Bȃtınîlik ile mücadele âdeta hayaletlerle mücadeleye benzer. Nerede ve kim olduklarını bilmek oldukça zordur. İkinci olarak da orduları yendiğinizde askerler şerefiyle teslim olurlar. Oysa Bȃtınîlikte öyle bir adanmışlık söz konusudur ki ya asla ele geçmezler ya da sizden olduklarını söylediklerinde asla sizden değildirler.

    Hasan Sabbah, meşhur ismi ile Haşhaşiler; Büveyhiler’den Bağdat’ı almış ve Bizans ile Selçuklu devletine kafa tutmayı başarmışlardır. Irak ve Suriye’de bağımsız 10 bölgeyi yönetmişlerdir. Haşhaşiler, gerçek isimleriyle Nizari İsmaililer’in 12. yüzyılı aşan uzun ve maceralı bir geçmişleri vardır ve bu süre zarfında çok sayıda irili ufaklı gruplara ayrılmışlardır. 8. yüzyılın ortalarında, ayrı bir Şii topluluğu olarak ortaya çıkmışlar ve tarihte iki kez devlet kurabilmişlerdir; bunlardan biri Fatimi Halifeliği, diğeri Nizari Devleti’dir.

    İsmailî hareketi, 1094'te Nizariler ve Mustaliler olarak iki büyük kola ayrılmıştır. Nizariler, İran’da ve Suriye bölgesinde ayrı bir toprağı olan bir devlet kurmayı başarmışlardı. Merkezi, Kuzey İran'daki Alamut Dağı’nda bulunan bir kale olan bu toprakları Abbasi halifesinin koruyuculuğunu üstlenen, sayıca kendisinden çok daha güçlü olan Selçuklu Türklerine karşı da muhafaza ettiler. Ulema bu hareketin sahip olduğu teolojiyi ve ideolojiyi “Bâtınî” olarak isimlendirdi.

    BÂTINÎLER SEÇKİNCİDİR

    Bunun en önemli nedeni; Bâtınî dışa kapalı, içe dönük demektir. Bȃtınîlik, gerçeğin yalnızca seçkin ve söyleneni anlayacak kişilere verilebileceği anlayışına dayalı bir öğreti biçimidir. Seçkincilik, Bȃtınî yapıları tasavvufi mistik yapılardan ayıran en önemli unsurdur. Halkın içinde ‘Hak’ ile beraber olmak ilkesini benimseyen tasavvufi yolun seçkinci olmadığı aşikârdır.

    Bȃtınîliğe göre bu bilgi sırdır ve adaylara derece derece verilir. Her derece için yeniden ahit yapılır; ahde vefa ise en önde gelen değerdir. Bȃtınîlikte sırrı dışa vurma, kâmillikten yoksun olma anlamına gelir. Bu yüzden Bȃtınî öğretiler sırrı, sır tutmayı, hiyerarşik bilgiyi önemserler. Sırrın saklanması için gizliliği, sembolik bir dil kullanmayı, kelimelere yükledikleri çift anlamlılığı bir taktik olarak kullanırlar. Onların asıl amacı; dünyayı yönetme hakkını elinde tutan ve bunun için gönderilmiş olan bir imamın adına hükûmeti ele geçirmektir. Bu yüzden tarihte çıkmış büyük Bȃtınî akımlar, tıpkı masonik örgütler gibi ya dünyevi bir saltanat kurmaya ya da dünyevi bir saltanatı ele geçirmeye çalışmışlardır. İslam ve Hristiyan dünyada ortaya çıkan Maniheizm ya da İslam dünyasını sarsan Hasan Sabbah’ın, Nizarilik hareketi bu türden örnekler arasında sayılabilir.

    NİÇİN CİDDİ BİR TEHDİT?

    Bȃtınîlik, neden ciddi bir tehdittir? Devletler için güvenlik tehdidi, konvansiyonel ordulardan geldiğinde bu açık bir tehdit olarak algılanır. Buna karşılık vermek ordularınızın kabiliyeti ve silahlı güçlerinizin kapasitesi ile ilgilidir. Buradan çıkarımla, Bȃtınîlik tehdidi ne konvansiyonel bir düşman ordusunun tehdidine ne de ideolojisi açık olan bir terör örgütünün tehdidine benzer. Bȃtınîliğin ideolojisi, sert ve katı bir ideoloji olmadığı için her zemine ve zamana göre kendisini gizlemeyi başarır. Bu nedenle mistik bir hareket ile Bȃtınî bir hareket arasındaki en önemli fark; mistik bir hareket gerçekten kalplerin fethine yönelikken, Bȃtınî bir hareket kalpleri kazanarak dünyevi iktidar alanlarını yönetmeye taliptir. Bu yüzden de Bȃtınî hareketler legal görünümlü yapıların arkasına gizli organizasyonları gömmeyi başarır. Bu legal yapılar; yardım, eğitim, dinî öğretim vb. sivil organizasyonlardan oluşur. Legal yapılar aslında legal olmayan, seçkin örgüt yapılarının toplumdaki otoritesini ve gücünü tahkim etmenin araçlarıdır. Ya da örgütün toplumun kılcal damarlarına kadar sızması için gerekli eleman temini, bu legal yapılar aracılığıyla devşirilir. Bu legal yapıların arkasında ise güçlü ve gizli organizasyonlar yer alır. Bunlar; sır saklama, gizlenme, istihbarat toplama, eylem yapma konusunda eğitilmişlerdir. Bu yapıda bulunanların ayrılması asla kabul edilemez. Bu durum örgütün varlığı için de bir tehdit oluşturur.

    "BEN BU KALENİN EFENDİSİYİM"

    Bu yüzden Bȃtınîlik ile mücadele âdeta hayaletlerle mücadeleye benzer. Nerede ve kim olduklarını bilmek oldukça zordur. İkinci olarak da orduları yendiğinizde askerler şerefiyle teslim olurlar. Oysa Bȃtınîlikte öyle bir adanmışlık söz konusudur ki ya asla ele geçmezler ya da sizden olduklarını söylediklerinde asla sizden değildirler. Ne demek istediğimi daha iyi anlatmak için tarihçilerin Selçuklu kalesi Alamut’un nasıl düştüğüne ilişkin bir kıssayı anlatmak isterim… Hasan Sabbah, Selçukluları alt ederek Alamut'u nasıl aldı? Parayla mı aldı, hayır! Savaşarak mı aldı, hayır! Peki nasıl aldı? Anlatayım:

    Hasan Sabbah, Alamut Kalesinin komutanına gelir. Kalenin anahtarını ister. Komutan "Adam sen kafayı mı yedin? Sen kimsin ki benden kaleyi istersin?" der.

    Hasan Sabbah: “Ben Hasan Sabbah'ım. Bu kalenin ve askerlerinin efendisiyim” der. Komutan kahkahayla gülmeye başlar. Hasan Sabbah: “İnanmıyorsan askerlerine emir ver. Beni yakalasınlar” der. Komutan askerlere döner: “Yakalayın şu densizi!” der.

    Askerler hemen kalenin komutanını derdest ederler. Hasan Sabbah, Komutana: "Ben sana bu kalenin yeni sahibi benim demedim mi? Şu an bu kalede benim bir emrimle, kendi hayatından vazgeçecek binlerce fedaim var” der.

    Hasan Sabbah, kaledeki tüm askerleri kendi sapık itikadını benimsetmiş ve onları müridi yapmıştır. Bunu yaparken de komutanın ruhu bile duymamıştır. Peki ama nasıl? Uzun yıllar boyunca Bȃtınî öğretilerle örülmüş, propagandayla. Unutmayın! Kitleleri harekete geçiren umuttur. Ayrıca insanlara her zaman gizem, sır, mistik olaylar çekici gelmiştir. İnsanoğlu doğaüstünü merak eder, ilgi duyar bu da onu bu tür gruplara doğru iter. Özellikle maddenin, tüketimin doyumsuz zevklerine kolayca erişebilen günümüz insanı için bu durum çok daha önemlidir. Gizem ve sır insanlara ayrıcalık hissi, seçilmişlik düşüncesi verir. Uzun süreli kapalı sistemler içinde oluşturulan telkinlerle insanlar âdete zombiler hâline gelmeye başlarlar. Hasan Sabbah’ın başarısını burada aramak gerekir. Hasan Sabbah'ın Bȃtınî teşkilatı, imama bağlı refikler (dostlar) ve (suikastçı-askerî teşkilat olan) fedâîler olarak ikiye ayrılır. Fedailer, çok küçük yaşta cemaate alınır. Ailelerini bilmezler ve kendilerini imama adarlar…

    İslam toplumunda ulema bu yapıyı yakından tanıma imkânı bulmuş ve âdeta tüm öğretilerini deşifre etmiştir. Ünlü kelamcı Bâkıllânî’nin "Keşfü Esrâri’l-Bâtınîyye" ile Gazzâlî hazretlerinin "Fedâihu‟l-Bâtınîyye" adlı eserleri bunun en güzel örneklerini verir. Belki bu noktada düşünmemiz gereken bir âlimin örgütün ideolojisini deşifre eden bu bilgilere nasıl sahip olduğudur. Aslında dinî grupların sosyal hareketlilikteki önemini ilk kavrayanlardan birisi ünlü Selçuklu Veziri Nizȃmü’l-mülk’tür. Siyasetnamesi’nde yer alan: “Hiçbir şeyin hiçbir surette gizli saklı kalmaması ve vuku bulan yahut ayyuka çıkan bir meseleye anında müdahale için kulaklarına çalınan her şeyi padişaha ulaştıracak, tacir; seyyah, sûfî, yoksul, sakatatçı kılığında, dört bir yana casuslar salınmalıdır” öğüdü de bunu izah etmektedir. Türk-İslam devlet geleneğinde devlet başkanının “sȃhib-i haber ve münhî” tayin ederek haber almak amacıyla bu işi yapabilecek kişileri görevlendirmesi ihtiyat, basiret ve adalet göstergesi olarak kabul edilmiş, aksi ise zaafa ve zulme hamledilmiştir.

    İSTİHBARAT POLİTİKASI

    Bu yüzden Selçuklulardan Osmanlıya kurduğumuz devletler, güvenliklerini düşünerek Bâtınî Gnostik Kült İnançlara ve grupların kalkışmalarına karşı dini-politik istihbarata ve güvenliğe büyük önem vermişlerdir. Cumhuriyet, bunu ihmal ederek büyük bir hata yapmıştır. Bu istihbaratı âlimler yazılı belgelere dökerek tarihe büyük bir not düşmüşler ve Bȃtınîlikle mücadeleye büyük destek vermişlerdir.

    Bâkıllânî, bize Bȃtınîlilerin cemaate alınanlardan bir yemin aldığını söyler. Bu yemin bana Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan FETÖ iddianamesinde, FETÖ’cülerin yaptığı yemini hatırlattı. FETÖ de cemaat üyelerine “Hizmet adına uhdeme aldığım vazifeleri veya kararla bana tahmil edilen mükellefiyetleri 'itirazsız' yerine getirmeye çalışacağıma.. 'Vallahi-Billahi' kasemleriyle yemin ediyor ve bu yeminin 'La Yen Kati' olmasına, 'Cenab-ı Hakk'ı istişhadda bulunuyorum” şeklinde yemin ettirildiğini biliyoruz. Bâtınilerde yüzyıllarca önce bir sırlarını tutacakları ve dışarıya karşı asla sırrı vermeyecekleri üzerine bir yeminle içeri alınırlar. Ve yemin karşılığında da yeminden önceki tüm günahlarının bağışlandığı ve yeminlerine sadık kaldıkları takdirde de cennetlik olduklarına dair bir berat verilirdi.

    Bâkıllânî, Bȃtınîlilerin yemin alırken bu ahde uymadıkları takdirde, evlendiğin kadın ölene kadar üç talakla boştur. Geri dönüşün söz konusu değildir, diyerek korkutulduklarını söyler. İtirafçı Hasan C., 2011 Komiser Yardımcılığı sınav sorularının kendisine Kur’âna el bastırılarak eşi, annesi, babası ve çocukları üzerine yemin ettirildiğini ve karım ‘boş olacak’ diye yemin ettiğini itiraf etmiştir. FETÖ ile Bȃtinîlik arasındaki benzerlikler elbette, sadece bu kadar değildir. Beratı yazan dâî bel’a (lokma) diye isimlendirilen ve cennetten geldiği söylenen bir lokmayı ısırarak yemin eden kişiye yedirir. Onun cennetten olduğunu, bundan bir miktar yemesini ister ve ona “Bu kıyamet günü senin nurundur. Kıyamet günü seni kurtaracaktır” der. Bu da FETÖ liderinin Enes Kanter’a kendi içtiği çayı ve ısırdığı hurmayı yollamasına benziyor. FETÖ liderinin ısırdıklarının cennet lokması diye örgütte paylaşıldığı biliniyor…

    Anlaşılıyor ki Bȃtinîlik yalnızca Selçukluları değil, 21. yüzyılda bizi de gelip vurulabiliyor!..

     

     

    Bu köşe yazısı 05.09.2020 tarihinde Türkiye Gazetesi'nde yayımlandı.

     

    Etiketler:
    Yazdır