TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Türkiye etrafında olup bitenlerden habersiz sanki. Daha doğrusu, sanki etrafında olup bitenlerin yüzde 70’ini algılayamıyormuş gibi duruyor. Neden bu atalet? Üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir mesele doğrusu. İdare sisteminde yaptığımız değişiklikten ötürü, memleketin politika tasarım kabiliyeti bir nevi yok oldu sanki.
Memleketi idare edenler etrafta olup bitenlerin farkında olsalar, geleceğe hazırlıksız yakalanma ihtimalimizin her gün yükseldiğini görürlerdi. Halbuki bugünlerde, her şey birbiri ile son derece alakalı. Orman yangınlarından sel baskınlarına, Amerika’nın Afganistan’dan çekilerek bölgemizde bıraktığı boşluktan Avrupa Birliği’nin 55’e Uyum Paketine, olup bitenlerin ve olup bitenlere verilen politika tepkilerinin hepsi aynı sürecin ayrılmaz parçaları aslında. Kabil’de olanla, Ankara’yı sarsan aslında hep aynı.
1949’da NATO’nun kuruluşundan beri, Atlantik’in iki yakasında en kapsamlı yeniden yapılanma girişimi dediğim, bu. Farkında olmamız gereken hadise ortada. Bugün müsaadenizle üç yıl önce kendisini kaybettiğimiz 19 Ağustos tarihi yaklaşırken, Güngör Uras üstadımızdan öğrendiğim biçimiyle size bir anlatayım: Avrupa Birliği’nin 55’e Uyum paketi bugün için Ayşe teyze ve Ali Rıza amca açısından ne anlama gelir?
Geçen gün biri bana tam da bunu sordu: “Somut olarak benim hayatım bugünden yarına nasıl etkilenecek?” dedi. Hadiseye elbette çeşitli biçimlerde yaklaşılabilir. Öncelikle buradaki değişim uzun bir süreç, 2050 yılına giden otuz yılda pek çok aşamalardan geçecek bir süreç söz konusu. Ama bugünden yarına ne olur derseniz? Benim aklıma öncelikle Ayşe teyzenin dizelle, Ali Rıza amcanın benzinle çalışan otomobilinden hadiseye yaklaşmak geliyor bugün doğrusu.
AB’nin 55’e Uyum paketi hazırlıklarına göre hem Ayşe teyzenin hem de Ali Rıza amcanın geçen yüzyıldan kalma teknolojiye dayalı, külüstür otomobillerinin değeri pek hızlı düşecek gibi duruyor. Galiba önce dizel motorlu olanın, sonra benzinlisinin. Öyle görünüyor ki, dizelli 2030’da benzinli 2035’te yasaklanır, ama fiyatlar bugünden yuvarlanmaya başlar. Tedbiri hemen almakta fayda var. Şimdiden söylemiş olayım. Gelin bakın neler oluyor?
Etrafta olup bitenlerden habersizliğimizden bahsederken aklımda tam da bu var aslında. Geçen hafta Türkiye’nin Otomobili Girişim Grubu (TOGG) Yönetim Kurulu üyeleri Sayın Cumhurbaşkanı ile birlikte bir resim verdiler. Ama haberlerde önemli bir gündem maddesi eksikti. Tamamlayayım: Samimi olarak 2022 yılında Türkiye’de yerli ve milli elektrikli otomobil (EV) isteyenin, önce Paris İklim Anlaşmasını Mecliste geçirip hemen onaylaması gerekir. Ciddiyseniz, onay zamanı gelmedi mi? Geldi.
“Geleceğin aracı dizel BMW değil, elektrikli Tesla”
Alametlerin ilki BMW’nin hisse senedi fiyatlarıydı aslında. İlk intibak sanki oradan başladı. Haziranın başından bugüne BMW’nin hisse senedi fiyatları yaklaşık yüzde 18 geriledi. Hâlbuki son çeyrekte şirketin açıklanan kârı 4,8 milyar Euro. Hisse senedi fiyatındaki harekete virüs etkisi filan diyerek bakmamakta fayda var.
Bilenlere göre, hadise BMW’nin elektrikli araçlara (electric vehicles-EV) geçiş sürecine yatırım yapmakta gecikmiş kabul edilmesinden, GM, Volkswagen ve Volvo kadar geleceğe hazırlıklı görülmemesinden kaynaklanıyor. Herhalde o nedenle, Alman Yeşiller Partisi bugünlerde devam eden seçim kampanyasında, Almanya’nın neyi kaçırdığını “Geleceğin aracı dizel BMW değil, elektrikli Tesla” diye veciz bir biçimde ifade ediyor. BMW kötü örnek yani.
Hâlbuki BMW, bundan tam sekiz yıl önce bu yarışın en başındaydı. O vakit, pille çalışan ilk BMW olan i3’ü lanse etmişti. Ama arkası aynı hızla gelmedi. BMW bu yıl sonbaharda i3’ten beri pille çalışacak ilk EV olacak iX’in lansman hazırlıklarını yürütüyor. Avrupa’da bu yılın ilk altı ayında otomobil satışlarının yüzde 17’si EV olmuş. Ama piyasa lideri kim? Şimdilik, Tesla Model 3. Herhalde bu nedenle, Tesla şimdi Berlin’de bir EV fabrikası açmaya hazırlanıyor.
Neden böyle? BMW CEO’su, aynı Türkiye’yi idare edenler gibi, AB’nin 2035’e kadar içten yanmalı motor taşıyan otomobilleri yasaklayabileceğine inanmadığı için durum böyle aslında. Başka markaların CEO’ları elektrikli gelecek konusuna daha iyimser yaklaşırken, beriki hadiseye “canım nasıl olsa o kadar çabuk olmaz, bunlar daha çok tartışır” diye bakmış. Ama artık 2025’ten itibaren BMW diğer markalar gibi birden fazla EV modelini üretebileceği bir platform yatırımına girişmiş durumda. Ama yatırımcılar daha ikna olmamış sanki.
BMW i3’ün menzili 460 kilometreydi. Şimdi iX ile hedef bir kez şarj edilerek 600 kilometre kat edebilecek bir EV yapmak. 2013’ten bugüne satılan 210,000 adet i3 ile BMW EV motor teknolojisini geliştirmek için son derece faydalı bir deneyim elde ettiği kanısında. Bu arada Volkswagen ve Daimler pil üretimini de kendileri üstlenirken, BMW, İsveçli Northvolt ve Çinli CATL’den pil temin edecek.
55’e Uyum paketi iklim değişikliği gündeminin hayatımıza etkilerini müşahhas hale getiriyor
Neden bu hareketlenme? AB’nin 55’e Uyum paketi ile birlikte Yeşil Mutabakat gündeminin somutlaşmaya başlamasından elbette. Komisyon, bu programla birlikte Emisyon Ticaret Sistemi (ETS)’ni kara yolu taşımacılığı ve hava yolu taşımacılığına doğru da genişleteceğini açıklamıştı. Ne demek? Dizel ya da benzinli içten yanmalı motorlar konusunda önlem alarak, karayollarındaki karbon emisyonlarını azaltacağım demek. Aynı durum havayolu için de geçerli. Artık uçmak daha pahalı olacak. Zaman zaten tele commuting zamanı değil mi?
EV için tedbir almak, ne demek? Etrafta tartışılanlar bunlar işte: İçten yanmalı motor kullanımını 2030 ve 2035’ten itibaren aşamalı olarak yasaklamak. Bu arada, EV kullanımını desteklerken, dizel ve benzin kullanımını pahalılaştırmak.
EV’yi desteklemek demek elbette geçen EV alımındaki ÖTV’yi küt diye 3-4 katına çıkartmak değil herhalde. Ben doğrusu orada yaptığımıza politikasızlık demeyi tercih ediyorum, bir pusula eksikliği. Hem de 2021’de. Yeşil mutabakat ortamında. Nedir? Bir nevi, ne yaptığını bilmemek, dünyadan haberdar olmamak demek, bu ÖTV artışı, aslında. Gördüğüm şu, bu işi, sallan yuvarlan idare etme imkanı yok. Yok.
Halbuki bir sürü iş var daha yapacak. EV kullanımını kolaylaştırmak için pil şarj istasyonlarını yaygınlaştırmak. Pil teknolojisini daha da ileriye götürmek için gereken çalışmaları desteklemek. Buradaki etkiler elbette burada kalmaz, göreli fiyatlardaki değişimle, inşaat teknolojilerine kadar pek çok değişikliğe de neden olur.
Ama nedir? Daha işin başındayız. Bugüne kadar, otomobil kavramında belirgin bir değişiklik olmadı. Halbuki EV ile motor küçülüyor, araç eski büyüklüğünde kalacaksa, tasarımını yeniden gözden geçirmekte fayda var. İçinde başka amaçlar için kullanabileceğimiz geniş bir alan boşalıyor sonuçta. İlk Tesla’yı gördüğümden beri bunu düşünüyorum doğrusu. Daha üzerine düşünülecek bir sürü konu var.
Türkiye’nin karbon azaltma hedefi neden AB kadar iddialı olmak zorunda?
Şimdi geleyim, yerli ve milli EV isteyenin neden bir an önce Paris’i onaylaması gerektiğine. Gayet basit aslında. Atlantik Okyanusu’nun iki yanında şekillenmekte olan yeni ticaret ve yatırım bölgesinin üyelik belgesi Paris İklim Anlaşması. Yeni finansal iklimde yatırım yapılabilir bir ülke olarak kabul edilebilmek, Paris İklim Anlaşmasını imzalayıp, onayladıktan sonra mümkün olacak.
Bir tür, “ya içindesin çemberin ya da dışında yer alacaksın” durumu bu. Arafta kalmak mümkün değil. Dünya artık iki kamptan oluşuyor. Ya onlardan olacaksın, ya da olmayacaksın ve sonuçlarına katlanacaksın.
Yoksa Paris hakkında bir süredir özellikle Enerji Bakanlığı tarafında etrafı saran hurafelere saplanıp kalırsak, Türkiye’ye “her an her şeyin olabileceği bir ülke” olarak bakılmaya devam edilecek. Geçtim yeşil-dijital dönüşüm için atmamız gereken tüm adımları, EV geçişi için gereken yatırımları yapabilmek bile hayal olacak. Böyle bir ortamda Türkiye’nin CDS risk primlerini indirebilmesi de kesinlikle mümkün olmaz. Bu ilk nokta.
İkinci olarak, Paris anlaşması çerçevesinde Türkiye’nin bir an önce daha iddialı karbon emisyonlarını azaltma hedefi benimsemesi gerekiyor. Niyet belgesini yenilemek demek aslında otuz yıllık bir ekonomi programı çerçevesine sahip olmak demek.
Yeni niyet belgesi neden önemli? Türkiye kendi ETS’sini kurabilmek için önce bir emisyon azaltma hedefine sahip olmak zorunda. Bu emisyon azaltma hedefi AB’den ne kadar farklı olursa, malımızı o pazara satarken AB’ye uyumlu olmayan bölümü ek karbon vergisi olarak doğrudan AB’ye ödememiz gerekir.
Ağır aksak dönüşüm ile geleceğe hazırlıksız yakalanırız
Dolayısı ile Türkiye, kendi karbon vergisi rejimini, AB ETS’si ile ne kadar uyumlaştırırsa, AB’nin ton başına tahakkuk ettirdiği kadar karbon emisyonu vergisini kendisi toplayabilir ve mallarımız AB pazarına girerken Türkiye’de ödenen tutar otomatik olarak mahsup edilebilir. Bizim hedef daha düşük olursa, AB’ye ek vergi ödemek gerekir. AB ile uyumlu ETS kurmak için, önce AB ile uyumlu karbon emisyonu azaltmaya niyet etmek gerekiyor benim gördüğüm.
Ancak hal böyle olduğunda, Türkiye’nin vergileme sisteminde kapsamlı değişiklik yapabilmesi mümkün olabilir. Vergi yükünü çalışanların üzerinden alıp, karbon emisyonlarını azaltmayanlara aktarmayı başarabiliriz. Bu çerçevede, istihdam üzerindeki vergi yükünü azaltarak, istihdamı artırabilir ve “aslında iş var, çalışacak eleman yok” gibi manasız açıklamalardan da kurtulabiliriz.
“Ne ekersen, onu biçersin”in işgücü piyasalarına uyarlanmış haline “fındık-fıstık parası ödersen, (çalıştırmak için) yalnızca maymun bulabilirsin (if you pay peanuts, you get monkeys)” deniyor, unutmayalım. Ama istihdam üzerindeki yükler hafifletilebilirse, o vakit bu durum değişmeye başlayabilir sanki.
Üçüncüsü, Türkiye’nin Gümrük Birliği Modernizasyonu için başlatılacak teknik müzakereleri hem yeşil dönüşüm hem de dijital hizmetler altyapısına intibak için çok iyi kullanması gerekiyor. İkiz dönüşüm gündemi esasen AB’nin daha yazılmakta olan yeni fasıllara ekonomimizi intibak ettirmeye başlamak demek. Kısır göç gündeminden sonra, bu yeni fasıllara intibak, vergiden dış politikaya, ulaştırmadan eğitime pek çok alanda ortak gelecek tasavvuruna dayalı bir müzakere yürütmek demek olacak AB ile Türkiye arasında. Hadiseye bu stratejik vizyonla yaklaşırsak, bugün AB ile Türkiye arasında, ABD ile Türkiye arasında bugün sorun olarak gördüğümüz pek çok konunun aslında kendiliğinden çözüldüğünü de göreceğiz. Not etmiş olayım.
Ama artık idare midare dönemi sona erdi. Seçim yapmak, adım atmak, geleceğe hazırlanmak zorundayız. Olduğumuz yerde sallanarak, gidiyormuş gibi yapmaya devam edersek, gelecek bizi hazırlıksız yakalayacak. O vakit, çok geç olacak.
Peki, Afganistan’da olup bitenler bu paketin nasıl bir parçası oluyor? Ona da ilk fırsatta geleyim. Türkiye’nin kapsamlı bir vizyona ihtiyacı var.
Bu köşe yazısı 16.08.2021 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.