TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Seçim 28 Mayıs’ta bitti. Yeni hükümet 4 Haziran’da kuruldu. Neredeyse iki ayı devirdik. Hala ortada kapsamlı bir program çerçevesi ve ileriye yönelik güçlü bir anlatı (narrative) yok. Herkes önünü görememekten şikayetçi.
Hala doğru seslerden doğru hareketlere, uyumlu eylemlere, program adımlarına bir türlü geçemedik. Ne var? Bir tek “Türkiye’nin rasyonel zemine dönmekten başka çaresi kalmamıştır” ifadesi var. Nedir? Ses var, görüntü yok.
Büyük İskender işi uzatmamanın önemini 2350 yıl önce bu topraklarda göstermişti
Bugünün işini sürekli neden yarına bıraktığımızı bilemiyorum doğrusu. Ancak ortada kapsamlı bir program çerçevesi ve ileriye yönelik güçlü bir anlatı olmadan yılların birikimi olan bu akıldışı tedbirler manzumesini adım adım rasyonalize etmenin mümkün olmadığını artık görmek lazım.
Büyük İskender’i izleyerek ortadaki bu bir nevi Gordion düğümünü uzun uğraşılarla, adım adım çözmeye çalışmak yerine, bir kerede kesip atmak en iyi çözüm yolu sanırım. Yoksa bu ses var görüntü yok havası giderek yaygınlaşacak. Mehmet Şimşek’le de bu iş olmuyor dedirtmemek lazım.
Mesela geçen hafta Para Politikası Kurulu kararı, doğru seslerden doğru hareketlere geçemediğimizi bir kez daha teyit etti. Şimdi bu hafta Merkez Bankası’nın Enflasyon Raporu’na da aynı gözle bakacağız. Enflasyon söz konusu olduğunda ileriye yönelik bir anlatının izi var mı yok mu, bakacağız. Rasyonel zemin söylemine bir test daha.
Daha sırada Cumhurbaşkanlığı Politika Kurulları’nın yeniden yapılandırılması var. Kimlerin gidip kimlerin geldiği bir başka önemli test olacak. Neyse ki test bol.
“Avrupa Birliği Türkiye’nin stratejik önceliğidir”
Aslında doğru sesler faslında son birkaç haftadır ortada bir çeşitlenme olduğunu da dikkate almak lazım. NATO’nun Vilnius Zirvesi öncesi bu kez en yetkili ağızdan “Avrupa Birliği’nin (AB) Türkiye’nin stratejik önceliği olmaya devam ettiğini” açıkladık. Doğrusu herkes bir afalladı.
En son birkaç hafta önce Paris’te bir toplantıda bana sorulan “AB hala Türkiye için bir stratejik öncelik midir?” sorusunun, ekonomide rasyonel zemine dönme çağrısı ile bağlantısını görmekle birlikte, bu kadar çabuk en üst düzeyden yanıtlanmasını beklemiyordum. Ama oldu. Türkiye burada da doğru ses verdi. Şimdi iş görüntüde.
Ben bunun iki açıdan önemli olduğunu düşünüyorum. Birincisi, konunun Amerikan Başkanı Biden ile görüşmede gündeme gelmiş olması önemli. Uzun bir aradan sonra Türk-Amerikan ilişkilerinde ilk kez stratejisi olmayan taktik meselelerin ötesinde, iki ülkenin stratejik işbirliği ve ortak geleceği ile ilgili bir konu gündeme geldi.
İkincisi ise AB ile ilişkiler konusunda uzun süren sessizliğimizi bozduk ve geleceğimizi her şeye rağmen nerede gördüğümüzün altını çizdik. Üstelik kısa vadede ne beklediğimizi de vurguladık. AB-Türkiye ilişkilerinde ilk önceliğin vize kolaylaştırması (visa facilitation) ve Gümrük Birliği’nin modernizasyonu gibi görece kolay alanlara odaklanması da önemli bu çerçevede.
Burada da ses var ama net bir görüntünün belirmesi için daha atılması gereken adımlar, yapılması gereken işler varama doğrusu ya ortada çözüm için bir irade olduğuna dair işaretler de var uzun bir aradan sonra.
“Her şey çözülmeden, hiçbir şey çözülmez” dememekte fayda var
Alın Kıbrıs meselesini. Daha geçen hafta, 20 Temmuz’da “Ercan Havaalanı’nın yeni inşaatı, KKTC’nin tanınmasını gerektirir” önermesine inanmış gibi yapmış olsak bile, sessiz sedasız, AB’nin girişimi ile Kıbrıs Türk helliminin AB pazarında satılabilmesi için gereken mekanizmanın kurulmasına da imkan/onay verdik. Kıbrıs konusunda bu kez “her şey çözülmeden hiçbir şey çözülmez” demedik, gerçekçi davrandık. Kıbrıs Türkleri için de iyi oldu.
AB pazarına giriş için gereken gıda standartlarına ilişkin denetimler adanın kuzeyinde yapılamıyor diye tarım ve gıda sanayii ürünleri normalde Yeşil Hattı aşıp başka pazarlara gidemiyordu. Yalnızca Türkiye’ye satılıyordu. Bu da ürünlerin yok pahaya gitmesine neden olabiliyordu. Artık hellimin yeşil hattı aşabilmesi için Kıbrıs Türk Ticaret Odası’nı da içeren bir mekanizma var.
Demem o ki, Türkiye-AB ilişkileri konusunda da bir dizi aşamayı takip edeceğiz. Nereden başlayacak? Uluslararası mahkeme kararlarına uymaktan vize kolaylaştırması yaklaşımını kabul etmeye, İklim Kanunu’nu bir an önce çıkarmaktan İsveç’in NATO üyeliğini işin suyunu çıkarmadan bir an önce Meclis’ten geçirmeye bir dizi adım var ortada doğrusu. Bir sürü test adımı işte.
Karbon vergisi vergi reformunun temelidir
Bu aralar, içimize kapanmaktan dünyada neler olduğunu yine izlemiyoruz ancak herhalde rekor sıcaklıkların farkındasınızdır. Bilenler dünya hiç geçen Haziran kadar sıcak olmadı diyorlardı. Şimdi 17 Temmuz gününün bildiğimiz dünya tarihinin en sıcak günü olduğunu da söylüyorlar. Daha bakalım sırada ne rekorlar var?
Geçen yılki orman yangınlarının, ani sel baskınlarının daha kötülerine hazır olmamız gereken bir dönemden geçiyoruz. Hadisenin en kötü hissedildiği bölge ise Akdeniz havzası. Durum bizi yakından ilgilendiriyor.
İklim değişikliği gündemi, Türkiye-AB ilişkilerinin ayrılmaz bir parçası. Neden? Gümrük Birliği modernizasyonu hem dijitalizasyon hem de dekarbonizasyon demek. Mevcut Gümrük Birliği düzenlemesi 1996’da yapıldı. O günden farklı olarak artık ticaret dijital bir omurga üzerine oturuyor ve yeşil mutabakata dayalı yeni standartlara göre biçimleniyor. Mevcut düzenleme Türkiye’nin sanayi ülkesi haline gelmesini sağladı ve artık kadük oldu.
Şimdi Gümrük Birliği modernizasyonun ilk aşamalarından biri Emisyon Ticaret Sistemi’nin (ETS) oluşturulması olacak. AB, Sınırda Karbon Düzenlemesi Mekanizması’nı (SKDM) 2026’da opersayonel hale getireceği için zaten ETS işine odaklanmamızda fayda vardı. Hatırlayın karbon salımlarını biz burada bir vergiye tabi tutmazsak aynı vergiyi AB kendisi ihraç ürünlerimize zaten uygulayacak.
Karbon fiyatlaması ve fiyatlamanın olmadığı ürünlerden alınacak karbon vergisi İklim Kanunu taslağında zaten ele alınıyordu. Şimdi Türkiye son yirmi yılın en yüksek bütçe açığı ve son en yılın en yüksek cari işlemler açığı ile karşı karşıya kaldığı için ekonomide “rasyonel zemin” arayışına yöneldi. Ama daha ortada bir kerelik vergi düzenlemeleri ve bütçe yükümlülüklerini Merkez Bankası’na atma çabası var.
Bütçedeki yükümlülüğü bankaya atmanız, onun mali bir yükümlülük olduğu gerçeğini değiştirmez, bu birincisi. İkincisi ise bir kerelik vergi düzenlemesi ortadaki deliği yamamaya yetmez.
Bütçede daha geniş bir hareket alanına ihtiyaç olduğu açık herhalde. Daha yeni ilaç ithalatında devletimizin 1 Euro karşılığında ödemeye hazır olduğu tutar yüzde 30 artırıldı. Artırıldı da nereye geldi? 1 Euro ilaç ithalatı söz konusu olduğunda 14 lira oldu. Malum Euro esasen otuz lirayı aştı. Birikmiş akıldışı tedbirler deyince daha neler neler var, bütçeyi ilgilendiren.
Türkiye’nin kapsamlı bir vergi reformuna ihtiyacı var. Doğrusu ya, karbon fiyatlaması ve karbon vergilemesi düzenlemesi bütün vergi sistemimizi elden geçirmek, her şeyi yeniden düşünmek için güzel bir çerçeve.
Ayrıca Türkiye’nin AB stratejik önceliği ile de uyumlu. Gümrük Birliği Modernizasyonu çerçevesinde ele alınması gereken meselelerin de başında geliyor.
Çala çala bir havaya girmek için bu kez vakit yok
Anadolu’da yavaş yavaş yoluna girecek işler için kullanılan “Çala çala bir havaya dönecek” diye bir deyiş olduğunu doğrusu ben 2002 seçimlerinden sonra öğrenmiştim. AK Parti daha yeni iktidara gelmişti. Ortada bir karışıklık vardı. İşte o vakit, daha işin başında böyle denmişti.
Çala çala bir havaya dönecek, davul zurna geleneğinin baskın olduğu bir ortam için manalı elbette. Ama o gün bile, 2001 yılının IMF programı ve 2002 yılında Amerikan diplomasisinin doğrudan desteğiyle başlamış Avrupa Birliği süreci nedeniyle doğrusu ya bir havaya girmek, bugünle kıyaslandığında çok daha kolaydı. Ortada iki güçlü çıpa, bir nevi, güçlü bir orkestra şefi vardı. Bugün, şimdilik, hala yok.
İleriye yönelik güçlü anlatı yok dediğim işte böyle bir şey. Halbuki anlatının ana hatları var. Bağlantıları daha yok. Eylem adımları görülmüyor. Tepede kararlar var ama o etkinin aşağıya doğru yayılması bu sistemde daha bir zor oluyor sanki. Neden? Türkiye’nin sanırım çala çala bir havaya dönecek bir davul zurna geleneğinden orkestra düzenine geçmesi gerekiyor kamu idaresinde bu kadar işin arasında.
Bu dönemde ne yapacağımızın üzerine önceden dikkatle düşünmek ve de bir uygulama planına göre davranmak zorundayız. Yoksa vaziyet işte böyleyken böyle, ses var görüntü yok.
Yoksa Türkiye Arjantin-2001 olur mu? Olur.
Vakıa ile kavga olmaz, bir an önce işe koyulmak lazım.
Bu köşe yazısı 24.07.2023 tarihinde Nasıl Bir Ekonomi Gazetesi'nde yayımlandı.