Arşiv

  • Nisan 2024 (12)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Krizin dünyamızı değiştirdiğini görmek erdemdir

    Güven Sak, Dr.15 Nisan 2008 - Okunma Sayısı: 1168

     

    Gündemimizin ne kadar çabuk değiştiğinin farkında mısınız? Dün derdimiz tempolu büyümenin kapasite sınırlarına çarpmadan devam ettirilmesiydi. Bugünkü derdimiz ise büyümedeki yavaşlama sürecine bir alt sınır getirilmesidir. Dün mesele 2. nesil reform gündeminin tanımlanıp, uygulamaya konulmasıydı. Bugünün meselesi ise kısa vadeli istikrar ortamının korunmasıdır. Türkiye çok kısa bir sürede orta vadeli bir gündemden çok kısa vadeli bir gündeme dönmek durumundadır. Bugün orta vadeli bir gündemin önceliklerini tartışmak ne olup bittiğinin farkında olmamak anlamına gelmektedir. Çifte kriz Türkiye'nin gündemini kalıcı bir biçimde değiştirmiş bulunmaktadır. Müsaadenizle bugün neyin değiştiğinin altını çizelim. Neyin değiştiğinin farkında olmak güne uygun hangi adımların atılması gerektiğini de bilmek demektir. İktisat politikası tasarımında hedefin dünün değil, günün, problemleri olması esastır. Günün problemlerini merak edenleri aşağıya bekleriz, efendim. Türkiye ekonomisi 2001 krizini takiben tempolu bir biçimde büyümekte ve hızla değişmektedir. Değişimin temelini 1999'da değiştirilen tarımsal destekleme sistemi oluşturmaktadır. Bütçeden tarıma ayrılan payın küçülmeye başladığı 1999'dan beri toplam istihdam içinde tarımsal istihdamın payı tempolu bir biçimde küçülmektedir. Oradan boşalan işgücünün hizmetler ve sanayi sektörlerine doğru akışı ile ekonomimiz hem kayıt içine girmekte, hem de önemli verimlilik artışları sergilemektedir. O verimlilik artışları ile ekonomimiz temposu giderek azalsa bile, uzun dönem ortalamalarının üzerinde, bir büyüme performansı da ortaya koymuştur. Bu iyidir. Ancak tempolu büyüme ekonomimizin hızla bir dizi kapasite kısıtına çarpmasına neden olmuştur. Örneğin Tuzla'daki tersanelerde artan iş kazaları bu çerçevede yapısal bir sorun olarak algılanmalıdır. Türkiye küresel ekonomiyle hızlı bütünleşme sürecini sağlıklı bir biçimde yönetememektedir. Hal böyleyken, yapılması gereken de esasen açıktı. Yapılması gereken Türkiye ekonomisinin kapasite kısıtlarını genişletecek bir dizi yapısal-kurumsal tedbiri gümdeme yerleştirmekti. Açıktır ki Türkiye ekonomisinin kurumsal altyapısının güçlendirilmesi gerekmekteydi. 2. nesil reform gündemi adı altında TEPAV tarafından ortaya konulan önerilerin anlamı da tamamen bu orta vadeli büyüme hadisesi ile alakalıydı. Sanayi politikasının önemi, önceliklerin doğru saptanması konusunda ortaya konulanlar da bu çerçevenin içinde anlamlıydılar. Ama gelin görün ki kısa bir süredir, Türkiye'nin ve de Türkiye ekonomisinin gündemi şimdilik kalıcı bir biçimde değişti. Aslında ikinci nesil reform ihtiyacı ortadan kalkmadı. Ancak reform önceliklerinin yerini istikrarın muhafazası aldı. Şimdi gün burada farklı olanı görme günüdür. Büyüme sürecini tempolu sürdürebilme ihtiyacına bugün iki temel unsur daha eklendi: Öncelikle küresel bankacılık krizinin yol açacağı dalgalar ile başedebilmek. Ayrıca da memleketteki siyasi krizin yol açtığı politika belirsizliği ile başetmek. Nedir bugün Türkiye'de öncelikle yapması gerekenler? Birincisi, göreli istikrar ortamının muhafazasıdır. Burada iki, hatta, üç husus ön plana çıkmaktadır. Bunların ikisi para politikası ile biri ise maliye politikası ile alakalıdır. Para politikası açısıdan bakıldığında, öcelikle bir türlü tutturulamayan enflasyon hedefine ilişkin güvenilir bir politika çerçevesi ihtiyacı artık belirgin hale gelmiştir. Bulunacak yolun bankanın güvenilirliğine destek sağlaması gerekmektedir. Ayrıca artacak çalkantı ortamında likiditenin piyasalara sağlanacağına ilişkin güvenceler önem taşımaktadır. Maliye politikası açısından bakıldığında ise, daralma ne kadar şiddetli olursa olsun, mali disiplini korumanın öneminin asla ihmale gelmeyeceğinin bilincinde olduğu görünür kılınmalıdr. Güçlü bir IMF destekli çerçeve, bu açıdan önem taşımaktadır. İkincisi, bu dönemde ekonomimize yabancı para girişini sağlayacak tedbirler son derece önemlidir. Özelleştirme programı ortam ne olursa olsun devam ettirilmelidir. Ülkeye yabancı para girişini sağlamak üzere özellikle hizmet sektörlerinde gelecek yatırımların nasıl bir düzenleme çerçevesine tabi olacağı öncelikle belirlenmelidir. Doğrudan yabancı sermaye girişlerini kolaylaştıracak her tür tedbir artık önceliklidir. Gelen yabancı sermayenin uyması gereken kuralların net bir biçimde ortaya konulması bu çerçevede önemlidir. Size bu hafta sonu internet servis sağlayıcılığı sektörünü ve şirketler kesimindeki dönüşümü nasıl sekteye uğrattığımızı anlatacağız. Yabancı sermaye belirlilik ister, politika belirsizliğinin arttığı bir ortamda, düzenlemelere hız vermek önemlidir. Üçüncüsü, şirketler kesiminin giderek daralacak finansman kısıtını genişletmenin önemidir. Bankalarımız bu yılın başında refinansmanlarını hiçbir güçlük hissetmeden yapabilmişlerdir. IMF'nin küresel iktisadi durum çalışmasında bu konu özellikle vurgulanmaktadır. Refinansmanın yılbaşında sorunsuz halledilmiş olması yine halledileceği anlamına gelmemektedir. Bankalarımızın yanısıra şirketlerimizin kendi refinansmanları da zor olacaktır. Şirketlerimizin finansman imkanlarına ulaşmada önlerinin açılması bu çerçevede bakıldığında öncelikli bir konudur. Dikkate edilirse, konularımız orta vadeli değil hep kısa vadelidir. Peki, neden kaçınmak gerekmektedir? Kaçınılması gereken daha fazla siyasi tartışmadır. Yapmak zor olduğu için değil, siyasi polemik her zaman kolaydır. Siyasi polemik içinde bulunduğumuz iktisadi vaziyeti daha da zorlaştıracağı için kaçınılması gerekenler listesinde bir numaradır. Neden böyledir? Gayet açık. 75 katlı bir binanın 75. katında balkon korkuluğu üzerinde yürürken ayağı kaydığı için birdenbire dengesini kaybedip, o hızla aşağı düşerken eline gelen ilk ipe sarılmış olan kişi ne yapar? Enerjisini neye harcar? "Yahu, beni kim itti" diye mi düşünür?. Yoksa derdi "Ben 75. katta balkon demirlerinin üzerinde ne arıyordum?" diye düşünmek mi olur? Yoksa bu bir sürü siyasi polemik konusunu bir kenara atıp, "şu sıkı sıkıya sarıldığım iple kendimi yukarı çekip, bir an önce, ayaklarımı yeniden balkona basmalıyım. Ve bunu mutlaka yapmalıyım" diye mi düşünür? Bize kalırsa, "75 katlı bir binanın 75. katında balkon korkuluğu üzerinde yürürken ayağı kaydığı için birdenbire dengesini kaybedip, o hızla aşağı düşerken eline gelen ilk ipe sarılmış olan kişi" o ipe sarılıp kendisini bir an önce yukarıya çekmeye çalışır. İşte o ip, TBMM'nin açık kalması ve hukukun üstünlüğüdür. Operasyonel olan bu kadardır. Gerisi laftır.

     

    Bu yazı 15.04.2008 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır