TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Yapay zekâ ile ilgili tartışmalar geçen hafta Davos toplantıları nedeniyle yine gündemdeydi. Dünyanın yeni bir teknolojik devrimin eşiğinde olduğu konusunda bir uzlaşma var ama bu teknolojik devrimin etkileri konusunda rivayet muhtelif. Otomasyon beceri gerektirmeyen işleri ortadan kaldırmıştı, yapay zekâ ile birlikte sıra yüksek beceri gerektiren işlere de geldi.
Tartışma aslında sanayi devriminden bu yana teknolojik gelişme ile ilgili kadim soruyu gündeme yeniden taşıdı: Teknolojik değişim kimi güçlendirir? Yapay zekânın kimi güçlendirmesi gerektiği, kendi kendine öğrenen makinelerin öğrenmeyi kimden öğreneceği, yapay zekâ teknolojisine nasıl ebeveynlik yapılacağı günün meseleleri oldu.
Türkiye ise Sanayi 4.0’ı ıskalamıştı. Biz kenarda beklerken ortalığı bir Sanayi 5.0 tartışması sardı. Türkiye hala seyirci, hâlbuki teknolojik değişim sürecini yönetmek günün meselesi. Gelin bir bakalım.
Katı olan her şey yine buharlaşıyor
Daron Acemoğlu ve Simon Johnson’ın yeni kitabı “İktidar ve Teknoloji” tarihsel süreçte tam da bu teknolojik değişim hadisesini kavramamıza, zengin bir veri seti ile imkân sağlıyor. Her tür teknolojik değişim önce dönem içindeki eşitsizlikleri, haksızlıkları artırıyor. İktidarda olan elitler, teknolojinin imkânlarından öncelikle sonuna kadar yararlanıyor. Sonra yeni teknolojinin yol açtığı meselelere muhalefet şekillendikçe teknolojik değişimin olumsuz etkileri törpüleniyor. Ve bu yaklaşık bir elli yıl alıyor.
Bu ne demek? Kraliçe Viktorya döneminde yaşamış bir İngiliz muhafazakârını bugün klonlayıp yine yaşama döndürseniz bugünün İngiliz muhafazakârlarını fazla komünist bulurdu. Dün bir tek komünistlerin konuştuğu dili bugün çok daha geniş bir kesim paylaşıyor. Sistemin hayatiyetini artıran, kapitalizmi sürdürülebilir kılan sisteme muhalefetin varlığı bu çerçevede bakarsanız. Peki, eleştiriyi kabullenme süreci neden elli ya da yüz yıl sürüyor?
Kapitalizmin temel özelliği aslında karaktersizliği. Bu nedenle her tür yeniliğe ve değişime süratle intibak edebiliyor. Sistem eleştirisi ise, değişim sürecinin hemen başında, değişene aynı hızda intibak edemiyor. Dünde kalıyor. Muhalefetin şekillenebilmesi için, yeninin olumsuz etkilerinin daha fazla görünür olması gerekiyor. O nedenle bir elli yıl gerekiyor. Önce sistem oturacak, sonra onun eleştirisi biçimlenecek. Katı olan her şey önce buharlaşacak, referans noktaları kaybolacak. Sistem biçimlendikçe eleştirinin referans noktaları da biçimlenecek.
Nedir? Kapitalizm değişim döneminde son derece biçimsiz ama ona muhalefet son derece katı oluyor. Sistem bir halden diğerine süratle dönüşürken sistem eleştirisinin intibakı zaman alıyor. Doğrusu ya, bugün de benzer bir sürecin içindeyiz. Sol partiler neden böyle tartışmasının bir nedeni burada saklı.
Yapay zekâ gelişmekte olan ülkeler için faydalı olur mu?
Hâlbuki yapay zekâ çağında neyle karşılaşabileceğimizi artık daha iyi öngörebiliyoruz. Bu açıdan bakarsanız IMF’nin bu yılın başındaki raporu yapay zekâ ile birlikte bugünün küresel istihdam olanaklarının yüzde 40’ının farklılaşacağını, alıştığımız gibi olmayacağını, çalışanların işlerini kaybedeceklerini vurguluyor. IMF’nin Finance and Development dergisinin geçen sayısı, yapay zekânın iktisadi etkileri üzerineydi bu arada. IMF artık değişenin çetelesini tutmaya çalışıyor. Yapay zekâ ile gelen değişimin yüzde 60’ı ise bugünün gelişmiş ülkelerinde olacakmış bu hesapla.
Ne demek? Gelişmekte olan ülkelerde daha farklı bir durum var. Bu tür ülkeleri yapay zeka vasıtasıyla daha hızlı bir biçimde gelişmiş ülkelerle eşitlemek mümkün olabilir doğru politikalara odaklanabilirsek. Buralarda verimliliği, çalışanların verimini daha hızlı artırmak için yapay zekâdan daha iyi yararlanmak mümkün olabilir.
Nedir? Yeni fikirlerin gelişmekte olan ülkelerde uygulanmasının daha fazla değer yaratabileceği bir yeni sürecin içindeyiz. Bu nedenle, bizim gibi ülkelerde eski sektörlere yeni yatırımları süratle çekebilmek teknik olarak mümkün görünüyor.
Türkiye’nin ise bu değişim sürecinde doğrusu ya müstesna bir yeri olacak. Küresel değer zincirleri yeniden yapılanırken her sektörde yapay zekâya dayalı teknolojik değişimi nasıl yöneteceğimize odaklanmakta fayda var.
Artan verimliliğin çalışanlara aktarılması, ücretlerin hızla gelişmiş ülkelerdeki ücretlere doğru yakınsaması da mümkün bu çerçevede bakarsanız. Ne mümkün değil? İşçi ücretleri üzerinden, emek maliyeti üzerinden rekabet gücü elde etmek mümkün değil. O artık düne ait bir kavram. Not edelim: O tür işler artık zaten dijitalleşme ve yapay zekâ ile birlikte ortadan kalkacak.
Otomasyonun halledeceği rekabet meselelerine odaklanılmamalı. Pakistan’da da burada da aynı otomasyon aynı dijitalleşme olacak sonuçta, unutmayın, değer zincirinde daha üst bir noktayı hedeflemekte fayda var.
Şimdi böyle bakarsanız yapay zekânın, çalışanları, kırılgan grupları ve gelişmekte olan ülkeleri güçlendirmesi teknik olarak mümkün. Böylece yapay zekâ ve yeni teknolojiler çalışanları, kırılgan grupları, gelişmekte olan ülkeleri güçlendirmek, eşitlemek için pekala kullanılabilir.
Yeninin kimi güçlendireceği, gelişmeyi kimin yönlendirdiği ile yakından alakalı
Ama teknolojik gelişmenin kimi nasıl güçlendireceği, teknolojik gelişmeyi kimin kontrol ettiği ile de yakından alakalı. Teknolojik gelişme, yaşlılık krizine giren, gelişmiş ülkelerin elitleri tarafından kontrol edilirse teknolojik gelişmenin hedefi yalnızca çalışan sayısını azaltmak olabilir. Hâlbuki aynı teknoloji yeterince eğitim almamış, beceri sahibi olmayan çalışanların aynı iş sürecinde daha verimli çalışmasını sağlamak için de kullanılabilir. Nasıl baktığınıza bağlı.
Türkiye’de ne yapmamız gerektiği açık. Uzatmaya gerek yok. Önce ekonomi politikalarında akıl yoluna dönüş sürecini güçlendirmemiz lazım. Dünün bugün her yerde değişime direnci son derece normal, en son Merkez Bankası’ndaki “lohusa krizi”ni doğrusu ben bu çerçevede görme eğilimindeyim. Daha önce hiç kadın bir Merkez Bankası başkanımız olmamıştı ki bir de lohusalığını bilelim. İlk kez oluyor. Tartışmada ehem ile mühimi birbirinden ayırmak son derece önemli: Para politikası yolunda mı değil mi? Alınan kararlar doğru mu, yanlış mı? Ben ortada belirgin bir hata görmüyorum doğrusu.
Teknoloji yönetiminin uzaya gitmek için bilet almaktan ibaret olmadığını yapay zeka tartışmaları çerçevesinde görmek lazım doğrusu. Yeni teknolojilerin kimi nasıl güçlendirebileceğine odaklanmak ve bu teknolojik değişim sürecinin bizim gibi ülkelerin önüne nasıl bir eşitlenme imkânı açtığı tartışmaya başlamalıyız. Direnç değil uyum gerekiyor. Teknoloji yönetimi hiç bu kadar önemli olmamıştı.
Yapay zekâ ile gelen yeni teknolojik değişimin öğrenen toplum olma yolunda getirdiği fırsatların farkına varmak üçüncü önemli nokta. Yalnızca makinelerin geçmiş insani birikimden öğrenmesi değil, insanların da değişenin farkına varmayı öğrenmesi önemli. Rekabet gücümüzü sıçratacak olan aslında bu husus.
Dünkü teknolojik değişim süreçlerinden farklı olan önemli bir husus herhalde yeni teknolojilerin getirdiği imkânlarla insanların öğrenme ve değişeni idrak etme sürecinin iyice kısalması olabilir. Bu kez yeni teknolojileri ehlileştirmek için eskiden olduğu gibi bir elli yıl beklemek zorunda değiliz. Yeter ki değişenin farkına varalım.
Değişenin farkına varmak demek, etrafımızda olup bitenle ilgili doğru soruları sormakla yakından alakalı. Doğru soruları sorabilecek biçimde örgütlenmek, bunun için gerekli mekanizmaları kurabilmek demek öğrenen bir toplum olmak.
Nedir? Yaklaşık bir yıl önce travmatik bir deprem deneyimi yaşadık. Hala unutamadık. Yakında belediye seçimleri var. Ama bakın mesela kimse imar planı değişikliklerinin yapıldığı belediye meclislerinde bizleri kimler temsil ediyor diye merak etmiyor. Belediye başkanlarına bakıyoruz, ya belediye meclis üyeleri? Öyle işte…
Bu köşe yazısı 22.01.2024 tarihinde Nasıl Bir Ekonomi Gazetesi'nde yayımlandı.